Bir eş, bir baba, bir savaşçı: Ebû Leyla
Dosya Haberleri —

Ebû Leyla
- O, Kobanê kuşatmasının en karanlık, en ateşli günlerinde, alnından kan akarken sağ elini havaya kaldırıp zafer işareti yapan ve “Bijî Berxwedana YPG!” diye haykıran kişidir. Ebû Leyla'nın hikayesini şehadet yıldönümünde hayat arkadaşı Dijle Sedûn ile konuştuk.
- Kobanê direnişinin ilk gününden özgürlüğe kavuşunca dek defalarca yaralanmasına rağmen hiçbir zaman arkadaşlarını yalnız bırakmaz. Yedi kez yaralanır; alnından kanlar akarken bile geri çekilmez. 3 Haziran'da yaralanan Ebû Leyla, 5 Haziran 2016’da şehadete ulaşır.
- Ebû Leyla'nın hayat arkadaşı Dijle Sedûn: "Ya hepimiz öleceğiz ya da Kobanê kurtulacak. Bu kurşun Dijle’nin Kobanê’ye dönmesi için’ derdi, sonra çocuklarımızın isimlerini tek tek sayar, her biri için bir kurşun daha atardı. En sonunda, ‘Bu kurşun halkım için’ deyip telefonu kapatırdı."
ERKAN GÜLBAHÇE
Bazı insanlar vardır; doğar, yaşar, ölür ve sessizce unutulur. Ama bazıları, kısa yaşamlarına rağmen bir kıvılcım gibi tarihe not düşer, bir halkın direnişinde yankılanır, bir coğrafyanın kalbinde sonsuz bir iz bırakır. Onlar, yalnızca bir isim değil, bir sembol, bir çağrı, bir mirastır. Bir fotoğraf karesinde, bir sloganın içinde, bir halkın gözyaşlarında, bir annenin yüreğinde, bir çocuğun düşlerinde yeniden ve yeniden doğar. İşte Ebû Leyla, tam da o isimlerden biridir. O, Kobanê kuşatmasının en karanlık, en ateşli günlerinde, alnından kan akarken sağ elini havaya kaldırıp zafer işareti yapan ve “Bijî Berxwedana YPG!” diye haykıran kişidir. Ebû Leyla'nın hikayesini şehadet yıldönümünde hayat arkadaşı Dijle Sedûn ile konuştuk.
O artık ölümsüz
Ebû Leyla, 1984 yılında, Kobanê’nin Kararişke köyünde doğar; yoksulluğun gölgesinde ama yurtseverliğin sıcaklığı içinde büyüyen bir çocuktur. 12 kardeşin yedincisidir. Kimlikteki adı Faysal Sedûn’dur. Ebû Leyla’nın çocukluğu, evlerinde sürekli anlatılan abisi Nebo Ebdî Sedûn’un kahramanlık öyküleriyle geçer.
Abisi, 1988 yılında PKK saflarına katılır, Abdullah Öcalan’ın özel koruma görevini üstlenir ve sonrasında şehit düşer. Ebû Leyla, Kobanê’de yedinci sınıfa kadar okur; ama yoksulluk hayatına erken yük bindirir. Henüz çocukken, okuldan arta kalan zamanlarda araba tamircisinin yanında çıraklık yapar. Gençliğinde, ailesine destek olmak için Şam’a gider. İnşaatlarda çalışır. Askerliğini yaptıktan sonra bir süre daha Şam’da kalır, ardından Minbîc’e döner ve burada araba tamirciliğine başlar. 2008 yılında, kuzeni Dijle Ehmed Sedûn ile evlenir. Bir yıl sonra kızları dünyaya gelir ve ona Leyla adını verirler. O andan itibaren herkes ona artık 'Ebû Leyla' der, yani Leyla’nın babası. Ataerkilliğin hakim olduğu bir coğrafyada, kızının adını alarak sessiz ama güçlü bir devrimci mesaj taşır. “Ben kızımın babası olduğum için gururluyum” der; bu söz onun kimliği olur.
Savaşın ortasında bir öncü
Suriye’de savaş patlak verdiğinde, Ebû Leyla bir an bile tereddüt etmez. 2010 yılından itibaren Minbîc ve çevresinde yarı profesyonel askeri faaliyetler yürütmeye başlar. Özgür Suriye Ordusu’nun El Ekrad (Kürtler) birliğinde yer alır. Daha sonra Suriye Devrimcileri Birliği’nde mücadele eder. 2013 yılında, Cebhet El Ekrad (Kürt Cephesi) çatısı altında mücadele eden Ehrar Sûriye Tugayı’nı (Suriye Kurtuluş Tugayı) kurar. 2014’te ise Suwar Cebhet El Şerqiye (Doğu Cephesi Devrimcileri) grubunu oluşturur. Ardından Şems El Şemal Taburu’nu kurar ve Kobanê direnişinde önemli bir rol üstlenir. Asıl kimliğini ise YPG saflarında ve kurduğu bu taburda bulur; burada bir komutandan çok bir sembole dönüşür.
Kardeşini DAİŞ kaçırır
DAİŞ, Ebû Leyla’dan intikam almak için kardeşi Yûsif Ebdî Sedûn’u hedef alır. Onu gözaltına alıp basına teşhir ettiler; turuncu bir kazak giydirilmiş halde görüntülerini yayınlarlar. O andan sonra Yûsif Ebdî Sedûn’dan bir daha hiç haber alınamaz.
Çatışa çatışa Kobanê’ye gelir
2014 yılının Eylül ayında, Kobanê’nin batısında Burkan El Fırat Ortak Operasyon Merkezi kurulur. 10 Eylül’de resmen kurulan bu merkez, Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) çekirdeğini oluşturur. Çoğu kişi, Ebû Leyla’nın ismini o dönemde duyar. Burkan El Fırat’ın kurulmasında koordinasyon rolü üstlenir, Şems El Şemal Taburu’nun komutanı olarak öne çıkar. 15 Eylül 2014’te DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik kapsamlı saldırısı başlar. YPG ve YPJ savaşçılarının insanüstü direnişiyle DAİŞ’in katliam planları bozulur. Batı cephesinde, vahşete karşı göğsünü siper edenlerden biri de Ebû Leyla’dır.
Yedi kez yaralanır; alnından kanlar akarken geri çekilmez. Kobanê’nin dar sokaklarında zafer işareti yapar, “Bijî Berxwedana YPG!” diye haykırır. 2016 yılına gelindiğinde, DAİŞ için Minbîc stratejik bir kale haline gelir. Minbîc Askeri Meclisi kurulduğunda, komutanlardan biri yine Ebû Leyla’dır. Kürt, Arap, Türkmen savaşçılar bir araya gelir; hepsinin saygı duyduğu bir lider olur.
1 Haziran 2016’da Minbîc’i özgürleştirme hamlesi başlar. 3 Haziran'da Xefiet Ebu Qelqel köyünde, bir havan topu saldırısında ağır yaralanır. Ancak kurtarılamaz ve 5 Haziran 2016’da şehadete ulaşır. 7 Haziran’da Kobanê’de, Şehit Dicle Mezarlığı’nda toprağa verilir. Onun anısına Minbîc operasyonunun adı Şehit Faysal Ebû Leyla Operasyonu olarak değiştirilir. Rojava’da Şehit Ebû Leyla Akademisi açılır.
Dijle Sedûn’un gözünden
Onu en iyi tanıyanlardan biri olan hayat arkadaşı Dijle Sedûn, şu ifadeleri kullanıyor: “Açık söylemek gerekirse, ben ilk başlarda onun mücadeleye katılmasına karşıydım. Ailemiz zaten mücadeleye çok bağlıydı, büyük bedeller ödemiştik. Babamı ve amcamı yani Ebû Leyla’nın babasını Baas rejimi defalarca tutuklamış, ailemize büyük baskılar uygulamıştı. Daha fazla baskı gelmesin diye onun gitmesini istemedim. Sonraları yaptığımız tartışmalarda, düşmanın bize daha önce yaptıklarını hatırlayınca, onun bu yola katılmasının doğru olduğunu anladım. Yaralandığı dönemlerde eve uğrardı, ya da çatışmalar biraz azalınca bir-iki saatliğine de olsa çocuklarını görmeye gelirdi. O dönem örgüt, ondan şehir çalışmalarına katılmasını istemişti. Ama çok net bir şekilde reddetti. ‘İnsanlarımız katledilirken, köylerinden sürülürken, ben şehirde oturup nasıl çalışma yürütürüm?’ derdi. Çatışmanın en yoğun, en zor yerlerinde olmayı kendine görev bilirdi. Silahla o kadar bütünleşmişti ki, ‘Ben silahsız artık yaşayamam’ diyordu. ‘Arkadaşlarımız bu kadar katledilirken, insanlarımız sürgün edilirken, ben evde kalamam’ derdi. Ve gitti, mazlumu savunmaya…”
Mücadeleyle gelişti
Dijle, Ebû Leyla’nın mücadeleyle değişen hayatını da şöyle anlatıyor: “Ebû Leyla içine kapanık biriydi. Kimse kolay kolay ne düşündüğünü ne planladığını anlayamazdı. Çok dindardı, dine sıkı sıkıya bağlıydı. Ama mücadeleye katıldıktan sonra değişti; dini terk etti, içine kapanıklığı bitti, artık sürekli konuşuyor, hayallerini anlatıyor, nasıl mücadele edilmesi gerektiğini dile getiriyordu. Kendisini çok geliştirdi; çevresinde ve ailesinde dinleniyordu. Söylediklerine büyük abileri bile kulak verirdi. İkna kabiliyeti çok gelişmişti. İnsanlarla konuşurken nasıl etkilemesi gerektiğini iyi bilirdi. Ailede ya da arkadaşları arasında konuştuğunda kimse sözünü kesmezdi; herkes onu sonuna kadar dinlerdi. Annesine ve babasına çok saygılıydı. Bizim dört kızımız vardı… Çocukları onun için çok önemliydi. Onları mutlu etmek, babalık görevini yerine getirmek için hep hassas davranırdı. Çok saygılı bir eş, iyi bir hayat arkadaşıydı. Ebû Leyla tüm ailesine karşı görevlerini eksiksiz yerine getirirdi. Ama en önemli özelliği, işine, yoldaşlarına olan sadakatiydi. Zaman zaman arkadaşlarıyla birlikte bizim eve gelirdi. O anlarda, onların gözünde Ebû Leyla’ya verilen değeri bizzat görürdüm. Her konuşması bir emir gibi kabul edilirdi, ama o da onlara bir komutandan öte, bir koruyucu melek gibi yaklaşırdı; sevgiyle, saygıyla, omuz omuza… Bugün, çocuklarımla birlikte sokakta yürürken ya da herhangi bir toplumda bulunduğumuzda, çevremizdekiler bize ‘Ebû Leyla’nın çocukları’ diyerek büyük bir değer ve saygı gösteriyorlar. Bu benim için çok büyük bir gurur.”
Bu kurşun halkım için
Dijle, eşinin derin yaralarından birinin Şengal'deki soykırım olduğunu söylüyor: “DAİŞ’in Şengal saldırısı onu çok etkilemişti. ‘Eğer Peşmerge orayı terk etmeseydi bu kadar acı yaşanmazdı’ derdi. Şengalli Kürt kadınlarının ve kızlarının başına gelen o vahşetin, Rojava’da, özellikle Kobanê’de yaşanmaması için savaşması gerektiğini her fırsatta dile getirirdi. ‘Ben kendim için değil, sizin için, Kürt halkı için, Kürt kadınlarının barbarların eline geçmemesi için mücadele veriyorum’ derdi bana. Ebû Leyla komutasındaki Şems El Şemal Taburu, YPG savaşçılarıyla birlikte köylerden başlayarak çatışa çatışa Kobanê’ye yaklaşmıştı. Tehlike büyüyünce sivilleri Kuzey Kürdistan’a göndermeye başladılar. Savaş çok kızışmıştı, o yüzden çok nadiren eve uğrayabiliyordu. Sonunda bizi sınırdan uğurladı. Biz ayrılmak istemiyorduk… Yanımıza gelip, ‘Sizin Kuzey Kürdistan’a gitmeniz gerekiyor, ben de yakında geleceğim’ dedi. Ona döndüm ve sordum: ‘Faysal, ne olacak? Kobanê düşecek mi?’ Bana baktı ve dedi ki: ‘Kobanê düşmeyecek. Kobanê düşerse dört parça Kürdistan düşer. Allah gökten inse bile Kobanê’nin düşmesine izin vermeyeceğiz. Ya hepimiz öleceğiz ya da Kobanê kurtulacak.’ Bizi böyle yolladı. Savaşın en yoğun anlarında bile bizi her gün arardı. Bazen telefon açıkken düşmana kurşun sıkardı. İsmiyle seslenirdi: ‘Bu kurşun Dijle’nin Kobanê’ye dönmesi için’ derdi, sonra çocuklarımızın isimlerini tek tek sayar, her biri için bir kurşun daha atardı. En sonunda, ‘Bu kurşun halkım için’ deyip telefonu kapatırdı. Her kurşunla, sadece düşmanı vurmuyordu, hepimizi hayatta ve ayakta tutuyordu. Bize moral ve umut veriyordu.”
Eğer dönemezsem...
Ebû Leyla, DAİŞ tarafından gözaltına alınır, işkencelere tanıklık eder. Dijle anlatmaya devam ediyor: “2013 yılının sonunda, Minbîc’e geçerken Ebû Leyla DAİŞ tarafından gözaltına alındı. 4 gün boyunca onların elinde kaldı. Hep şöyle derdi: ‘O 4 gün, 4 yıl gibi geçti. Her türlü vahşeti gördüm, işkencelere, insanlara yapılan akıl almaz zulümlere tanık oldum.’ O günlerden sonra DAİŞ’e olan kini, öfkesi bambaşka bir boyuta ulaştı. Hep anlatırdı, ‘Beni orada tanımadılar, deşifre edemediler, o yüzden serbest bıraktılar; ama içimdeki yangını büyüttüler.’ O gözaltı deneyimi, onun için bir dönüm noktasıydı. DAİŞ’in dine yaklaşımını, insanlara, özellikle kadınlara davranışını gördükten sonra, dinden uzaklaştı. Ve her geçen gün kinini daha da büyüten şey, işte bu vahşetin ta kendisiydi. O kadar ki, DAİŞ ismini duyduğunda yüzü sertleşir, gözlerine kan inerdi. Onların görüntülerine tahammülü kalmamıştı. 30 Mayıs 2016 günü, Ebû Leyla eve geldi. Bir gece bizimle kaldı. O gece çocuklarla öyle bir ilgilendi ki… Sanki bir daha dönmeyecekmiş gibi. Daha önce defalarca yaralanmış, ölümle burun buruna gelmişti; ama beni üzmemek için hiç ölümden söz etmezdi. Hep ‘Gelecek güzel günler’ derdi. Ama o gece, vedanın ağırlığı üstündeydi. Çocuklarını tek tek öptü, sarıldı. En son bana döndü ve ‘Bu seferki savaş çok zorlu geçecek, belki de bizim için en zorlu savaş olacak. Eğer dönemezsem, çocuklara çok iyi bak’ dedi.”
Şehit düştüğünü anladım
Dijle, şöyle devam ediyor: “1 Haziran’da evden ayrıldı. Ben o günlerden sonra çok kötü oldum, hastalandım. 5 Haziran'da belki de beni şehadetine alıştırmak için, kardeşim, ‘Ebû Leyla yaralandı, Qamişlo üzerinden Süleymaniye’ye götürüldü, ama durumu iyi’ dedi. Arkadaşlarının yanına gitmek istedim, izin vermediler. Şehit düştüğünü, kapımızın önüne gelen şehit aileleri kurumundan birkaç kişiyi görünce anladım. Kimsenin bir şey söylemesine gerek yoktu. ‘Ebû Leyla şehit düştü’ dedim. O an, benim için her şey bitmişti. Hayatımız bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. En küçüğü 14 aylık olan dört kızımla bir başıma kalmıştım. Hayat devam ediyordu, ülkemize bir savaş vardı. Minbîc, Kobanê ve Kuzey Kürdistan arasında mekik dokumuştuk. Bu süre zarfında her şeyimizi kaybetmiştik. Kiralık evlerde kalıyorduk. Hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Büyük umutsuzluklar yaşadım. Ama her seferinde, Ebû Leyla’nın direngenliği, fedakarlığı aklıma gelirdi. Ve ayakta kaldım.”
Onurlu bir miras
Ebû Leyla’nın kendilerine onurlu bir miras bıraktığını söyleyen Dijle, “Gerek ailem gerek hareket, Ebû Leyla’dan sonra bana ve çocuklarıma çok büyük değer verdi. Hiçbir zaman bizi yalnız bırakmadılar. Gittiğimiz her yerde, ‘Ebû Leyla’nın çocukları’ diyerek onurlandırıldım. Bu benim için hem çok büyük bir gurur hem de çok büyük bir acı. Elbette, Ebû Leyla bize çok büyük bir miras bıraktı. O mirasa ne kadar layık olabiliyoruz, bu ayrı bir konu. Ama o mirasla gurur duyuyoruz. Şehit düştükten sonra birçok Kürt ve Arap genci, onun ismini alarak mücadeleye katıldı. İçlerinde şehit düşenler oldu. Her seferinde Ebû Leyla’nın adını duyduğumda hem çok büyük bir hüzün hem çok büyük bir gurur yaşıyorum. O şehit düştüğünde en küçük kızımız Xwînda sadece 14 aylıktı, büyük kızımız Leyla ise 8 yaşındaydı. Zaman zaman çocuklarıma babalarını anlatıyorum. Ama zaten öyle bir çağdayız ki, çocuklar artık internetten her şeyi görüyor, babalarının kim olduğunu, nasıl bir mücadele verdiğini kendileri öğreniyorlar. Çocuklarımı Ebû Leyla’nın istediği gibi, hayal ettiği gibi yetiştirmek için büyük bir çaba gösteriyorum” diyor.
***
Babamın istediği gibi doktor olacağım
Dicle’nin sesinde hem bir umut hem de gurur var: “Küçükken, Ebû Leyla, Leyla’ya hep, ‘Okuyacaksın, doktor olacaksın’ derdi. Şimdi Leyla okuyor ve bana her zaman, ‘Anne, babamın dediği gibi doktor olacağım’ diyor. O sözleri, babasının ona bıraktığı bir vasiyet gibi taşıyor içinde. Şu anda en büyük amacım, çocuklarımı Ebû Leyla’nın istediği gibi ahlaklı, onurlu birer insan olarak yetiştirmek. Onların, Ebû Leyla’nın hayal ettiği gibi okuyup hayatlarını kurmaları için uğraşıyorum. İstiyorum ki, çocuklarım da babalarına layık birer insan olsunlar, onun yoluna, onun değerlerine uygun bir şekilde yaşasınlar.”
***
Leyla’ya mektup...
Ebû Leyla, Kobanê savaşı sırasında kızı Leyla’ya bir mektup yazmıştı. O Mektup şöyleydi: “Bizim yolumuz şöyledir. Savunma ve çalışma görevimizdir. Senin ve senin gibi çocuklar için savaşacağım. Bu topraklardaki çocuklar daha iyi ve özgür bir gelecekte yaşaması için, göğsümüzü tüm tehlikelere siper edeceğiz. Büyüdüğünüz zamanda bizim için bir şey yapmadığın demeyin diye. Seni çok özledim Leyla. Yaşasam da şehit düşsem de babanla gurur duyacaksın.”