Cezasızlık aslında mağdurun cezalandırılmasıdır

Dosya Haberleri —

Göksel Arslan

Göksel Arslan

  • Reel cezasızlık kurumunda mağdurun şahsiyeti, hayat tarzı, mukaddesat kriterlerinden uzak oluşuyla hedef haline getirilir. Kusur mağdurdadır elbette. Sanık sadece mukaddesatı korumuştur ve bu reel hukuka uygundur. Cezasızlıkla sonuçlanan davada, cezalandırılan mağdur ve ailesidir.

 

MIHEME PORGEBOL

Röportajımızın dünkü bölümünde (reel) cezasızlığın hukuk felsefesi ve günlük hukuk pratikleri açısından anlamı ile “neoliberal güvenlik devleti” ve “neofaşist hukuk” bağlamlarını anlatan hukukçu Göksel Arslan, ikinci ve son bölümde cezasızlığın toplumsallık ve hakikatle ilişkisini ve özgürlük hareketlerinin nasıl bir karşıtlık kurabileceğini anlatıyor.

Belirli bir siyasal düzenin sonucu ortaya çıkan ve bu siyasal düzenin de kendi toplumsal düzenini yaratacağı düşüncesi Antikçağ’dan beri tartışılıyor. Bunu “neo-liberal güvenlik devleti” ve “neo-faşist hukuk” tanımları ışığında cezasızlık bağlamına nasıl oturtabiliriz? Cezasızlığın toplumsal yaşamda karşılığı nedir? Cezasızlık toplumsal yaşam düzlemine nasıl yansır? 

Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesiyle yeniden yapılanan sistem olgunlaşarak mantıksal mukaddesatçı formasyonuna bugün ulaştı. Ortaöğretimde zorunlu din derslerinin 12 Eylül anayasasıyla geldiğini unutmayalım. Zorunlu din dersleri, din dersinden çok bir yönelimi ifade etmesiyle önemliydi. Bunun gibi birçok örnek nasıl bir toplumsal yaşam istendiğinin ipucunu bize gösterdi. 

Dolayısıyla mukaddesatçılığın bugünkü formu 12 Eylül ile başladı diyebilirim. Zira 12 Eylül darbesi devletin yeniden yapılanması olduğu kadar toplumsal yaşamın da yeniden yapılanmasına tekabül eder. Mukaddesatçı vakıf, cemaat vb. kurumların kamusal-politik alanda fonksiyonel olarak ana araçlar kategorisine dâhil edilmesi de bu dönemdedir. Buna toplumsal yaşamda değerlerin değiştirilmesi de denebilir. Her ne kadar mızrağın sivri ucu güvenlik güçleri ve hukuk araçları olsa da reel cezasızlığın beslendiği, meşrulaştığı, rıza ürettiği asıl odak tam da burası bence: Toplumsal yaşam… Mukaddesatçı hegemonyanın yeniden inşa ettiği toplumsal yaşam… Zira “adalet, hak yerini buldu” gibi cümlelerle ifade edilen pozitif hukuk alanından rıza üretme mekanizması reel cezasızlıkta imkânsız. İmkânsızdan öte, buna ihtiyaç da yok.

Sık karşılaşılan klişe cümlelerden olan “kadını öldürmüş ama kadın da çok…” diyerek arkası sayısız mukaddesatçı cümlelerle tamamlanan yaklaşım adeta toplumsal yaşamın omurgası. Reel cezasızlık veya indirim uygulanmış ceza burada meşrulaşır. Reel cezasızlık konusu olan eylem artık reel hukuka uygundur, toplumsal meşruiyetini sağlamıştır. Yine tekrar etmek isterim: Mukaddesatçılık derken laik-dindar ikileminden bahsetmiyorum. Aynı cümleleri laik olduklarını söyleyenlerden de duyabilirsiniz.

Kamusal-politik alanda dile getirilen özgürlük taleplerini bastırma veya dava haline geldikten sonra reel cezasızlıkla sonuçlandırma, toplumsal yaşamda hegemonik olanın ne olduğunu ve insanların hangi habitatta yaşaması gerektiğini gösteren, işaret eden bir kurum aynı zamanda. Bunu özgürlük hareketlerini bastırmakla görevli unsurların cezasızlıkla sonuçlanan yargılamalarında görebiliyoruz. Çokça tartışmaya konu olan mağdurlara yol gösterme, akıl verme, nerede duracağını işaret etme çeşitli varyasyonlarıyla reel cezasızlık kurumunun ayrılmaz parçası.

Bu kısımda son olarak şunu söylemek isterim: Hayatın zenginliği ve toplumsal yaşam ne yazık ki pozitif hukuku, saf hukuku ezer, kullanılamaz hale getirir. Dolayısıyla toplumsal yaşamdan beslenen reel hukuka bakarak akıl yürütmek, metafizik hukuk kategorilerinin sınırlarını kırmak, bizim ciddi manada nefes almamızı sağlayacaktır.

Reel cezasızlıkla sonuçlanan bir mahkeme/muhakemenin mağdurunu mahkeme/muhakeme sonrasında neler bekliyor?

Israrla vurguladığım gibi reel cezasızlık kurumu sadece hukuk alanıyla ilgili değil. Sistemin işleyişinde kilit taşı. Dolayısıyla mağduru pozitif hukukun sonuçlarının olumsuzluklarından çok daha fazlası bekliyor. Şikâyetçi olmanız, olayı adli sürece taşımanız, o aşamada çeşitli yerlerden gelen telkinleri dinlemeyip sonuç alıcı çabalarınızı devam ettirmeniz… Bütün bunlar sizin hayatınızın o günden sonra değişmesine sebep olur. İşinizi kaybetmekle, akıl hastanesine sevk edilmekle karşılaşabilirsiniz. Tuhaf gelebilir fakat yakın çevreniz, hatta aileniz tarafından dışlanabilir, sosyal ilişkilerinizin kesintiye uğradığını görebilirsiniz. Dolayısıyla bu sonuçlar bir şekilde kendilerine “hissettirildiğinde” mağdur ve aileleri kimi zaman kendilerine yardımcı olmak isteyen avukatlar veya kurumlardan kaçabilir, görüşmek istemezler.   

  • Reel cezasızlığa karşı hukuksal mücadelede kamusal-politik alanın hukuka dâhil olmasından başka birbirlerinin içine geçerek hareket etmesi de zorunluluktur. Bu yaklaşımın birçok örneğini kadın cinayeti dosyalarında inanılmaz bir ısrar ve çabayla sonuçlar alan saygı duyulacak kadın hareketlerinin açtığı yolda tecrübe ettik.

Mağdurun karşılaştığı reel cezasızlık kurumu, muhakeme aşamasında sanığın savunma beyanlarından, adli işlemlerden fazlasıdır. Mağdurun şahsiyeti, hayat tarzı, ilişkileri, mukaddesat kriterlerinden uzak oluşuyla toplumsal alanda hedef haline getirilir. Olaya sebep olan artık mağdurun kendisidir. Kusur mağdurdadır elbette. Sanık cezalandırılmamalıdır zira kusuru yoktur, tahrik edilmiştir, her ne olduysa taksirle olmuştur. Sanık sadece mukaddesatı korumuştur ve bu reel hukuka uygundur. Mesela kadın cinayetlerinde öldürülen kadının o saatte, orada ne işi vardır? İçki var mıdır? Katiline karşı bir itaatsizlikte bulunmuş mudur? Toplumsal yaşamda failin eylemi değil, bunlar tartışılır. Cezasızlıkla sonuçlanan davada, cezalandırılan mağdur ve ailesidir.

Mağdur İpek Er dosyasını hatırlatmak isterim. Sanıyorum dava devam ediyor ve fail serbest. İpek Er ise hayatta değil. Davayla ilgili haberleri taradığınızda dosyanın reel cezasızlık alanına dâhil edildiğini kavrayabiliyorsunuz. İşleyişin bütün göstergeleri mevcut. Mağdur, failin avukatları tarafından mukaddesatçı değerlerin dışında bir kadın karakter haline sokularak toplumsal meşruiyetin dışına atılma girişimine maruz kaldı. Davayı takip etmek isteyen özgürlük hareketleri temsilcileri engellendi. Dava pozitif hukukun dar alanına sıkıştırılarak kamusal ve politik alandan yalıtılmak isteniyor. Başarıp başaramayacakları karşılıklı mücadelenin sonucunda ortaya çıkacak.

Aslında İpek Er dosyasını anmakla anlatmak istediğim şu: Reel cezasızlık kurumuna dâhil bir dosyanın mağdurunu bekleyen her neler ise hepsi davanın daha soruşturma aşamasından itibaren başlıyor ve dava süresince devam ediyor. Mağduru bekleyen olumsuzluklar davanın cezasızlıkla sonuçlanmasıyla başlamıyor. Adımınızı şikâyet için sokağa attığınız anda başlayıp yoğunlaşarak devam ediyor. Mesela İpek Er, davası cezasızlıkla sonuçlandıktan sonra depresyona girerek hayatını kaybetmedi, sanıyorum duruşmalar başlamadan önce kaybetti.

Reel cezasızlık kurumuna maruz kalmış bir mağduru bekleyenler, mağdurun şikâyetiyle başlayan ve dava sona erdikten sonrada devam eden olumsuzluklardır. Hüküm kuran karar bu süreçte sadece aşamalardan biridir ve belki de en önemlisi değildir.  

Cezasızlığın aslında bir anlamda toplumu hizaya getirmek adına bir ödül sistemi yarattığı düşüncesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Cezasızlık ile ödül arasında nasıl bir ilişki var?

Kuşkusuz söylediğiniz ödüllendirme mekanizması önemli bir bileşen ve fonksiyonel. Bu anlamda ödüllendirmeyi reel cezasızlık kurumu içinde kamusal alandaki özgürlük talepleriyle sarsılan sistemin veya hegemonik mukaddesatçı çimentoda açılan çatlakların onarılmasını sağlayan önemli bir araç olarak görebiliriz. Fakat ödüllendirmenin toplumsal meşruiyeti onarmanın bir aracı olabilmesi için failin mukaddesatçı değerler açısından “makbul” kategorisinde olmasının gerekliliği aşikârdır.

Ödüllendirme, diğer insanlara, hangi habitatın içinde yer alırlarsa ödüllendirileceklerini, ödüllendirmenin düzeyini, ödüllendirmeyi imkân anlamına kadar genişletirsek daha fazla imkânlara kavuşmanın yollarını gösterir. Reel cezasızlık olgusundaki failin birçok kez kimi toplumsal kesimlerde rol modeli olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ödüllendirmenin fonksiyonu failin şahsına dönük olmasından çok toplumsal mecraya verdiği adrestir.

 

  • Reel cezasızlığın bütün yönelimi, mücadelesi, etkisizleştirmeye çalıştığı maddi güç hakikattir. Güvenlikçi ve mukaddesatçı sistem zor ve baskı araçlarıyla özgürlük hareketleriyle mücadelede sonuç alamadığının farkında ve toplumsal meşruiyeti de beklemediği kadar sarsılmış, yara almış durumda.

Şöyle de söylenebilir sanıyorum: Aslında ödüllendirme insanların devlet habitatına dâhil olarak yaşamasına çağrıdır. Devlet habitatı alanındaysanız işlediğiniz suçlar reel cezasızlık sürecine dâhil edilebilir ve ceza indirimleri gibi küçük ödüllendirmelerden başlayarak çeşitli imkânlara kavuşabilirsiniz. Çağrı birçok reel cezasızlık olgusunda tekrarlanır. Neofaşist hukuk çağrıya uymayanları ise nelerin beklediğini mağdur üzerinden göstermeye çalışır. 

Ödüllendirilen fail bu anlamıyla, reel cezasızlık sürecinde etkili bir toplumsal meşruiyet aracının taşıyıcısı olarak ele alınmalıdır. Failin şahsı sadece bir taşıyıcıdır.

Adil bir ceza ile reel cezasızlık arasındaki sınır nedir? Örneğin bir cinayet suçuna birkaç aylık hapis cezası verildiğinde bunu da reel cezasızlığa alabilir miyiz? Adil olmayan cezalandırmalarda reel cezasızlığın sınırları nereye kadardır?

Adil bir ceza tanımına oldukça uzak bakan biri olarak sorunuzu örneğiniz üzerinden cevaplamaya çalışayım. Reel cezasızlık kurumunda pozitif hukuk yönünden cezanın karşılığı, azlığı veya bunun hangi sınırlarda kalınırsa cezasızlık olabileceğini içeren yaklaşımlar baştan bu yana itiraz ettiğim yaklaşımlar. 

Reel cezasızlık hüküm kuran karara sıkıştırılamayacak kadar fonksiyonel. Hukuksal, toplumsal, politik yönleri olan sistemin işleyişiyle ilgili politikojüridik bir olgu. Dolayısıyla neyin cezasızlık olduğunu anlayabilmemiz için bütünsel bağlamı gözden kaçırmamamız şart diye düşünüyorum. 

Şunu unutmamalıyız: Reel cezasızlık olgusunun toplumsal rolünü oynayabilmesi için kimi zaman dava sonucunda faile şöyle ya da böyle belli oranda ceza hükmü verilebilir. Bu hüküm cezanın süresine bağlı olarak reel cezasızlığın olduğunu veya olmadığını göstermez. Şayet ceza hükmü ve cezanın süresi temel alınarak reel cezasızlığı anlamaya veya ceza sürelerinin sınırları içinden sizin soruda sözünü ettiğiniz “adalet”i aramaya başlarsak neofaşist hukukun nesnesi olmaktan kurtulmamız imkânsızlaşır. Tekrarlamak zorundayım: Cezanın süresine odaklı mücadele neofaşist hukuk formasyonunda reel cezasızlık karşısında hem toplumsal meşruiyet açısından hem de “adalet” olarak ifade ettiğiniz olgu açısından kaybetmeye mahkûmdur.

Reel cezasızlığın "hakikat" ile ilişkisi nedir? Bir suça dönük reel cezasızlık uygulandığında "hakikat" bundan nasıl etkilenir? Hakikatten kastım bir çıkış yolu, kurtuluş olarak tasavvur edilen hakikattir.

Hakikatten kastımız bir çıkış yolu ise bence önemli bir soru. Reel cezasızlığın asli ilişkilerinden biri hakikatle olan ilişkisidir. Şu da söylenebilir: Reel cezasızlığın bütün yönelimi, mücadelesi, etkisizleştirmeye çalıştığı maddi güç hakikattir. Güvenlikçi ve mukaddesatçı sistem zor ve baskı araçlarıyla özgürlük hareketleriyle mücadelede sonuç alamadığının farkında ve toplumsal meşruiyeti de beklemediği kadar sarsılmış, yara almış durumda. 

Reel cezasızlık ve hakikat arasındaki ilişkiyi reel hukuk temelli diyalektik eleştirel okul içinden ele alırsak tam bir mücadele, çatışma alanıyla karşılaşırız. Bir başka deyişle, hukukçu olarak hüküm kuran karardan çok daha geniş bir alanda olduğumuzu fark ederiz. Bu alanda reel cezasızlık sistemin elinde patlayabilir ve hakikatin ilerlemesine yol açar veya bunun tersi olabilir.

Çıkış yolu olarak hakikati, bizim reel cezasızlık olgusu karşısında etkili olmamızı sağlayan ana maddi güçlerden biri olarak kabul ediyorsak, o maddi gücü kamusal-politik alanda görünür hale getirmemiz kaçınılmazdır. Güvenlik devletinin mukaddesatçı hegemonyasının karşısına maddi güç olarak hakikati koymadığımız sürece reel cezasızlık olgusuna karşı yapabileceğimiz çok fazla bir şey kalmıyor. Zira özgürlük hareketlerinin toplumsal meşruiyetini üreten maddi güç hiç kuşkusuz hakikattir.

Cezasızlık engellendiğinde hakikat mümkün olur mu?

"Adalet”, “hak” gibi kavramlara biraz soğuk baktığımı ifade etmiştim. Bu tür kavramların maddi hayatta gerçekleşmesinin mümkün olmadığını, hatta hukukla çok fazla ilgili olmadıklarını düşünüyorum fakat az önce söylediğim anlamda “hakikat” ile ilgili sorunuzu “cezasızlık engellendiğinde hakikat mümkün olur mu?” şeklinde cevaplamaya çalışayım.              

Mülakatın başında Şili’de güvenlik devleti ve neofaşist hukukun değiştirilmesi için referandum sonucu yeni bir Anayasa yapım süreci ve yeni bir model kurma aşamasına gelindiğini söyledim. Reel cezasızlık kurumuna karşı mücadele bu noktaya gelmelerinde asli unsurlardan biriydi. 

 

  • Güvenlik devletinin mukaddesatçı hegemonyasının karşısına maddi güç olarak hakikati koymadığımız sürece reel cezasızlık olgusuna karşı yapabileceğimiz çok fazla bir şey kalmıyor. Zira özgürlük hareketlerinin toplumsal meşruiyetini üreten maddi güç hiç kuşkusuz hakikattir.

Reel cezasızlık neofaşist hukukun hem inşa edicisi hem yürütücüsü hem de sonuçlarından birisidir. Sistemin yürütücü momentlerinden birisinin engellenmesiyle özgürlük hareketlerinin taleplerindeki hakikatin yol açıcılığı veya kurucu fonksiyonlarını kullanması tabii ki mümkün olur. Kamusal-politik alandaki özgürlük taleplerinin maddi güce kavuşmasıyla reel cezasızlık gibi kurumlar ortadan kalkabilir ve taleplerle birlikte hakikat kendini gerçekleştirir. Bu durum kimisi için “yaşasın adalet”tir, kimisi için “hakkın gerçekleşmesidir”, kimisi için pozitif normların uygulanmasından çıkan “hukuk devleti”dir fakat hiçbir zaman unutmayalım: Bütün bunların hem inşa edicisi hem de maddi sonuçlarından birisi hakikattir. Dolayısıyla reel cezasızlık kurumunu kaldırma mücadelesi sonuca ulaşırsa tabii ki hakikat anlamında “adalet” mümkün olur.

Sizin ifade ettiğiniz şekliyle: Reel cezasızlığa karşı ne yapılabilir?

Güvenlik devleti, neofaşist hukuk ve mukaddesatçı hegemonya sistemi kül halinde, özellikle kadın hareketi ve özgürlük hareketlerinden aldıkları darbelerle toplumsal meşruiyet alanında kırılganlaşmış ve sarsılmış durumda. Dolayısıyla reel cezasızlık uygulamalarıyla mukaddesatçı hegemonyanın toplumsal meşruiyetini onarmak, halkın önemlice kısmını devlet habitatı alanında toplamak, neofaşist hukuku pozitif hukuka sıkıştırarak tehdit algısına dâhil ettiklerinin alanını daraltmak istiyor.

Reel cezasızlık ihtimali olan dosyalar, failin temsil ettikleriyle kamusal politik özgürlük talebi sahiplerinin karşı karşıya geldiği ve pozitif hukuk alanından dışarıya bir hayli taşan dosyalardır. Bu taşmadan ve neofaşist hukukun politikojüridik bir form olarak inşa edildiğinden yola çıkarsak hukuka pozitif saf hukuk olarak bakamayız. Reel cezasızlıkla mücadelede karşımızda duran formu anlamaya uygun, kamusal-politik alanı da hukuka dâhil eden Realist Hukuk penceresinden bakmaktan artık kaçınamayız.

Dolayısıyla son olarak şunu açıkça söyleyebiliriz: Reel cezasızlığa karşı hukuksal mücadelede kamusal-politik alanın hukuka dâhil olmasından başka birbirlerinin içine geçerek hareket etmesi de zorunluluktur. Bu yaklaşımın birçok örneğini kadın cinayeti dosyalarında inanılmaz bir ısrar ve çabayla sonuçlar alan saygı duyulacak kadın hareketlerinin açtığı yolda tecrübe ettik. Burada sonuçlar, faillerin pozitif hukuk normları çerçevesinde ceza almasından çok daha fazlasıdır. Kalıcı ve yol açıcı olan o fazla kısımdır. O da özgürlük talebi sahiplerinin ve özgürlük hareketlerinin toplumsal meşruiyetinin güvenlik devletinin mukaddesatçı meşruiyetini sarsması, darbeler indirmesi, reel cezasızlık kurumunun neofaşizmin elinde patlaması, meşruiyetini tahkim etme açısından giderek kullanılmaz hale gelmesidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.