Ezen ulus, Kürtlerin acılarına duyarsızlığının bedelini ödüyor

Dosya Haberleri —

SYKP

SYKP

  • “Türk usulü faşizm, sömürgeci yönetim tarzının yüzünü batıya çevirmesidir ve Kürt halkının acılarına duyarsız kalmasının ezen ulusa bedeli olmaktadır. Faşizm, hükmetme tarzını ve şiddet kullanma pervasızlığını büyük oranda sömürgelerindeki halklara karşı yürüttüğü politikalar sürecinde yapılandırmıştır.”

MASİS HESKİF

AKP-MHP-Ergenekon ittifakının emeği köleleştirmek, Kürt halkının direnişini ezmek, kadını eve hapsetmek ve patriyarkayı hâkim kılmak, Türkçü/dinci ideolojiyle toplumu zapturapt altına almak amacının olduğunu söyleyen Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesi İlhan Yıldırım, antifaşist bir hatta birleşmenin kaçınılmaz olduğunu vurguladı.

Yıldırım, “Sosyalizm mücadelesinin yenilenmesi ihtiyacının dünyada ve ülkemizde yoğun olarak tartışıldığı koşullarda ve bu arayışlara bir nevi yanıt olarak ortaya çıkan partimiz, Gezi İsyanı günlerinde kuruldu” dedi ve SYKP’nin “geleneğini” şu cümlelerle özetledi: “SYKP, Türkiye devrimci-sosyalist hareketinin ana akımlarından THKP-C, THKO, TSİP, Kurtuluş, TKEP, TKP(B), Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli geleneklerinden örgüt/çevre/birey düzeyinde güçler barındıran bir tarihsel arkaplana ve çoğulluğu sahiptir. Demokrasi İçin Birlik Hareketi ve onun devamı olan Halkların Demokratik Kongresi’nde ortak faaliyet içinde bulunan dört siyasi yapı, yeniden kuruluş perspektifiyle SYKP’yi kurdu. Bu, devrimci harekette başarılı sonuçlanan ortaklaşmalardan biri olarak kabul edilebilir.”

Nihai hedef: Komünist toplum

SYKP'nin nihai hedefinin “dayanışma ve ortaklaşmanın insanın varoluşunun içselleştirilmiş bir özelliği haline geldiği bir komünist toplum” olduğunu kaydeden Yıldırım, “Bu, kır/kent ve kafa/kol emeği çelişkisinin çözüldüğü, cinsler arasındaki egemenlik/bağımlılık ilişkilerinin son bulduğu, bütün toplumsal ilişkilerin ve insan-doğa ilişkilerinin de sürdürülebilir bir ortaklaşa evrim ve ekolojik döngülerle uyumlu bir üretim ve tüketim perspektifi ile dönüştürüldüğü bir toplumdur. Mücadele hattımızı, konjonktürün belirleyici taktik halkası olan antifaşist mücadele ile anti-kapitalist, anti-sömürgeci, anti-patriyarkal ve ekolojik mücadeleleri bütünleştirme temelinde tanımlıyoruz” diye belirtti.

 

Sömürgecilikten öğrendiler

Kapitalizmin küresel krizi ile faşizmler arasındaki doğrusal ilişkinin Türkiye'de devlet içinde statükonun çözülmesi ve bıraktığı boşluğu ele geçirmeye çalışan güçlerin şiddetle yürüttüğü iktidar mücadeleleri şeklinde tezahür ettiğini söyleyen Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu süreç, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimine karşı-darbe ile yanıt veren AKP-MHP-Ergenekon koalisyonunun iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlandı ve parlamentonun işlevsizleştirildiği ve anayasanın boşa düşürüldüğü Türk usulü başkanlık sistemiyle mevcut faşist rejimin inşasına giriştiler. Bu dönüşümde kapitalizmin küresel krizi kadar belirleyici olan diğer etken ise Kürdistan'da yürütülen kirli savaştır. Kürt halkının zorla asimilasyonu politikası, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet aygıtının niteliğinin oluşmasında tayin edici bir rol oynadı. Kürt halkı siyasal, sosyal ve ekonomik olarak geliştikçe daha fazla baskı gerekli oldu bu, giderek karşılanamaz seviyelere ulaşan bir çıkmaz yolun ağır toplumsal trajedilerle sürdürülmesi anlamına geldi. Klasik örneklerinde olduğu gibi faşizm, hükmetme tarzını, kadro tipini, iç dokusunu, hukuk(suzluğ)unu ve şiddet kullanma pervasızlığını büyük oranda sömürgelerindeki halklara karşı yürüttüğü politikalar sürecinde yapılandırmıştır.”

 

Türk usulü faşizm

“Sömürgecilik faşizmin kuluçkasıdır ve hastalığın zayıflamış vücudu satması gibi merkezi ülkeye sirayet etmiştir” diyen SYKP MYK üyesi, devam etti: “90'lı yıllar boyunca benzer şekilde bölgede yürütülen kirli savaşın pratik uygulamalarının batıya yansımalarına şahit olmuştuk. Rejimin kuruluşuyla bu uygulamalara yapısal bir nitelik kazandırıldı. Türk usulü faşizm, en kısa tanımlamayla, sömürgeci yönetim tarzının yüzünü batıya çevirmesidir ve Kürt halkının acılarına duyarsız kalmasının ezen ulusa bedeli olmaktadır.” 

AKP-MHP-Ergenekon ittifakının emeği köleleştirmek, Kürt halk direnişini ezmek, kadını eve hapsetmek ve patriyarkayı hâkim kılmak, Türkçü/dinci ideolojiyle toplumu dönüştürmek ve zapturapt altına almak amacının olduğunu vurgulayan Yıldırım, dış politikada ise bölgesel güç olmak hedefiyle yayılmacı, işgale ve çatışmaya dayanan bir politikanın esas alındığını belirtti. Yıldırım, “Geçtiğimiz 5 yıl devleti yeniden yapılandırma ve faşizmi kurumsallaştırma süreci olarak işletildi ancak devletin ele geçirilmesi ve toplumun dönüştürülmesi iki ayrı basamaktır. Devleti ele geçirenler, toplumu dönüştürmeyi başaramadılar. Erdoğan'ın ‘Siyasi olarak iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz’ sözü bu gerçekliğin ifadesidir. Büyükşehirleri kaybettikleri 31 Mart yerel seçimleri, toplumsal alanda başarılamamış olanın siyasi karnesi gibidir” diye konuştu.

 

Kurtulmak için

Türkiye halklarının baskı rejiminden kurtulma reçetesine ilişkin de konuşan Yıldırım, demokrasi güçleri ve devlet klikleri arasında yürüyen hesaplaşmanın burjuva muhalefet gibi izleyiciler sırasından seyredilemeyeceğini söyledi. Yıldırım, “Faşizm ya da restorasyon; ‘kırk katır mı, kırk satır mı’ ikilemini boşa düşürmek ve demokratik cumhuriyeti geleceğin seçeneklerinden biri haline getirmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Öncelikli siyasal görev, AKP-MHP-Ergenekon faşist rejiminin tasfiyesi için demokrasi güçlerini antifaşist bir hatta birleştirme ve demokrasi ittifakını kurma görevidir. Bu ittifak, faşizme karşı direnişi örgütlediği kadar rejimin tasfiyesinin ardından kuruculuk misyonunu da hedeflemelidir” ifadelerini kullandı.

 

İç içe geçen üç halka

Demokrasi ittifakının “birbiriyle halka halka iç içe geçen, çok katmanlı ve birleşik bir görev” olarak tanımlanabileceğini söyleyen Yıldırım, AKP-MHP-Ergenekon dışındaki tüm güçleri faşizme karşı aynı hatta kesiştirmeyi öngören en geniş cephe anlayışının ilk halka olduğunu vurguladı. Bu halkaya dönük HDP’nin 31 Mart seçimlerinde geliştirdiği “Kürdistan'da kazanma, batıda faşizme kaybettirme” taktiğinin örnek verilebileceğini belirten Yıldırım, şöyle devam etti: “Bu halkadaki mücadelede tutarlı yaklaşımlarla doğru taktikler geliştirilmediği takdirde bir yandan millet ittifakının kuyruğuna takılma tehlikesi, diğer yandan aynı sonuca hizmet edecek burun kıvırma kolaycılıklarına yol açabilir. İkinci halka ise antifaşist mücadelenin gövdesini oluşturacak, ezilenlerin tarihsel bloku da denilebilecek sistemin iki kutbunun karşısında demokrasi güçlerinin tümünü kapsayan ve siyaset sahnesinde örgütlü ve bağımsız bir güç olarak ortaya çıkartılması gereken üçüncü kutup dinamikleridir. Son halka ise sosyalistlerin devrimcilerin, yurtseverlerin iç içe görevler bütününü yürütmek, onun disiplini ve motor gücünü oluşturmak; meşru mücadele biçimlerini karşı karşıya koymadan, aralarında hiyerarşi yaratmadan, birbirini tamamlar tarzda hayata geçirmek için öncelikle kendilerini örgütlü hale getirerek taktik disiplin sağlayacakları sosyalist koordinasyon kurulması görevidir. Demokrasi cephesi/ittifakı, bu iç içe geçmiş halkaları ancak birbirleriyle ilişki içinde ve birleşik bir görev olarak ele alırsa sonuç alınabilir” dedi.

 

Politik hegemonya kurmak

Yıldırım, “Çok katmanlı birleşik görevin sürükleyici halkası, faşizmin kurumsallaşmasının önünde yegâne direnç olmuş, asla biat etmemiş işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin, özce bir bütün olarak üçüncü kutup dinamiklerinin örgütlülüğüdür” diyerek “bu örgütlülüğün sağlanabildiği ve bir politik hegemonyanın kurulabildiği ölçüde” geniş yığınların düzeniçi çözümlere yedeklenmesinin engellenebileceğini kaydetti.

“Üçüncü kutup” olarak tanımladıkları dinamiklerin örgütsüz olmalarına rağmen yakın tarihte Gezi Direnişi, 7 Haziran ve 31 Mart seçimleri gibi anlarda bir araya gelebildiklerini vurgulayan Yıldırım’a göre, “ancak böyle bir örgütlülük, faşizmin kendisiyle birlikte toplumu çürüteceği kısır döngüden çıkarabilir, rejimin tasfiyesi ardından nasıl bir gelecek kurulacağının çerçevesini oluşturabilir ve iktidar sırası beklerken toplumun acılarına duyarsızlaşmış sistem muhalefetinin tabanı üzerinde demokratik bir basınç kurabilir.”

 

 

 

SODAP: Faşist bir düzen inşa eden ‘ahbap-çavuş kapitalizmi’ne karşı

 

  • “Toplumun bütün üretimini, yandaşlarına, kendilerinden beslenen ve kendilerinin beslendiği sermaye gruplarına peşkeş çekerek bir ahbap-çavuş kapitalizmi inşa ettiler.”

 

MASİS HESKİF

 

Sosyalist Dayanışma Partisi (SODAP), sözcüsü Sevtap Akdağ’ın ifadesiyle, “doktorcu gelenekten”, yani Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik ve politik mirasından gelen bir hareket.

SODAP’ın “çağın eşitlik ve özgürlük arayışı içindeki tüm toplumsal dinamiklerle buluşan bir sınıf mücadelesi” vermeyi öncelediğini belirten Akdağ, “İşsizlik ve yoksulluk karşısında toplumun, emeğin güvence mücadelesi, Kürt halkının siyasi taleplerinin karşılanması mücadelesi, kadınların özgürlük mücadelesi, LGBTİ+’ların hak mücadelesi, Alevi toplumu ve tüm inançların eşit vatandaşlık mücadelesi, doğanın savunulması mücadelesi gibi mücadeleler, bu toplumsal dinamiklerin belli başlıları olarak sayılabilir” diyor.

 

Neden HDP bileşeni?

Bu mücadelelerin “antikapitalist ve antiemperyalist bir perspektifle yürütülmesi” ve “faşizme karşı mücadele hattına oturtulması” gerektiğini savunduklarını belirten Akdağ, partilerinin HDP içinde neden yer aldığını ise şu cümlelerle anlattı: “Halkların demokratik talepler etrafında buluşmasıyla oluşacak örgütlülükler, toplumsal dönüşümlerin dinamosu olacak; demokratik halk iktidarları üzerinden bu yol yürünecektir. Bu nedenle SODAP, demokrasi mücadelesi içinde en etkin şekilde yer alma çabasındadır. SODAP, Kürt halkının kendi kaderini eline alma mücadelesini hem enternasyonalizmin bir gereği olarak hem de demokratikleşme mücadelesinin temel unsuru olarak gördüğünden tüm mücadele dinamikleri düzeyinde ittifak zemininin inşa edilmesi için mücadele eder. HDP, bu ittifakın demokratik siyaset zeminindeki adıdır ve bu nedenle de SODAP, HDP’nin bir bileşenidir.”

 

‘Ahbap-çavuş kapitalizmi’

Türkiye’de hiçbir zaman demokratik bir rejimin var olmadığını vurgulayan Akdağ, AKP-MHP koalisyonunu ise “öncüllerine rahmet okutacak kadar otoriter, baskıcı ve zalim” olarak niteliyor ve ekliyor: “Toplumun bütün üretimini, yandaşlarına, kendilerinden beslenen ve kendilerinin beslendiği sermaye gruplarına peşkeş çekerek bir ahbap-çavuş kapitalizmi inşa ettiler.”

AKP-MHP iktidarının muhaliflere yönelik saldırılarını değerlendiren SODAP Sözcüsü, “Güçlü, kararlı ve aynı yöne bakan bir toplumsal muhalefet örgütlenemezse hiçbir despotik rejimin demokratikleşmeyeceği, kılık değiştirerek varlığını sürdürmeye devam edeceği, tarihsel olarak kanıtlanmıştır” diyor.

 

‘Üçüncü yol’ ile demokratik cumhuriyet

SODAP’ın “faşist bir rejim inşa etmiş ahbap çavuş kapitalizmine karşı tüm toplumun güvenceli bir geleceğe kavuşması için mücadele ettiğini” vurgulayan Akdağ, devam ediyor: “HDP’yi oluşturan tüm bileşenler ve toplumsal dinamiklerle birlikte, HDP’nin ‘üçüncü yol’ olarak tarif ettiği, düzenin restorasyonu ya da konsolidasyonunu sağlamayı değil, demokratik ve sosyal bir cumhuriyeti inşa etmeyi önüne hedef olarak koyan bir hattı örmeye çalışıyoruz.”

 

Günümüzün acil ihtiyacı: Faşizme karşı birlik

Toplumun tüm baskı ve zora rağmen teslim alınamadığını belirten Akdağ, 2021 yılındaki farklı direnişleri buna örnek gösteriyor ama “faşizmin yenilmesi için toplumun sessiz direnişi ya da irili ufaklı dereler misali akan direniş odaklarının yeterli olmadığına” da dikkat çekerek ekliyor: “Günümüzün acil ihtiyacı, bütün toplumsal dinamikleri faşizmin yıkılmasını hedef alan asgari talepler etrafında bir araya getirmektir. HDP’nin çağrısı bunun içindir. Bu birliği kurmak, artık bir zorunluluktur.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.