Erdoğan seçimi kazanırsa...

Dosya Haberleri —

Erdoğan/foto:AFP

Erdoğan/foto:AFP

  • Erdoğan’ın Batı dünyasındaki kredisinin oldukça zayıf olmasından ve seçimi kazanmış olsa da bir otokrat olarak demokrasi-karşıtı cephe içinde ele alınacak olmasından dolayı Türk devleti Çin-Rusya hattına tarihinde hiç olmadığı yakın duracaktır.
  • PKK vaadi dışında devlete tutunabileceği ya da topluma sunabileceği hiçbir anlam bütünlüğü yoktur. Nihayetinde devlet, bu vaadin sonucuna göre NATO meselesine dair pozisyonunu belirleyecektir.
  • Erdoğan’ın seçimi kazanması, cumhuriyet kurulduğundan bugüne tekrarlanan savaş suçları ve zamana yayılan asimilasyon politikaları ile Türk devletinin Kürtlere karşı yürütmekte olduğu soykırım planının (her ihtimal göze alınarak) tamamlanmasına yönelik bir ihtirasa işaret eder.

ÇAĞRI KURT*

Bir devletin iç politikasında yaşanan gelişmelerin aynı devletin dış politika stratejisine nasıl yansıyacağı tahmin edilebilir mi? Edilebilir, lakin iç politikada yaşanması muhtemel gelişmelerin tutarlı bir analizinin yapılması ilk şarttır. Bahse konu devlet Türkiye Cumhuriyeti ve olası iç politika gelişmesi 14 Mayıs seçimleri olarak düşünüldüğünde, yerinde bir analiz için ilk adım maliyetli bir soru-cevap pratiği olacaktır: Seçime bağlı dinamiklerin iç politikada yaratacağı sonuçlar neler olacaktır?

Fazlasıyla anlam yüklenmiş çerçevesinden dolayı, devrim ya da darbe kategorisinde ele alınamayacak olsa da, 14 Mayıs seçimleri sıradan bir iç politika gelişmesi olarak değerlendirilemez. Bu yüzden, ikinci turdaki nihai sonuçları (ön)görmeden 2023 ve sonrasına dair değerlendirmelerde bulunmak pek de kolay değildir. Hata payını azaltmak için, risk analizi yönteminde sıklıkla kullanılan senaryo tekniğine başvurarak mevcut olasılıklar yazılabilir:

* Olasılık 1) Erdoğan seçimi kazanır ise ne olur?

* Olasılık 2) Erdoğan kazanamaz, ama iktidarı devretmez ise ne olur?

* Olasılık 3) Kemal Kılıçdaroğlu seçimi kazanır ise ne olur?

İlk turdaki seçim sonuçları vesilesiyle ortaya çıkan panorama, her üç olasılığın da denklem dahilinde olduğuna ama birinci olasılığın daha yakıcı bir gerçeklik ile kendisini dayattığına işaret etmektedir. Peki, daha spesifik olarak, Erdoğan’ın kazanması dahilinde Türk dış politikasının en hassas bölümü olan Kürdistan meselesinin seyri hakkında ne söylenebilir?

Türkiye vs. Bakûr

Bu durumda; Erdoğan’ın sağlık durumundan - eşi benzeri görülmemiş hırsızlık dosyalarına, ebedi bir yoksulluktan - esamesi okunmayan adalete kadar, ne anlatırsa anlatsın siyasal muhalefet ciddiye alınmayacaktır. Zira, içinde bulundukları sıkışmayı bir toplumsal kalkışmaya çevirmek yerine, milyonlarca insan Erdoğan’ın lideri olduğu bir devletin altında yaşamak istemeyecek ve ülkeyi terk edecektir. Erdoğan ise siyasal muhaliflerine saldırmak yerine, bugüne kadar kendisine bağlı gibi gözüken heterojen iktidar yapılanmasındaki farklı hizipleri/grupları/kanatları hizaya çekmek isteyecektir. Hizaya gelmeyenler ile güvenlik bürokrasisinde, özellikle MİT içinde, kısa süreli ve büyük oranda dışarıdan takip edilemeyen bir savaş durumu yaşanacaktır. Nihayetinde, askeri-siyasal-bürokratik elitler arasındaki rekabetin minimize edildiği bir devlet yapılanmasına ulaşılacaktır.

Öte yandan, Erdoğan’ın iktidarda kalmasıyla piyasalara salınan umutsuzluk ekonomik çöküşün giderek hızlanmasına sebep olacak ve Türk lirasının hızlı değer kaybı karşısında acil borçlanma ihtiyacı doğacaktır. Bu borcun nasıl temin edilebileceği, Türk dış politikasının yörüngesinin makro düzeyde dünyanın hangi kanadına yaklaşacağına dair en büyük ipucunu sunacaktır. Erdoğan’ın Batı dünyasındaki kredisinin oldukça zayıf olmasından ve seçimi kazanmış olsa da bir otokrat olarak demokrasi-karşıtı cephe içinde ele alınacak olmasından dolayı Türk devleti Çin-Rusya hattına tarihinde hiç olmadığı yakın duracaktır. 2015 Konseptinin bir çıktısı olan özerk dış politika, dünyanın sinir uçlarıyla kendi çıkarları özelinde iş tutabilme arzusu görüntüde devam ediyor gibi gözükse de, Türkiye İran gibi dünyanın batısını ürküten bir tarzdan imtina ederek dünyanın doğusuna yaklaşacaktır.

Bu durumda NATO’da kalıp-kalmamak konusunda ciddi bir tartışma yürütülecek, ama bu karar zamana yayılacak ve kararın nihai sonucunu ise bir olay belirleyecektir: Eğer Erdoğan seçimi kazanırsa, en büyük hazırlığı yapması gereken yapı PKK olacaktır. Zira; devletin on yıllardır devam edegelen PKK’nin askeri kapasitesini bitirme vaadinin 2023 sonrasına kalabilmiş Erdoğan iktidarı tarafından gerçekleştirilmek istenmesi, aynı iktidarın kendisini meşru ve muktedir kılabilmesinin tek yolu olacaktır. Özellikle 2015 Konsepti ile birlikte, ‘Kürt sorunu bir uluslararası terör hadisesidir’ varsayımı,  toplumsal bilinç-dışına peyderpey işlenmiştir. Seçimi kazanmış Erdoğan’ın PKK vaadi dışında devlete tutunabileceği ya da topluma sunabileceği hiçbir anlam bütünlüğü yoktur. Nihayetinde devlet, bu vaadin sonucuna göre NATO meselesine dair pozisyonunu belirleyecektir.

Yalnız, Kürdistan meselesinin tüm parçalarla iç-içe geçen ve sistemsel olarak küreselleşen karakterinden dolayı, ‘PKK meselesinin halli’ askeri bir tartışmanın ötesinde dinamiklere işaret eder. Bu konuda (şimdiden) uluslararası ilişkiler odaklı bir hesaplamanın yapılabilmesi mümkün değildir, sadece akılda tutulması gereken nokta, Türkiye’nin devletler-arası matematiği istediği gibi kullanamadığı durumda bunu tersine bir komplo teorisine çevirerek Kuzey’e yöneleceğidir. Örneğin; Batı Kürdistan’da yaşanacak muhtemel bir Kürt-Türk savaşında birden fazla etkenden dolayı beklediği sonuçları üretemeyen devletin, yaşadığı kayıplar karşısında faturayı Kuzey Kürdistan’da kitle destekli linç ve sürgün siyasetine evriltme ihtimalinin düşük olmadığı akılda tutulmalıdır. Farklı bir deyişle; Erdoğan’ın seçimi kazanması, cumhuriyet kurulduğundan bugüne tekrarlanan savaş suçları ve zamana yayılan asimilasyon politikaları ile Türk devletinin Kürtlere karşı yürütmekte olduğu soykırım planının (her ihtimal göze alınarak) tamamlanmasına yönelik bir ihtirasa işaret eder.

Türkiye vs. Rojava

Erdoğan kazanırsa; Türk dış politikasının nasıl idare edileceğine dair ana tartışma (onlarca konu başlığı olsa da) Suriye meselesi üzerinden şekillenecektir. Suriye dosyasındaki çoklu çıkar çatışmalarının nasıl kavranacağı hususunda ise jeopolitik değişkenlikler olduğu görülmektedir. Örneğin; İran-Suudi çatışmasının Amerikan jeopolitiği için fayda sağladığı ama Türkiye-Kürdistan çatışmasının aynı jeopolitiğe zarar verdiği fark edilmektedir. Öte yandan, öne çıkarılan çatışmaların Rus (ve dolaylı olarak Çin) jeopolitiği açısından tam tersi bir yerden ele alındığı ve sonuçlar ürettiği anlaşılmaktadır, Suriye dosyasındaki tüm çelişkilerin idaresine bugüne kadar zemin sunan, bugünden sonra ise yük olmaya başlayacak olan işgal edilen topraklar meselesidir.

Türk siyasetçilerin Ortadoğu hakkında kelam ettiklerinde sıkça kullandığı, eski dış işleri bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil’e atfedilen  bir söz vardır: ‘Masada değilseniz menüdesinizdir.’ Diplomasiyi sürekli olarak varlık-yokluk sorgulamasında icra eden bir aklın ürünü olan bu söz, işler yolunda gitmeyince her yola başvurmanın farz olduğunu salık verir. Bu yaklaşımın bir yansıması olarak; 2011 yılında makro hedeflerle girdiği Arap Baharı sürecinde 2016 yılında mikro hedeflerle yola devam etmek zorunda kalan Türk devletinin Suriye’de ‘masada kalmak’ adına askeri işgaller serisine giriştiği görülmektedir. Sığınmacı akışının kontrolünü sağlamak dışında, bu hamlelerin esasında devletin nihai stratejik amacının bir kısmını sağlamlaştırdığı düşünülebilir. Farklı bir deyişle; Kürdistan coğrafyası bütünlüklü ele alındığı zaman Kürtlerin Êfrîn üzerinden Akdeniz’e açılmasının önünün (bugün itibariyle) kesilmiş olması söz konusudur. Böylelikle Kürtlerin Suriye’nin Kuzeydoğusuna sıkışmasına sebep olunurken aynı zamanda Xweserî’nin Başur ile al-ver yapmasının zorunluluğu doğmuştur.

Türk devleti bu zorunluluğu, Başur üzerindeki egemenliğini kullanarak, Xweserî’ye yönelik ikinci bir daralmaya çevirmiştir. Son olarak, Serêkaniyê - Girê Spî arasında bir cep tutmuş ve kendi güneyinden Suriye’nin kuzeyine doğru insansız hava araçlarıyla sürekli tehdit/taciz pratikleri icra ederek Xweserî’ye yönelik üçüncü daralmanın zemini oluşturmuştur. Fakat tüm uğraşlara rağmen, Kürtlerin kazanımlarının bir bütün olarak ortadan kaldırılmasına odaklanan nihai strateji yerine getirilememiş ve bu aşamadan sonra da yerine getirilmesi imkansız bir hal almıştır. Zira, yeniden bir iç-savaş durumu söz konusu olmadığı sürece, Türk devletinin sert güce dayalı hamlelerini derinleştirebilmesi ve oradan büyük bir strateji yaratabilmesi olası değildir. İç-savaş ihtimali bir kenara, aksi yönde hızla birçok gelişmenin yaşandığı, diplomatik denge ve siyasal çözüm olasılıklarının arttığı bir ortam söz konusudur. Öyleyse?

Şantaj siyaseti

Türk devleti ‘şantaj siyaseti’ yapabilmek konusunda hatırı sayılır bir üne sahiptir. Hafife alınmaması gereken bu tekniğin Türk devletinin dış politikadaki en büyük mahareti olarak görüldüğü akılda tutulmalıdır. Güncel olarak Suriye sahasında şantaj siyasetini yapabilmenin en büyük zemini ise Urfa, Antep, Kilis, Hatay valilikleri tarafından yönetilen ve uluslararası hukuk nezdinde Türk devletinin işgalci pozisyonunda olduğu topraklardır. Eğer Esad’ın varlığı bu kadar meşru bir iklime (bugün itibariyle Arap Konseyi tarafından da kabul edilmiş bir düzeye) gelmemiş olsa idi ya da iç savaş durumu yeniden alevlenerek tırmanışa geçse idi Türk devletinin işgal ettiği toprakları ilhaka çevireceğinden şüphe duyulmazdı. Ayrıca, Golan Tepeleri’nin ve Kırım’ın ilhakından farklı olarak, bu toprakların iki devlet arasındaki bir husumet bağlamının ötesinde, küresel ve bölgesel çelişkilerin ortasında olması işgalin ilhaka dönüşmesinin önünde engeldir. Haliyle, Türk devletinin Suriye özelinde yürüttüğü ilhak diplomasisi bir olasılık olarak devre dışı kalmıştır. Bu durum, vadesi bilinmemekle birlikte, geri çekilmenin hayata geçirilmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.

Türk devletinin işgal ettiği toprakların 3 parçası Kuzeybatı Suriye’de Rus jeopolitiği ile çakışma yaşarken, 1 parçası da Kuzeydoğu Suriye’de Amerikan jeopolitiği ile çakışmaktadır. İlginç olan, Amerikan jeopolitiğinin Türkiye’nin Kuzeybatı Suriye’deki varlığını kullanışlı görmesi ve buna mukabil Rus jeopolitiğinin ise Türkiye’nin Kuzeydoğu Suriye’deki varlığını kullanışlı görmesidir. Bu yüzden tek ve toplu bir geri çekilme senaryosu olası değildir. Rusya üzerinden Rejim ile yürütülecek geri çekilme tartışmaları için Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesi talebi iletilecek; Amerika üzerinden Rojava ile yürütülecek geri çekilme tartışmalarında ise Kürt-Türk barışı talebi alınacaktır. İletilen ve alınan taleplerin Kuzeybatıda cihatçıların ve Kuzeydoğuda ‘’PKK’lilerin’’ varlığı gibi kendi içlerinde birden fazla varyasyonları olsa da, bunların ne oranda hayata geçirileceği bahse konu her iki jeopolitiğin uzlaşma dinamiklerine göre şekillenecektir. Türkiye bu uzlaşının kolaylaştırıcısı ya da parçası olmaktan ziyade statükocu bir tavır takınarak gelişecek olası durumlara göre kendi çıkarlarını revize edecektir.

Bu noktada, küresel jeopolitikleri devre dışı bırakarak bölgesel dinamikler üzerinden alternatif formüllerin arayışına girilebilir mi sorusu gündeme gelecektir. Realist bir bakış açısıyla ele alındığında, Irak-Libya-Yemen dosyalarından farklı olarak Suriye sahasında güçler arası rekabetin fazlasıyla kristalize bir hale geldiği görülmektedir. Keza, İsrail ve İran hareketliliklerine odaklanıldığında, devletler-arası aktif çelişkilerin mevcut jeopolitik sıkışmayı aşabilmekten ziyade güçlendirdiği gözlemlenmektedir. Ahvale istisna teşkil eden, Arap Birliği’nin Şam’ı yeniden konseye dahil ederek meşru bir aktör olarak görmesi ise Kürtler ve Rejim arasında bir ortak zemin yaratabildiği ölçüde Suriye’nin bütünlüğü iddiasıyla jeopolitik uzlaşmaya imkan sağlayabilecektir. Görüldüğü üzere, Türkiye’nin kısa vadede ne küresel ne de bölgesel karar alıcılarla eş zamanlı ya da ortaklaşa bir eylem çerçevesinde hareket edebilmesi olası değildir.

Türkiye vs. Başur

Erdoğan kazanırsa, Türk devletinin Güney Kürdistan’da askeri ve istihbari olarak işgal ettiği alanlardan ve noktalardan çekilmesi mümkün müdür? Hayır. Türk devletinin savaşı kendi resmi sınırları dışında tutmak ve PKK’nin fiziksel olarak Kuzey’e müdahil oluşunun önüne geçmek konularında hükümetlerin kaderinden bağımsız bir politikanın takipçisi olacağının altı çizilmelidir. Fakat burada dikkat çekici olan, devletin üslendiği bölgelerde kalıcı olabilmesi için sürekli savaşmak zorunda olmasıdır. Bu bölgeler Rojava’da işgal edilen düzlüklere benzememektedir, bilenen anlamıyla yerleşik bir düzen kurulamaz. Bu yüzden işgal edilen alanlarda on yıllarca kalınabileceğini iddia edebilmenin askeri açıdan ve ek olarak uluslararası siyaset açısından da gerçekçi olduğu söylenemez.

Bu olgusal tespitleri göz önünde bulundurarak, Türk devletinin gönüllü çekilmesinden ziyade askeri yenilgiler almasının ya da merkezi ve bölgesel hükümetler düzeyinde büyük bir siyasal baskıya maruz kalmasının mümkün olduğu üzerine planlama yapılmalıdır. Ayrıca; Türkiye’nin Güney’deki varlığı, Suriye sahasına benzer bir şekilde Amerikan ve Rus jeopolitiği gibi yapısal değişkenlerden görece daha az etkilenen, daha çok bölgesel dinamiklerin belirleyiciliğinde seyreden bir durumdur. Tahran-Bağdat-Erbil-Süleymaniye arasındaki hatların (Ankara ve Kandil tarafından) kimin lehine ve nasıl örüleceği hayati önemdedir. Hangi özneler birlikte hareket edebilir ya da herhangi bir konuya bağlı ittifaklar nasıl şekillenebilir?

Örneğin, ‘’Güney Kürdistan sınır güvenliği’’ ya da ‘’KDP’siz ulusal birlik’’ gibi konular bu bağlamda stratejik tartışma başlıklarından biri olabilir. Fakat Ankara’nın Irak ile yürüttüğü ticari ilişkiler ve su kaynaklarının yönetimi gibi bahse konu edilmeyen başlıkların Türk devleti tarafından hatırı sayılır şantaj malzemeleri olarak kullanıldığı da unutulmamalıdır. Teşbihte hata olabilir, Irak’ın yerinde İsrail olsa idi tarım ve ticaret bakanlıklarının nasıl savaşın parçası olabileceklerine odaklanırdı. Farklı bir deyişle, PKK olsa da olmasa da Irak’ın Türkiye ile yapısal problemlerinin olduğunun ve bunun bir siyasal bilinç olarak netleşmesi gerektiğinin Tahran üzerinden Bağdat’a izah edilebilmesi gerekir.

* Siyaset bilimci

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.