Bakanlar Komitesi'ne eylemsiz plan

Dosya Haberleri —

Rezan Sarıca

Rezan Sarıca

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatlarından Rezan Sarıca, geçtiğimiz günlerde İmralı Cezaevi’ne giden CPT’nin Türkiye'den onay almadan da açıklama yapabileceğini belirtti.

  • Bakanlar Komitesi'ne Eylül sonun kadar yanıt vermeyen Türk hükümeti, 14 Ekim'de “umut hakkı” izleme süreci için yeni bir eylem planı sundu. Öcalan'ın avukatlarından Rezan Sarıca, Türk hükümetinin sunduğu eylem planında yeni bir gelişmenin olmadığını; istisnai ve muaf tutulan cezaların tekrarlandığını söyledi. 
  • AİHM'in ihlal kararlarının kesinleştiğine ve buna göre adım atılması gerektiğine dikkat çeken Sarıca, hükümetin ise Bakanlar Komitesi'ni kesinleşen AİHM kararlarının gerisine çekmeye çalıştığını vurguladı. Sarıca, Bakanlar Komitesi'nin 'derhal adım at' çağrısının karşılık bulmadığını, verilen cevabın herhangi bir adıma tekabül etmediğini belirtti.  

DENİZ YILDIZ/İSTANBUL

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1999'da Uluslararası Komplo sonucu Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi, tek kişilik bir “ada hapishanesi” ve tecrit alanı olarak inşa edildi. İmralı’da süren tecrit, 2015'ten sonra yeni bir merhaleye taşındı. İmralı’da yasal haklardan olan avukat görüşmesinin yanı sıra aile görüşleri de rafa kaldırıldı. Tam bir iletişim karartması uygulandı. İmralı'dan 25 Mart 2021'den beri hiçbir şekilde haber alınamıyor. Avukat ve ailelerin görüş başvuruları “disiplin cezaları” ve “görüş yasağı” gerekçe gösterilerek engelleniyor. En son CPT'nin ziyareti sonrası alelacele Öcalan ve diğer tutsaklara üç aylık yeni bir disiplin cezası verildi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nce verilen kararlarda ve CPT tarafından doğrudan İmralı’daki koşullarla ilgili yapılan tespitlerde “incommunicado” alıkonma halini açıkça belirtiyor. Bu alıkoyma halinin en büyük aracı, iletişimi ortadan kaldırmakla sağlanıyor. Öcalan’ın avukatlarından Rezan Sarıca, İmralı’da yaşanan tecrit ve CPT’nin ziyaretine ilişkin sorularımızı yanıtladı. 

Müvekkiliniz Abdullah Öcalan'dan 18 aydır hiçbir şekilde haber alınmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz, buna sadece tecrit demek doğru mu?

Sayın Öcalan şahsında İmralı’daki uygulamaları yalnızca tecrit olarak nitelendirmek doğru olmaz. Tecrit yalnızca bir şeylerin kısıtlanması olarak ifade edilebilir. Kısıtlama ise İmralı gerçeğine denk düşmüyor. Bunun bir tecrit ve işkence sistemi olduğunu belirtmek gerekir. Bizler de aslında tecridi sistemsel olarak algılayıp ifade ediyoruz. Tecrit ve işkence sistemi mekanın yapısıyla karşımıza çıktığı gibi kimi zaman da bazı hakların sınırlandırılması, kullanımının tamamen engellenmesi, çeşitli psikolojik saldırılar, psikolojik baskılar, irade zayıflatma veya irade kırma yöntemleri şeklinde karşımıza çıkar. Bir eziyet ve irade kırma sistemi olarak özetlenebilir. İmralı zaten bir ada ve toplumsal hayattan kopuk bir mekan olarak tecridi içinde barındırmaktadır. Sistemin diğer uygulamaları ise ağırlaştırılmış müebbet hapis yönetiminde üretilmekte. Askeri yasak bölge ilanı edilmiş olması da tek başına olağanüstü bir yönetimin varlığını gösterir. Bu rejimde tanınan haklar, yasada sınırlı bir şekilde tanımlanır, ancak bu sınırlı haklar da düzenli bir şekilde uygulanmaz, istisnanın istisnası haline getirilir, hatta topyekun ortadan kaldırılabilir.

Tabii tüm bunlar, Sayın Öcalan’ın politik konumu, kimliği ve İmralı’da ortaya koyduğu stratejik mücadele hattıyla ilgilidir. Bunun için Sayın Öcalan’ı yalnızlaştırmak, toplumdan uzaklaştırmak, toplumsal ve yaşamsal bağı koparmak; toplumla arasında fiziksel ve düşünsel anlamda oluşan diyalektik bütünselliği sonlandırmak hedefi var. En son haber alınan ve normal bir şekilde sonlandırılmayan telefon görüşmesinin üzerinden 19 ay geçti. Dış dünya ile tüm bağların koparılması ve çok uzun süreli bir şekilde sürdürülmesi her türlü bilinmezliğin/belirsizliğin derinleşmesine yol açmakta. 

İmralı'da nasıl bir hukuk işletiliyor, “İmralı özel hukuk alanı” denilmesinin arka planında ne var?

Mevcut hukuk sistemi uygulanmıyor. Eğer uygulansaydı avukatlar hafta içi diledikleri kadar ziyaret gerçekleştirebilir. Aileler her hafta ya da iki haftada bir görüşebilir, ayrıca telefon/mektup/faks gibi yollarla iletişim kurabilirdi. Keza bu iletişim araçlarıyla Sayın Öcalan ve diğer müvekkillerimiz de aile ve avukatlarıyla, resmi kurumlardan sivil toplum örgütlerine kadar birçok kesimle temasa geçebilirlerdi. Tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız. Hem Türkiye’nin anayasal ve yasal düzenine hem de uluslararası sözleşmelere uygun davranılmıyor. Yasalara aykırı davranılması, hakların ihlal edilmesi ya da suç işlenmesi karşısında herhangi bir denetim ve kontrol mekanizması da devreye girmiyor. İmralı ulusal ve uluslararası mahkemeler, yetkili diğer birçok kurum, avukatlar, sivil toplum örgütleri gibi sayısız denge ve denetim mekanizmalarından tamamen arındırılmış bir mekan. Bir denetimsizlik ve kontrol dışılık mevcut. Diğer açıdan ise hukuk düzeni içerisinde kurulan ve temel hak ve özgürlükleri korumakla görevli mahkeme, savcılık veya kurul gibi mercilerin İmralı’daki yasaklarla kısıtlamaları üreten yerlere dönüştüğünü görüyoruz. Sadece “resmi” kararlar ile değil tabii, idarenin ve savcılığın fiili müdahaleleriyle de temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı, yasaklayıcı uygulamalara gidilebiliyor, kararlar alınabiliyor. Bu kararların sadece İmralı ile sınırlı kalmadığını görüyoruz.

Yaptığınız başvurusu sonrası Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne yanıt veren Türkiye, Öcalan’ın “umut hakkı"ndan muaf tuttuğunu itiraf etti. Verilen yanıt ne anlama geliyor?

AİHM kararını 2014'te vermişti. Bakanlar Komitesi ise bu kararı son bir yıl içerisinde toplantı gündemlerine aldı ve Türkiye’ye yapması gerekenleri açıkladı. Bu süre zarfında gerek bizlerin gerekse de sivil toplum örgütlerinin Bakanlar Komitesi'ne yaptığı birçok başvuru var. Türkiye bunlardan bazılarına daha önce cevap vermişti. Önceki cevaplarında da kimi istisnaların olduğundan bahsetmişti. Buradan aslında Sayın Öcalan’a uygulanan ağırlaştırılmış müebbet hapis şeklinin bu istisnalar arasında olduğunu, hatta bu istisnanın kendisi olduğunu anlamak zor değil. Kısaca kararı yerine getirmeyeceğini, Bakanlar Komitesi'nin çağrılarına da uymayacağını ifade etmiş oluyor. Elbette Bakanlar Komitesi'nden bu konuyu geçiştirmesini istiyor. Nasıl ki Bakanlar Komitesi, İmralı yargılamalarının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği yönündeki AİHM kararını, yeniden yargılanma yerine dosya açıp kapamayla yeterli gördüyse bu konuda da benzeri bir karar vermesini ister. Halbuki Türkiye’nin istisna olarak nitelendirdiği yasal düzenlemelerin kendisi, yapısal sorunun esasını teşkil ediyor. AİHM, ömür boyu hapis şeklindeki düzenlemeleri her açıdan değerlendirip işkence yasağına aykırı olduğuna karar vermişti. Bakanlar Komitesi de Kasım-Aralık 2021'de açıkladığı ara kararlarında sorunun devam ettiği, Türkiye’nin AİHM kararına uygun bir düzenlemeyi yapmadığı tespitinde bulunarak çağrı yaptı. 

Bakanlar Komitesi’nin Öcalan ile birlikte toplam 4 dosyada, 2 Aralık 2021 tarihli toplantısında Türkiye’den talepleri oldu. Eylül'ün sonuna kadar da bu taleplere yanıt vermesini istedi. Verilen süre doldu, bu konudaki gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz?

Bakanlar Komitesi'nin yayınladığı ara kararlar, Türkiye’nin AİHM kararına uygun adımları derhal atması yönündeydi. Türkiye’ye verdiği süre adım atması için verilen bir süre değildi. Derhal atması gereken adımlar konusunda bilgilendirme yapma süresiydi. Türkiye, karara uygun herhangi bir düzenleme yapmadığından bu konuda Eylül ayı içerisinde herhangi bir bilgilendirmede bulunmadı, ancak 14 Ekim'de “umut hakkı” izleme süreci için Bakanlar Komitesi'ne yeni bir eylem planı sundu. Eylem planında yeni bir gelişmenin olmadığını görüyoruz. Önceki eylem planları ile bizlere ve STK’lara verilen cevaplardan farklı değil. İstisnai ve muaf tutulan cezalar tekrarlanmış. Bu eylem planında yürütülen tartışmalar, AİHM kararları esnasında bilinen ve değerlendirmeye alınan hususlar. Haliyle AİHM, eylem planında açıklanmaya çalışan durumları değerlendirdikten sonra ihlal kararları vermişti. Verilen ihlal kararları da kesinleşmiş ve bugün kararlara uygun adım atma zamanıdır fakat Türkiye, Bakanlar Komitesi'ni kesinleşen AİHM kararlarının gerisine çekmeye çalışıyor. Tüketilen tartışmaları yeniden açıp Bakanlar Komitesi'nden lehine bir karar vermesini bekliyor. Bakanlar Komitesi'nin, Kasım-Aralık 2021 toplantısındaki tespit ve çağrıları çok açık. AİHM’in ihlal kararlarına yol açan yapısal yasal sorunlar devam ediyor. Bu son eylem planı da dikkate alındığında Bakanlar Komitesi'nin 'derhal adım at' şeklindeki çağrılarının karşılık bulmadığını, verilen cevabın herhangi bir adıma tekabül etmediğini söylemek mümkün.

Eylem planında yapısal sorunla ilgili istatistiki verilere dair herhangi bir geri dönüşün olmadığı da görülüyor. Yine eylem planında başka ülkelerde ömür boyu hapis cezalarının olduğunu ileri sürülmüş, ancak Bakanlar Komitesi son çağrılarında diğer ülkelerdeki pozitif yasal gelişmelerden örnek alabileceği yönünde tavsiyelerde bulunmuştu. 

Türkiye, ısrarcı olması halinde ne gibi yaptırımlarla karşı karşıya kalır, süreç nasıl işler?

Aslında Bakanlar Komitesi kararın verilmesi ile birlikte bir denetim-izleme süreci başlatmıştı, ancak aradan geçen 7 yıl içerisinde dişe dokunur hiçbir şey yapmadı. Geçen yıl kararları gündemine aldığını duyurdu, sonra ara toplantı karar sonuçlarını açıkladı. Her ne kadar Türkiye’ye Eylül ayına kadar bilgilendirmede bulunma çağrısı yapmışsa da atması gereken adımları derhal atmasını talep etti. Türkiye ise buna uymadı. Bu durum Türkiye’nin karara uygun atması gereken yasal adımlar ile AİHM kararına uyması yönündeki sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor. Hatta Bakanlar Komitesi'nin de belirttiği gibi derhal atması yönündeki çağrı ve ara kararlar geçerliliğini koruyor. Yani AİHM, 2002'den beri İmralı’da işkence uygulaması olduğuna hükmetti. Hal böyle olunca Komite tarafından izlenen sürecin etkili bir şekilde yürütüldüğünü söylemek mümkün değil. Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün demokratik bir toplum ve demokratik bir hukuk açısından ne kadar elzem olduğu ortada. 10 milyonu aşkın kişi 2013'te Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü talep etti ve bu talepleri Avrupa Konseyi'ne sundu. Bugün ise bu talep daha da evrensel boyuta ulaşmış durumda. Bakanlar Komitesi'nin bu toplumsal hakikati görmezden gelmemesi gerekiyor. Komite’nin, devletlerin ve sorumlu hükümetlerin siyasi çıkarları doğrultusunda değil demokrasiden, hukuktan yana tavır ve karar geliştirmesi gerekiyor. Nihai amaç, gerçekleşebilir hukuksal adımlar atılmasının sağlanması olmalı.

Binlerce avukat, Türk Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu. Bu başvurular ne anlama geliyor? 

Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu başta olmak üzere 2 bin civarında avukat, Adalet Bakanlığına başvurarak Sayın Öcalan ile görüşme talebinde bulundu. Bu başvurunun bu kadar geniş bir sayıda ve dünyanın çok geniş coğrafyasını kapsayan bir boyutta olması ilk kez yaşanan bir durum. Bunun pek çok nedeni olduğunu düşünüyoruz. Tepkilerin sorunun derinliğini ortaya koyacak bir sürekliliğe ve yaygınlığa ulaşması; tecridin derinleşmesinin militarist siyaseti tetiklemesi ve rejimin otoriterleşmesine zemin sunması; Sayın Öcalan’ın çabalarının, düşüncelerinin ve emeğinin somut olarak çok daha fazla görünür olması... Şu ana kadar bu başvurulara Adalet Bakanlığı tarafından bir yanıt verilmiş değil. Başvurucular, çaba ve girişimlerini sonuç alana kadar sürdüreceklerini beyan etti. Bu girişimlerin devamının geleceğini tahmin ediyoruz. 

CPT geçtiğimiz günlerde İmralı’yı ziyaret ettiğini açıkladı. CPT’nin söz konusu İmralı olunca görevini yerine getirdiğini ifade edebilir miyiz? 

CPT yaptığı ziyaretin 6 ay sonra hazırlanacak raporuna karşı Türkiye’ye 6 ay cevap süresi vereceklerini daha sonra Türkiye’nin onay vermesi halinde açıklayabileceklerini açıkladı. Yani klasik/normal prosedürü uygulayacaklarını göstermiş oldular. Böylece tecrit ve işkence sisteminin, “normal” seyrindeymiş gibi algılanmasını istiyorlar. Oysaki İmralı’daki koşullar olağanüstü. İşkence ve insanlık dışı uygulamalar, sistematik bir şekilde art arda sürdürülüyor ama CPT “normal” yaklaşıyor! İşkence ve insanlık dışı uygulamaların önlenmesi ve idarenin hukuka uygun bir rejim haline gelmesi için üzerine düşenleri yapmıyor. Mevcut koşulların sürdürülmesine yol açıyor. Son 12 yıldır işkence ve insanlık dışı uygulamaların yoğun geliştiği hiçbir anda de-facto bir şekilde hareket etmemiş, İmralı’daki koşullara müdahale etmemiş. Ziyaretleri rutin bir aralıkta ve kendi politik çizgileri doğrultusunda gelişiyor. 1999'dan bu yana Türkiye dışında İmralı’yı en yoğun takip eden kurum CPT’dir. Bu takip hali, elbette hukukun gereğinin yerine getirilmesi için değil, daha çok politiktir. Ağır koşulları değiştiren, hukuka uygun, insan onuruna uygun hale getiren, iyileştirmeler yaptıran bir davranış ve düşüncelerini göremedik.

CPT’ye düşen görev ve sorumluluklar nelerdir?

Evrensel değer ve ilkeler ile daha önce yayınladığı raporlarda yaptığı tespitler ve tavsiyeler doğrultusunda bugünkü mevcut gerçekliğe uygun davranması gerekiyor. İmralı’daki koşulların kötü muamele yasağına aykırı; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ayrımcı bir düzenleme; disiplin cezalarının alakasız, nedensiz ve politik; avukat ve aile ziyaretleri konusunda dış dünya ile temaslarının önemli olduğu yönündeki tespitlerinin devamını getirmeleri gerekiyor. Yoksa yalnızca tespit ediyor olmaları, İmralı hakikatine denk düşen bir şey değil. 

CPT, bu tespitler ışığında Türkiye’ye birçok tavsiyede bulundu. Bu tavsiyeler, 2010 ziyaretinden bu yana 2013, 2016, 2019 tarihli ziyarete ilişkin raporlarda da devam etti fakat gittikçe iyileşen koşullar yerine ağırlaşan koşulları yaşıyoruz. Bu durumda Türkiye’nin uzun yıllardır CPT’nin tavsiyelerine uygun davranmadığı ortaya çıkıyor. Başka bir ifadeyle Türkiye, CPT ile iş birliğine yanaşmadığı tespitini yapmak gerekiyor. CPT ise bu tespiti yapmaktan kaçınıyor. Eğer Türkiye’nin iş birliğine yanaşmadığı tespitinde bulunursa CPT Sözleşmesi'nin 10/2. Fıkrası'nda yer alan uluslararası kamuoyu açıklaması şeklindeki prosedürü işletmek durumunda kalacak. Buna göre; ziyaret öncesinde olabileceği gibi ziyaret akabinde ya da hazırlayacakları rapor kapsamında Türkiye’nin onayı gerekmeden açıklama yapabilecektir. Bu, elbette uluslararası bir teşhir ve kamuoyu baskısı açısından önemli. Böyle olmayınca mutlak iletişimsizlik ve hukuk dışı uygulamalar ağırlaştırılarak devam ediyor. Şu aşamada CPT’den beklentimiz sonuç alıcı bir tavır sergilemesi. Gidip ziyaret etti. O halde vakit kaybetmeden müvekkillerimizin durumları hakkında tatmin edici açıklamalarda bulunmalı. 

CPT’nin Türkiye’yi ziyaret ettiği duyurusundan hemen sonra müvekkilinize yeni bir cezanın verildiği açıklandı. Bu ne anlama geliyor?

CPT ziyareti 20-29 Eylül 2022 tarihleri arasında gerçekleşmiş. Bahsettiğiniz disiplin cezası ise 9 Eylül 2022'de verilmiş. Biz bunu farklı birçok başvuru yöntemini uygulamamıza rağmen ancak çok sonra öğrenebiliyoruz, çünkü sorumlu idari ve yargı mercileri, görevlerini yerine getirmiyor. Bu disiplin cezası, anlattığımız tecrit enstrümanlarından yalnızca biri. 

CPT’nin Ağustos 2020'de yayınladığı raporundan sonra tespit ve tavsiyelere uygun adım atmak yerine Eylül 2020'de üç farklı şekilde art arda telefon, avukat ve aile yasak kararları alınmıştı. Sadece bu örnekler bile CPT’nin bugünkü tavrından farklı bir şekilde davranması gerektiğini anlatmaya yetiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.