Çivileme sevdası ve sancısı

Elif KAYA yazdı —

  • Kürtlere ne yapacaksın? Bunun cevabını din adına Cüppeli, devlet adına ise Ayşe Acar Başaran’ı tehdit eden polis söylüyor: “Çivilerim!”

Özgürlük mücadelesinin metropollere taşındığı 1990’lı yılların ilk yarısında Adana’da gözaltına alındığımda işkenceci polis; “tüm Kürt erkeklerini neden kısırlaştırmadıklarını” hayıflanarak anlatıyordu. “Zamanında babanı kısırlaştırsaydık, şimdi karşımızda olmazdın” diyordu. Öylesine ifade edilen bir söz değildi bu, inanarak, hayıflanarak söylüyordu. Yapılan işkenceler bir yana bu söz mıh gibi aklıma saplanıp, kaldı. İşkenceci polis, bir birey değil, devlet aklıyla konuşuyordu. Sorunu köklü çözme yöntemi, soyu kurutmaktı. Öldürerek, tutuklayarak, göçerterek ya da üreme yeteneklerini ortadan kaldırarak bunu yapmakta beis görmüyordu. Oysa o yıllar insanların üreme yeteneklerini bırakalım, sokak ortasında her gün katledildiği yıllardı. Yine de insanlar yılmıyor; isyan ve başkaldırı devam ediyordu.

Oysa faşizm mutlak ittihat istiyordu. Her şeyi sabitlemeye, kendi çizdiği çerçevede kalmaya zorluyordu. Bu faşizmin tipik karakterinden biridir zaten. Çizdiği çerçevenin dışına çıkan her ses, hareket, ifade onun için tehdittir. Dolayısıyla tüm çabası farklılıkları sabitlemeye, belirlenen kalıplar içerisine hapsetmeye odaklıdır. Bunun için ahlakın - vicdanın kaldıramayacağı her yöntemi kullanmaktan kaçınmaz. Halka hesap verme mekanizmalarını zaten devre dışı bıraktığından, pervasızdır. Ancak buna rağmen yaptıklarına alkış tutacak, onun adına toplumu ikna etmeye çalışacak, toplumun sesiymiş izlenimi verecek şakşakçı bir çevre oluşturmaktan da geri durmaz. Din adamından, polisine, yargıcından, sözde akademisyenine kadar her dönem faşizmin sözcülüğünü yapmaya, toplumu maniple etmeye çalışan insanlar olmuştur. Aklın - vicdanın sınırlarının zorlandığı anlarda bunlar devreye girip, dinle, bilimle, vatanseverlikle halkı iknaya, ayaklanan vicdanları susturmaya çalışırlar. Ama yine de tam başarılı olamazlar, çünkü toplum- yaşam her zaman özgürlük eğilimindedir; Sabitlenemez, zapt edilemez. Bu nedenle 50 yılla varan mücadele boyunca faşizm amacına ulaşamadı. O, özgürlük talebinde bulunan toplumu sabitlemek için çiviledikçe, Kürdistan Özgürlük mücadelesi bu çivileri tek tek söküp, yaşamın özgür akışına olanak sağladı.

Şimdilerde anlaşılan o ki Türk devleti yine faşizmi nasıl ayakta tutabilirim telaşına girmiş. 17 Nisan'dan bu yana Medya Savunma Alanlarına ve Güney Kürdistan’a yönelik başlattığı savaşta çok zorlandığını, büyük kayıplar verdiğini ne kadar gizlemeye çalışsa da medya organlarında propaganda amaçlı yapılan yayınlarda bile bunları itiraf etmek durumunda kalıyor. Özel görevlendirilmiş yetkililer yaşanan gerçeği nasıl tersyüz edeceklerinin telaşındalar. Devlet adına onlar konuşuyor, akıl veriyor, saldırılar düzenliyorlar.  Yani devlet, kuzu postuna bürünen kurt misali toplumun devlete karşı geliştirdiği demokratik eylem biçimlerini taklit ederek, içini boşaltarak, yaptığı katliamları gizlemeye, hedef şaşırtmaya çalışıyor. Yıllardır Barış Annelerinin, Cumartesi İnsanlarının, Emine Şenyaşar’ın taleplerini görmeyen, evlatlarının katillerini kollayan devletin polisi nedense mecliste grubu bulunan bir partinin önüne çelenk konmasına pervane oluyor! Bir milletvekiline söylenmesi suç olan tehditler savurabiliyor? Bu faşizmin köşeye sıkıştığının emaresi ve yaşananları halktan saklamaya, saptırmaya çalışma çabasıdır. Yaşanan ağır ekonomik krizi, her türlü imkan seferber edilmesine rağmen savaşta alınan yenilgileri, gelen asker cenazelerini kamuoyundan gizlemek, bunu ifade edecek olan yegane ses HDP’yi susturmak amacıyladır. Ama HDP 31 yıllık bir siyasi parti geleneğine dayanıyor. Yüzlerce üyesi katledilmiş, binlercesi tutuklanmış ama yinede yılmayıp, mücadelesini sürdüren bir parti geleneğine sahip.

Parti merkezine saldırı, siyah çelenk konulması belli ki derin mercilerin planlamasıdır. Partinin kapatılma davası, genel merkeze saldırının olduğu dönemde Cüppeli’nin ‘HDP kapatılmalı’ ve bu da yetmez, ‘hepsi vatandaşlıktan çıkarılmalı’ fetvası bu saldırının çok boyutlu ve merkezi olduğunu gösteriyor. Kürtler Türkiye vatandaşlığından çıkarılsın, tamam ama Türkiye neden Kürdistan’ın Efrîn, Serêkaniyê, Güney Kürdistan alanlarını işgal etmeye devam ediyor, orada ne işi var diye sorulmuyor. Oradaki Kürtlere ne yapacaksın? Bunun cevabını din adına Cüppeli, devlet adına ise Ayşe Acar Başaran’ı tehdit eden polis söylüyor: “Çivilerim!”

 Oysa Kürtler, bedeli çok ağır da olsa özgürlük için o çivileri her gün söküyor. Yerine demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir dünya örüyor. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.