İstanbul Kitap Fuarı’nın ardından…

Kültür/Sanat Haberleri —

39. İstanbul Kitap Fuarı

39. İstanbul Kitap Fuarı

  • Tarihin ve felsefenin ilk kuralı yeniden işledi bu fuarda; karnı doymayan ve huzuru olmayan insanlar, kültürel gelişimlerini ikinci plana attılar. Buna bir de kur şoklarının etkisi eklenince, halihazırda kitaba ulaşımı zorlaşan büyük bir kitle, ara verilmiş bir fuarın devamına pek de öyle heyecanla yaklaşamadı.

BİLGE AKSU

Üniversite yıllarımda müfredatın dayattığı derslerle yıldızım hiç barışmayınca kendimi içinde bulduğum edebiyat kulübündeki en unutulmaz etkinliklerimiz, yüzlerce kilometre yolu aşıp geldiğimiz İstanbul Kitap Fuarı gezilerimizdi. 2-3 otobüs dolusu insanla gece yarısı çıktığımız yolda, önce gençlik ateşiyle gaza gelip söylediğimiz şarkılar, orta koridorun izin verdiği ölçüde çektiğimiz halaylar ve yavaş yavaş oluşan ufak gruplarda döndürdüğümüz neşeli sohbetler bize eşlik ederdi. Bir iki saat sonra bu sohbetlerin sesi kısılıp fısıltılı dedikodulara dönüştüğünde, çoğunluk kafasını dayadığı camın titreşimine aldırmadan sabaha enerji toplamak üzere uykuya dalardı. Güneş doğarken vardığımız Beylikdüzü Fuar Alanı ve çevresinde henüz güvenliklerin bile ortada görünmediği saatlerde, etrafta yalnızca uzak ve sessiz binaların ve Büyükçekmece Gölü’nün manzarasına bakarak ısınmaya çalışır, bir yandan da hangi kitapları alma hayalleri kurduğumuzu çevremizle paylaşırdık. Gün boyu çoğumuz öğünlerimizi geçiştirerek, belki bir dakika bile oturup dinlenmeden o stant senin bu salon benim gezerek gün batımını bekler ve sonunda elimizde poşetler dolusu kitapla bizi alacak otobüsün gelişini gözlerdik.

Çok çok uzak bir galakside, tozlanıp yıpranmış bir geçmişin gölgesinde olup bitiyor gibi anlattığım bu olaylar aslında 10 yıl kadar öncesiydi. Biz o zaman, yol masrafını kulüp bünyesinden karşılayan ve hemen hepimiz sadece öğrenim kredilerimizle geçinen çocuklardık. Tabii fuar gezisi için para biriktirirdik ya da eğer şanslıysak ailelerimiz de bize azıcık yardım ederdi. Ama işin büyük kısmında, o dönemin öğrenci kredileri bunların çoğunu yapmamız için bize yetiyordu.

Huzuru olmayan insanlar

Bu sene 39’uncusu düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı, yukarıda sözü edilen heves ve heyecanın çok çok azını taşıyarak başladı. En son 2019’da yapılan fuara, iki yıllık bir koronavirüs arası verilmişti. Bu verilen araya, bütün dünyada ama en çok bizde olmak üzere, ekonomik sıkıntıların yükseldiği, toplumların kutuplaşıp bireylerin kabuklarına çekildikleri bir dönem eşlik etti. Tarihin ve felsefenin ilk kuralı yeniden işledi bu süreçte: karnı doymayan ve huzuru olmayan insanlar, kültürel gelişimlerini ikinci plana attılar. Buna bir de Türkiye özelindeki kur şoklarının etkisi eklenince, halihazırda kitaba ulaşımı zorlaşan büyük bir kitle, ara verilmiş bir fuarın devamına pek de öyle heyecanla yaklaşamadı.

Bu büyük kriz ortamında gerçekleşen fuarda dikkat çeken en önemli husus, bazı yayınevleri ve STK stantlarının olmayışıydı. Pandemi nedeniyle verilen araya ve fuarın kendi tarihlerinde yapılmaması gibi etkenlere rağmen fuar yönetimi, stant kiralarında hiçbir esnemeye ve dayanışmaya gitmediği için, kendi yağında kavrulmaya çalışan küçük yayıncılar fuara katılmayacaklarını zaten deklare etmişti. Kasım sonunda Twitter üzerinden açıklama yapan Ginko Kitap, fuar şirketinin katı fiyat politikası nedeniyle bu yıl stant açmayacaklarını duyurmuş, ardından bu açıklamaya Kor Kitap, Sor ve Manos Yayınları da imza atmıştı. Buna ek olarak, zaten birkaç yıldır katılım göstermeyen bazı Kürt yayıncıların stantları da alanda yoktu. Organizatör şirket, bu açıklamaları dikkate almak şöyle dursun, kâr amaçlı bir perspektifle, ‘ufak tefek’ yayınevlerinin yarattığı bu boşluğu, bol paralı yayıncılara daha çok stant alanı kiralayarak aşmanın peşindeydi.

Fantastik, bilimkurgu kitaplarına ilgi

Yayınevlerinin yaşadığı ekonomik zorluklar, fuar dışındaki faaliyetlerini dahi aksatmaya başlamış ve birçok yayınevi küçülmeye, hatta kapanmaya gitmişken işin bir de ekonomik olmayan boyutları söz konusuydu tabii. Ülkedeki gergin iklimin yarattığı gelecek kaygısı, bireyler üzerinde kişisel gelişimlerini ikinci plana atmayı gerektirecek psikolojik sonuçlar doğuruyordu. Nitekim bu seneki fuarda genç kitleyle ilgili göze çarpan iki unsurdan bahsedebiliyoruz yalnızca. Ya okullarının düzenlediği gezilerde eğitimle ilgili kitap stantlarının önünü dolduruyorlardı, ya da fuarın akıllıca bir seçim olarak öne çıkardığı bilimkurgu temasına yer veren yayıncıların. Ki bazı yayınevlerinin, dijital platformlarda diziye ya da filme çevrilen kitaplarına karşı oluşan ilgi de bunun bir başka yönüydü. Hem kendi gözlemim olarak, hem de bazı çalışanlarla konuştuğumda aldığım bilgiye bakılırsa, bu fuardan zararsız, hatta belki kâr ederek ayrılacak tek grup, fantastik, bilimkurgu gibi türleri piyasaya süren Epsilon, İthaki gibi yayınevleri olacağa benziyor. Buna ek olarak belki Wattpad kitaplarını basan yayınevleri de sayılabilir, çünkü salonların belli noktalarında yürümekte ne zaman zorlansam, etrafıma baktığımda bu saydığım yayınevlerinin stantlarının olduğunu gördüm.

Gelip işlerini halledenler…

Stant çalışanlarından bazılarının bir başka gözlemi de, ziyaretçilerin çoğunun belirli bir planla gelip işlerini gördükleri, fuarın geri kalanını pek de gezmedikleriydi. Özellikle hafta içi çevredeki okullardan getirilen çok sayıda öğrenci sayesinde fuarda belirgin bir canlılığın oluştuğu ama bunun satışlara pek yansımadığı çok konuşuldu. Son cumartesi, görece daha yetişkin bir kalabalığın olduğu bir günde bile bunu tespit etmek zor değildi. Sahafların bulunduğu ya da sınavlara hazırlık kitaplarının satıldığı kısımlarda yoğunlaşan çok sayıda öğrenci işlerini kısa sürede hallediyor, kalan zamanlarını ise fuar alanının boş kısımlarında yerlere oturmuş halde, telefonlarıyla uğraşarak geçiriyordu. Etraftaki cafe ya da restoranlara gidip dinlenmeyi tercih eden pek yoktu.

Kocaman hollerde yerlere yayılmış bu genç kalabalığa ya da etraftaki diğer yetişkinlere hak vermemek mümkün değildi bir yandan. Ufak bir hesapla, örneğin Mecidiyeköy’den kalkıp bir pazar gezintisi maksadıyla fuara gelecek dört kişilik bir aile, yalnızca yol parası için ortalama 70-75 lirayı gözden çıkarmak; gün içinde bir iki atıştırmalık yiyecek ya da birer fincan kahveye talim etse dahi birkaç yüz lira harcamak zorundaydı. Çünkü fuar alanının içindeki restoranda ortalama bir yemeğin porsiyonu 90-130 lira arasında değişirken, kutu içecekler genel olarak 25-30 liradan satılıyordu. Benim aldığım son derece vasat kahve 40 lira, bir şişe su ise 10 liraydı. Buna bir de indirimli halleriyle dahi sayfa başına 50 kuruşları bulan kitap fiyatlarını eklediğinizde, bu ailenin kaşla göz arasında 1000 lirayı harcaması işten bile değildi. Hal böyle olunca, hem fuara gelen kitlenin azalışı hem de fuar alanında kaldıkları sürenin kısa oluşu epey anlaşılır bir durumdu.

Yine de heyecan dalgası

Bütün bunlara rağmen fuar yine de belirli bir heyecan dalgasını hatırlamamıza yardımcı oldu. Pandemi öncesindeki son birkaç fuardan aklımda kalan en önemli husus, metrobüs üst geçidinde sıkışan kalabalıktı ve elbette ona yaklaşan bir durumdan dahi söz etmemiz imkansız. Ama ne olursa olsun, kitap-yazar-okur üçgeninin fiziksel olarak bir araya gelebildiği bu gelenekselleşmiş etkinlik, toplumun belirli kesimlerinde hala önemli bir yerde duruyor ve konuşulmayan birçok meselenin konuşulmasına yardımcı olmayı sürdürüyor. Özellikle bu senenin onur konuğu Nazlı Eray ve onun temsil ettiği fantastik-bilimkurgu janrı Türkiye’de halen emekliyorken… Yeni kuşağın kendi ilgi alanları dışında bir şeye pek de prim vermemesinin sonuçları bunlar. Yıllar boyu yakınsak da değiştirmeye gücümüzün yetmediği bazı yerleşik alışkanlıklar, alttan gelen bir baskının etkisiyle kendiliğinden dönüşüyor, hatta ana başlık haline geliyor. Daha etkileşimli, daha çoğulcu ve çoksesli bir yapıya kavuşmasının önündeki bariyerler de aşılıyor yavaş yavaş. Geriye bir tek, ülkenin sosyopolitik ve ekonomik açmazlarını çözmek kalıyor!

Özellikle ikinci hafta sonunda ziyaretçi sayısının arttığını gözlemlediğimiz fuarı biraz olsun kurtaran unsur, çok sayıda yazarın imza günü etkinlikleri oldu sanıyorum. Benim gittiğim cumartesi günü, Dipnot Yayınları’nın son derece yoğun olmasının nedeni, Selahattin Demirtaş kitaplarını imzalamaya gelecek yazarların yarattığı heyecandı kuşkusuz. Ve bu heyecan, kitlenin bir kısmının başka muhalif stantları da ziyaret etmesiyle ortaklaşan bir duyguya dönüşmüştü. İmza alanında aynı esnada Murathan Mungan, Şükrü Erbaş gibi isimler de oldukça kalabalık kuyrukların önünde harıl harıl imza dağıtmakla meşguldü. Başak Demirtaş ve yanında 7 yazarın katıldığı Demirtaş etkinliğinde ise kuyruk onlarca metreye ulaşmış haldeydi. Umuyorum bu ve benzeri unsurlar, en azından kendi yağıyla kavrulan küçük yayınevleri açısından fuarı zararsız kapatacakları bir deneyime dönüştürmüştür.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.