Barış için sahaya ineceğiz
Dosya Haberleri —

Barış için 1 milyon imza kampanyası
HDK Eşsözcüsü Meral Danış Beştaş, ile “Barış için 1 Milyon İmza” kampanyasını ve yol haritasını konuştuk:
- Her şeyden önce sahaya ineceğiz. Türkiye’nin yüz yıllık geçmişinde Kürt meselesinin nerede durduğunu, aslında bunun bir Türk meselesi olduğunu anlatacağız. Kürt sorununun kültürel, toplumsal ve ekonomik olarak nasıl ayrımcı bir perspektifle ele alındığını anlatacağız.
- Bizler Sayın Öcalan’la görüşmelerin devamının gelmesi ve özgürlüğünün bir an önce sağlanması için bu süreci ilerletme düşüncesindeyiz. Yani “Her şey bitti, barış tesis ediliyor” söyleminden ziyade bu sürecin barış sürecine evrilmesi için tutum alıyoruz.
- Barış zemini güçlendiğinde emin olun çözüm de peşi sıra gelecektir. Önümüzdeki günlerde İmralı’da yapılacak görüşmelerde farklı adımlar gelebilir. Sürecin neye evrileceğini görmek için beklemekte yarar var. Ben heyetin yaptığı açıklamaları oldukça makul görüyorum.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için yeni bir adım atarak “Barış için 1 Milyon İmza” kampanyasını başlattı. Change.org üzerinden başlatılan bu kampanya, yalnızca imza toplamayı değil; toplumun barış sürecine doğrudan katılımını sağlamayı ve barış zeminini güçlendirmeyi hedefliyor. HDK Eşsözcüsü Meral Danış Beştaş, kampanyanın amacını, olası bir barış sürecine katkısını ve geleceğe yönelik yol haritasını değerlendirdi.
Öncelikle “Barış için 1 Milyon İmza” kampanyasını sormak istiyorum. Böyle bir çalışmaya neden ihtiyaç duyuldu?
HDK’nin bileşenleriyle yapmış olduğumuz toplantılarda tüm ayrıntılarını tartışarak, ortak bir tutumla “Barış için 1 milyon İmza” kampanyasını başlatma kararı aldık. Amacımız toplumun artık ‘izleyici’ konumundan çıkması ve bu işin öznesi olması. Türkiye’de on yıllardır bir savaş gerçekliği var. Egemenler bu gerçekliği çok uzun süre “Düşük yoğunluklu savaş” diye tanımladı. Ancak bu, hepimizin hayatını doğrudan etkileyen bir gerçek. Bugün herkes sonuçla ilgileniyor; “Örgüt silah bıraksın”, “DEM Parti ne yapacak”, “Öcalan’ın çağrısı ne olacak.” ‘Terörsüz Türkiye’ diye bir tanım ortaya attılar, ama süreç var mı yok mu tartışması devam ediyor. Asıl konuşulması gereken Türkiye’de uzun yıllardır devam eden tecrit gerçekliği. Bu tecride karşı Sayın Öcalan’ın muazzam bir direnişi, sabrı ve en önemlisi tutarlılığı var.
1993’te ilan edilen ateşkesten bu yana siyasi aktör olarak Öcalan, her zaman barış dilini kullandı; Türkiye’nin toplumsal barışa olan ihtiyacını ortaya koydu. Oslo görüşmeleri ve 2013-2015 ‘Çözüm Süreci'ne kadar “Bu meseleyi nasıl çözebilirim” diyen bir siyasi akıldan söz ediyoruz. Bu aktör, çok uzun yıllardır tecritte. 2015’ten bu yana demokratik alanın tasfiyesi ve savaş politikası eş güdümlü olarak devam etti. Yıllar sonra ilk defa bir kapı aralandı. Bu kapı İmralı’da yapılan görüşmelerdir.
Bu kapının aralanmasına dönük ilk adım ise Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli’nin Kürt meselesine yaklaşımını hepimiz biliyoruz. Bu yönüyle açıklamalarını önemsediğimizi ilk andan itibaren söyledik. Burada “aynı düşünceyiz” demiyorum. İmralı’da görüşmenin kanalları açıldı ve Öcalan’ın sesinin Türkiye yurttaşlarına ulaşması düşüncelerinin paylaşılması, çözüm önerilerinin yaşam bulması çok önemli.
Bu süreçte HDK nerede duruyor? İmralı’dan gelen mesajlarda HDK kendine nasıl bir rol biçiyor?
Bu görüşmelerin devamı, bunun bir sürece ve pozitif bir barışa evrilmesi imza kampanyamızın odağını oluşturuyor. Biz çatışmasız bir Türkiye istiyoruz, barışçıl bir çözüm istiyoruz, Kürt sorununda adaletin, demokratik dönüşümün tesis edilmesini istiyoruz, Kürt halkının ve Türkiye’de yaşayan herkesin bir arada, eşit ve özgür birer yurttaş olarak yaşamasını istiyoruz. Bunun yolu barıştan geçiyor. Kampanya kapsamında emek vererek, imza toplayarak, perspektifimizi anlatarak iktidar medyasının tek taraflı yarattığı algıların üzerine gitmek ve o ezberleri bozmak için yola çıktık.
Peki imza kampanyasının altını nasıl dolduracaksınız?
Her şeyden önce sahaya ineceğiz. Farklı kesimlerle buluşmalar gerçekleştireceğiz. Türkiye’nin yüz yıllık geçmişinde Kürt meselesinin nerede durduğunu, aslında bunun bir Türk meselesi olduğunu anlatacağız. Kürt sorununun kültürel, siyasal, sosyal, toplumsal ve ekonomik olarak nasıl ayrımcı ve ayrıştırıcı bir perspektifle ele alındığını anlatacağız. Kürt meselesinin, aynı zamanda bir "tanınma meselesi" olduğunu anlatacağız. İnkâr politikasının on binlerce insanın ölümüne yol açtığını anlatacağız. Muhalefet “Şehit ve gazi ailelerini tatmin etmeliyiz” diyor ama biz, bütün toplumu tatmin etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Asker annesi, gerilla annesi; evladını, eşini, kardeşini kaybetmiş herkes için acı, olduğu yerde duruyor. Ama Kürt anneleri “Ben çocuğumu kaybettim başkaları da kaybetmesin” diye meydanlara çıkıyor.
Yaratılan algıların ve propagandanın etkisiyle savaşın devamını isteyenlere de bunu anlatacağız. Bu imza kampanyasının en önemli başlıklarından biri bu olacak. Kürtlerin ana dili önündeki engelleri anlatacağız. Herkes ana dil için “Ak süt kadar helal” diyor. Bu doğrudur, ama herkese helal olan bir hak neden Kürde haram oluyor. Biz misafir değiliz bu ülkede. Ayrımcı değil birleştiren bir yerden yaklaştığımızı anlatacağız.
Açıkladığınız deklarasyonda “HDK olarak barışın toplumsallaşmasını önümüze koyduk” demiştiniz. Barış nasıl toplumsallaşır ve HDK olarak ne gibi adımlar atacaksınız?
Aslında barış, az önce anlattıklarımın tamamını yaşama geçirerek toplumsallaşır. Barış istemi, yayılarak, tartışılarak, sonuçlarının ne olacağı görülerek toplumsallaşır ve destek alır. Sayın Öcalan, “Türk ve Kürt halkının kardeşliği” diyor. Barış, kardeşlik bağlarının anlatılması ve toplumun bağlara sahip çıkmasıyla toplumsallaşır. Bu, 2013-2015 yılları arasında verdiğimiz en büyük özeleştirilerden biri; barışı yeterince toplumsallaştıramadık. Barışa sahip çıkmak birinin iki dudağı arasında olmamalıydı. Erdoğan “Ben süreci buzdolabına kaldırdım” dediğinde bizim bunu engelleyen bir irade koymamız gerekirdi. Buna kitlesel ve toplumsal bir karşı çıkış olsaydı belki bugün başka bir yerde olurduk. Barışı toplumsallaştırmak dediğimiz şey aslında bu.
Basın metninizde “Kürt sorunun çözümü adına dayatılan güvenlikçi politikaların yarattığı çatışma haline” dikkat çekiyorsunuz. Ancak yeni süreç tartışmaları devam ederken bile bu çatışma halinden vazgeçilmediğini görüyoruz. Bir yandan çatışma hali sürerken yeni bir süreç başlayabilir mi?
Bu tabii ki çelişkili ve çok sıkıntılı bir durum. Kürt sorunu öyle birkaç cümleyle çözülebilecek bir mesele değil; dili değiştirmemiz lazım. Cumhurbaşkanı da son grup konuşmasın “Yeni bir dile ihtiyacımız var” diyor. Evet, kesinlikle var ama dille birlikte uygulamaların da değişmesi gerekiyor. Bahçeli “Barışın kaybedeni olmaz” dedi ama bunu söyleyen akademisyenler işlerinden oldular. Bu sürecin adım adım örülmesi lazım. Bir yandan görüşme çağrısı yapılırken diğer yandan “Başınızı ezerim” tehditlerinin sürmesi, doğal olarak “Ne oluyor” sorusunu gündeme getiriyor.
Örneğin Akdeniz Belediyesi’ne kayyum atandı. Şimdi biz, buradaki halka ne diyeceğiz? On binlerce oyla kendi belediye eşbaşkanlarını seçmişler ama hukuksuz gerekçelerle iradelerine kayyum atanıyor. Hükümetin politikaları mevcut barış tartışmalarıyla örtüşmüyor. Pozitif barış, demokratik dönüşüm dediğimiz mesele tam da burada gizli. Sonuçları değil nedenleri ortadan kaldırmamız lazım. Kürt halkı, “Ben kendi kimliğimle var olamıyorum. Ben Türk değilim. Türkçe eğitim dayatıyorsunuz ama ben çocuğumun Kürtçe eğitim almasını istiyorum. Kendi değerlerimi, kültürümü yaşatmak istiyorum. Ben neden kimliğimden kaynaklı işkence göreyim” diyor. Yalnızca bunları sorgulayan bir topluma dönüşümü sağlayarak barış kalıcı olabilir. Ancak şu ana kadarki pratik hakikaten çok zorlayıcı. Colemêrg, Esenyurt, Mêrdîn, Xalfetî, Dersim, Ovacık, Mîks son olarak Akdeniz Belediyesi’ne kayyum atandı. Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılar devam ediyor. Tişrîn Barajı’nda nöbet tutan halk hedef alınıyor. Saldırılara karşı tepki gösterenler tutuklanıyor. Gazeteciler tutuklanıyor. Bunlar, ‘barışın kaybedeni olmaz’ mottosuna yüz seksen derece zıt pratikler. İktidarın bir an önce bu pratiklerden vazgeçmesi gerekiyor. Güven verici adımlara ihtiyaç var.
Siz de değindiniz, iktidar bu süreçte barış dilinden ziyade imha ve savaş dilini benimsiyor. Bir yandan barış derken diğer yandan “Kadife eldivendeki demir yumruk” metaforuyla tehdit etmeye de devam ediyor. Sizce bu dille barış mümkün mü?
Bu yeni ihtimal, adını ne koyarsak koyalım bir adımdı ve bu adımla bizim yıllardır söylediğimiz tecrit gerçekliği kabul edildi. Burada en önemli mesele Sayın Öcalan’ın özgürlüğü. Kendi rolünü oynaması, süreci yürütmesi, inşa etmesi ve yol haritası çıkarması için olanaklarının olması lazım. Düşünün tek başıma bir odadasınız ve kimseyle bir iletişiminiz yok. Nasıl bir süreç yönetebilirsiniz. Empati yaptığımızda göreceğiz, hayatın olağan akışına ters.
Bizler Sayın Öcalan’la görüşmelerin devamının gelmesi ve özgürlüğünün bir an önce sağlanması için bu süreci ilerletme düşüncesindeyiz. Yani “Her şey bitti, barış tesis ediliyor” söyleminden ziyade bu sürecin barış sürecine evrilmesi için tutum alıyoruz. Bu, yeni bir tutum da değildir. Biz yıllarca çözümün arkasında hep tutarlı şekilde durduk. Hep demokratik çözüm, diyalog ve müzakere dedik. Şu anda küçük bir ışık dahi varsa o ışığı büyütmeye çalışıyoruz. İktidarın bütün çelişkili söylemlerini görüyoruz ama bardağın sadece boş tarafını değil az da olsa dolu tarafını da görüyoruz ve o dolu tarafı artırmaya çalışıyoruz.
İmralı görüşmelerinin ardından siyasi partiler ve cezaevinde bulunan siyasetçilerle birtakım görüşmeler gerçekleştirildi. Olumlu mesajların verildiği görüşmelerde kaygıların da olduğu vurgulanıyor. Bu kaygılar nedir ve nasıl giderilir?
Sırrı Süreyya Önder’in “Devlet hazır değil” açıklamasında sizin de sorduğunuz çelişkiler ifade ediliyor. Son yapılan açıklamada ise umut olduğu söyleniyor ve demokratik siyaset zemini güçlendirilmek isteniyor. Demokratik muhalefet kanallarının açılması, cezaevlerindeki siyasi mahpusların özgürlüğü, haksız tutuklamalar ve yargılamaları gözetmek gerekiyor.
Barış zemini güçlendiğinde emin olun çözüm de peşi sıra gelecektir. Önümüzdeki günlerde İmralı’da yapılacak görüşmelerde farklı adımlar gelebilir. Sürecin neye evrileceğini görmek için beklemekte yarar var. Ben heyetin yaptığı açıklamaları oldukça makul görüyorum. Süreci tariflemede ne çok aşırı iyimser ne de kötümser bir hava var. Bizler iyiyi büyütme çabası içerisindeyiz ve var olan kaygıları hep birlikte gidereceğiz.
Son olarak olası bir barış sürecinde HDK’ye düşen rol nedir?
Biz konuşarak, tartışarak, birebir temas ederek yol haritamızı berraklaştırmaya çalışıyoruz. HDK olarak barışın toplumsallaşmasını önümüze bir görev olarak koyduk ve bununla ilgili Uluslararası Barış Konferansı gerçekleştirmek için kolları sıvadık. Bunun dışında Türkiye’nin farklı kentlerine ziyaretlerimiz olacak. Daha çok toplumla buluşan, toplumun sorunlarını dert edinen ve çözüm arayan bir yerde duruyoruz. Barışı anlatırken, ekonomik tabloyu, kadın kırımını, iş cinayetlerini, çocuk istismarlarını konuşacağız.
Karadeniz, Ege ve İç Anadolu bölgeleri için planlarımız var ve yakın zamanda buralara ziyaretler gerçekleştireceğiz. Farklı toplumsal kesimlerle, onların sorunlarını tartışan, çözüm yolarını arayan ve bulan bir yerden örgütleme çalışması yürüteceğiz. Bir cümleyle açıklayacak olursak; HDK sorunların çözümü için birlikte mücadele etmeye devam edecek.
* * *
‘Barış için 1 Milyon İmza’ kampanya linki:














