KDP Kürt soykırımına ortak oldu

Dosya Haberleri —

Mustafa Karasu

Mustafa Karasu

  • İngiltere’nin başını çektiği uluslararası güçler Musul ve Kerkük’ün Irak’a bırakılması karşılığında Türkiye’nin kendi sınırları içinde Kürtleri soykırıma uğratmasına onay vermişlerdir. Bu politikanın yerel türevi ise KDP bir iki şehirde hakim olma karşılığında Türk devletinin soykırım politikasının en büyük destekçisi olmaktadır.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, soykırım saldırılarını ve son gelişmeleri değerlendirdi:

Irak’taki kaos ve siyasal boşluk hali daha da derinleşmiş durumda. Şengal ve Medya Savunma Alanlarına saldırılar ise aralıksız devam ediyor. Faşist Türk Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan Rojava’ya yönelik işgal tehdidini tekrarladı. Rusya-Ukrayna savaşı ardından NATO kendisini güçlendirme politikalarına yöneldi. ABD ve İngiltere başta olmak üzere NATO ve batılı ülkelerin bu savaşta rolünü, Kuzey-Doğu Suriye’de bazı bölgeleri işgal eden AKP-MHP faşizminin yeni işgal saldırılarının amaçlarını, Türk devleti Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği karşısında şantaj politikasıyla esas olarak neyi hedeflediğini ve uluslararası güçlerin Ortadoğu’da işgalciliği ilerletmesi ile Kürt soykırımını tamamlaması ile PKK’ye yönelik saldırılar arasındaki bağını KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu değerlendirdi.

Irak’taki kaos ve siyasal boşluk hali daha da derinleşmiş durumda. Şengal ve Medya Savunma Alanlarına saldırıların bir de böylesi bir sürece denk gelmesinin nasıl bir anlamı bulunmaktadır? 

Irak’ta siyasi kriz ve boşluk sürmektedir. Irak’ta demokratik zihniyet zayıflığı nedeniyle demokratik siyasi zihniyete dayalı bir siyasi istikrar ortaya çıkmıyor. Milliyetçi ve mezhepçi yaklaşımlar siyasi parçalanmışlık yaratmaktadır. Birçok dış gücün mücadele alanı haline gelmesi de bu durumun ortaya çıkmasında büyük etken olmaktadır. İradeli, etkili demokratik siyasi bir güç ortaya çıkmadığından halkın siyasetçilere güveni kalmamıştır. Nitekim seçimde halkın yüzde 80’e yakını sandığa gitmemiştir. Sadece Irak genelinde değil, Başurê Kürdistan’da da durum benzerdir. Başur’da en fazla milletvekili alan KDP, Kürdistan halkının sadece yüzde 15’inin oyunu alabilmiştir. Irak’ta şu anda halkın iradesini temsil etmeyen yönetimler bulunmaktadır. Bu nedenle çok zayıftırlar.

Türk devleti Irak’ın bu zayıf yanını kullanıyor. Türk devleti KDP’yi, KDP de Türk devletini Irak üzerinde baskı aracı olarak kullanıyor. Irak şu anda Türk devletinin ve KDP’nin tehdit ve şantajları altında politika yürütüyor. Bu nedenle Irak, Türk devletinin Medya Savunma Alanlarına yönelik işgaline ses çıkarmadığı gibi Şengal’de Türkiye ve KDP’yi memnun edecek adımlar atıyor. 

TC ve KDP, ABD’nin İran kaygısından yararlanmakta, Irak’a yönelik politikalarında ABD’nin desteğini almaktadırlar. Kazımi de ABD etkisinde olan bir başbakan olarak TC ve KDP ile ilişkileri yürütmek adına TC’nin işgal saldırılarına sessiz kalmakta, hatta zaman zaman sınır birlikleri adına gerillayı sıkıştırma adımları da atmaktadır. Kazımi, Şengal’de TC saldırılarına sessiz kaldığı gibi TC ve KDP’nin isteğiyle Şengal’deki özyönetim güçleri üzerine orduyu sürmektedir. Özcesi Irak’ın durumu TC’nin işgal ve KDP’nin işbirlikçiliğine uygun bir ortam sunmaktadır. KDP zaten politikasını Irakla ilişkiler temelinde değil, TC ilişkisi üzerinden yürütmektedir.

KDP’ye bazı sözler verilmiş olabilir ancak KDP’nin PKK düşmanlığı, TC’nin PKK düşmanlığı kadar derindir. KDP de AKP-MHP iktidarı gibi geleceğini Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiyesinde görüyor. KDP artık sadece bir ailenin çıkarı doğrultusunda hareket eden bir oluşumdur. Kürtlük davası yoktur; sadece Kürtler üzerinden çıkar elde etmek isteyen bir güç haline gelmiştir. Onun için Kürtlük, sadece pazarlama konusudur. Soykırımcı sömürgecilik Kürtleri kontrol altında tutmak için 1960’lı yıllardan beri KDP ile ilişki içindedir. 

Türk devleti sıkıştıkça KDP daha fazla savaşın içine girmektedir. Gerilla alanlarına cephane, erzak gidişini engelliyor. Gerilla güçlerinin birbirleri arasındaki ilişkiyi kopararak hareket alanını daraltıyor ve  yardımlaşmalarını önlüyor. KDP, şimdi bundan öte adımlar atarak kuşatmayı daraltmaya, bazı gerilla alanlarını TC adına ele geçirmeye çalışıyor. 

Bölge ve dünyanın yeniden dizayn edilmek istendiği ve enerji savaşlarının yürütüldüğü bir süreçte ne yapılmak isteniyor olabilir? 

ABD, İngiltere ve NATO Türk devletine PKK’nin tasfiyesi için her türlü desteği vermektedir. Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Duran Kalkan arkadaşlarımıza yönelik ödüllü yakalama ve vur emri verilmesi uluslararası komplonun şimdi de bu üç arkadaşımız üzerinden tamamlanmak istenmesidir. Bu üç arkadaş için vur emri kararı çıkaranlar tabi ki Türk devletine her türlü desteği verirler. Türk ordusu NATO’nun tüm imkanlarını kullanmaktadır. Bu yönüyle savaşımız bir yönüyle NATO’ya karşı savaşmaktır. Türk devletinin zaman zaman ABD ve NATO ile ilgili eleştirileri tamamen bu güçlerin desteği ile yürüttüğü savaşı sanki kendi gücüyle veriyormuş gibi göstermek içindir. Esasta da kendisi Kürt halkına, PKK’ye ve gerillaya karşı nasıl bir savaş yürütüyorsa bu güçlerin de kendisi gibi savaşın içinde olmasını istemektedir. Yoksa NATO ve ABD desteğini almazsa bu savaşı sürdüremez ve kısa sürede yenilir. Türk devleti soykırımcı sömürgeci, gerici ve demokrasi düşmanı karakterini bu güçlerin desteğiyle sürdürmektedir. Yoksa mevcut gerici TC sistemi dağılır; demokrasi güçleri ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında duramaz. 

Özcesi Türkiye’nin önemi soğuk savaş dönemindeki kadar olmasa da sürüyor. ABD, NATO ve İngiltere Ortadoğu’daki çıkarları açısından eski düzeyde olmasa da hala Türkiye ile ilişkilerini önemli görüyorlar ve TC’yi destekliyorlar. Kapitalist modernitenin siyasette ahlaklı, vicdanlı ve adil davranması beklenmemelidir. Neden böyle yapılıyor demeden mücadeleyi güçlü yürüterek bu ilişkileri boşa çıkarmalıyız. III. Dünya Savaşı koşulları soğuk savaş dönemi gibi olmadığından mücadele edildiğinde Türk devletinin aldığı destek ne olursa olsun Kürtler mücadelelerini başarıya ulaştırır. Özgür Kürdistan ve demokratik Ortadoğu’yu yaratabilirler. Şu da açıktır ki, artık Kürtler Avrupa ve dünya halklarının desteğini almada önemli gelişmeler sağlamışlardır. İşte bu destek bugün Türk devletini zorlamakta; hatta Avrupa ve NATO’ya tüm isteklerini kabul ettirmede sıkıntılar yaşamaktadır.

Türkiye, karşılıklı uzlaşmayı Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için kullanmak ister. Avrupa da enerji hattı konusunda kendi isteklerini kabul ettirmek için Türkiye’ye taviz verir. Bu tavizi de Türkiye’yi daha fazla yönlendirme ve kullanma yönünde olur. Bizlerin de bu süreci takip etmemiz; kirli pazarlıkları teşhir etmemiz gerekir. Herkes bilmeli ki, Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşıtı böyle bir hattın güvende olmayacağı da açıktır.

Erdoğan Rojava’ya yönelik işgal tehdidini tekrarladı. Kuzey-Doğu Suriye’de bazı bölgeleri işgal eden AKP-MHP faşizmi yeni işgal saldırısını hangi amaçlarla yapacak?

AKP-MHP faşist iktidarı Rojava’da Kürtlerin özgür olmasını kendi soykırımcı sömürgeci sistemi için tehlike görüyor. Kürtler Suriye’de özgür ve demokratik yaşama kavuşursa bunun Bakurê Kürdistan’a örnek olacağından korkuyor. Saldırının tek nedeni budur. Güvenlik sorunu diye bir şey yok. Rojava’nın Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiği yok. Türkiye Rojava ve Suriye’nin güvenliğini bozdu, bozuyor. Suriye’de hala sorunların çözülememesinin esas sorumlusu da Türkiye’dir. AKP-MHP faşist iktidarı sadece Suriye’nin, Rojava’nın değil, tüm Ortadoğu’nun siyasi istikrarını tehdit ediyor. Rojava Türkiye’nin güvenliğini değil, faşist soykırımcı zihniyeti tehdit ediyor. NATO’nun, ABD’nin, Avrupa’nın Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz, demeleri de kirli bir siyasi anlayış ve utanmazlıktır. Tüm dünya da görüyor ki, Türkiye, Rojava ve Suriye’ye saldırarak halkların güvenliğini ve yaşamını bozuyor. Yüzbinlerce insan TC’nin işgal harekatları nedeniyle topraklarını bırakmışlar. TC burada demografya değiştiriyor; soykırım yapıyor. ABD, NATO, Avrupa ve Rusya bunları görüp Türkiye’ye tavır alacaklarına Türkiye ile çıkar ilişkileri nedeniyle Türkiye’nin güvenlik sorununu anlıyoruz diyerek işgalleri meşrulaştırıp teşvik ediyorlar. Bu saldırıların suç ortakları en başta da ABD, Avrupa ve NATO’dur. Efrîn işgalinde ise esas olarak Ruslardır. Türk devletinin Kürt ve Rojava zafiyetini bilen ABD ve Rusya TC politikalarını bir de Rojava Kürtlerinin sırtından yürütmeye çalışıyorlar.

Erdoğan’ın siyaset tarzı diplomasi tarihinde çakal tarzı olarak değerlendirilmektedir. Fırsatçılık ve günlüktür. Bu, zaman zaman kazandırabilir. Ancak bir genel politikaya, stratejiye dayanmayan bu tür politikalar her zaman ters dönmeye adaydır; hatta çoğu zaman tersine döner. 

AKP-MHP, iktidarını ayakta tutmak için Türkiye toplumunu ve siyasetini etkileyecek sınır dışı başarı arıyor. 2021’de Medya Savunma Alanları’na saldırı yaptı, sonuç alamadı. 17 Nisan’dan beri yürüttüğü saldırıda başarısız kaldı. Her gün gerillaların ağır darbeleri karşısında bu işgal harekatı Türkiye’de de sorgulanır hale geldi. Erdoğan orada aradığı başarıyı bulamayınca şimdi Ukrayna krizini kullanarak Rojava’ya girmeye çalışıyor. Rojava’da Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırarak bunu iç siyasette pazarlamayı düşünüyor. AKP, Rojava’da yeni yerler işgal ederek bir seçime gitmek ister. Ancak Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye halkları Efrîn, Sêrekaniyê ve Grê Spî işgallerinden çıkarılan derslerle sonuna kadar direneceklerdir. Yeni bir saldırı süreklileşen savaş demektir. Böyle bir savaş sonucunda kaybeden AKP-MHP iktidarı; kazanan ise başta Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye halkları olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu halkları olacaktır. AKP-MHP faşist iktidarı işgal ettiği diğer yerlerden de sökülüp atılacaktır. Yeni bir saldırı mutlaka böyle bir sonuçla karşılaşacaktır.

Rusya-Ukrayna savaşı ardından NATO kendisini güçlendirme politikalarına yöneldi. Faşist Türk devleti ise bunu kendisi için bir fırsata çevirmek istiyor. Türk devleti Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği karşısında izlediği şantaj politikasıyla esas olarak neyi, neleri hedefliyor? 

Bu dönemde İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmak istenmeleri Rusya’yı sıkıştırmayla ilgilidir. Yoksa Rusya’nın İsveç ve Finlandiya’yı tehdit durumu yoktur. Zaten şu anda bunu yapacak takati de yoktur. Güncel olarak Rusya’yı sıkıştırma olsa da tüm Avrupa’yı NATO şemsiyesi altına alma politikasının sonucu bu iki ülkenin NATO’ya girişi gündeme alınmıştır. NATO bir yönüyle de Avrupa güvenlik paktı haline getiriliyor. Önceden bu konuların tartışıldığı anlaşılıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi olunca da bu iki ülkenin NATO’ya girişini hızlandırdılar. NATO’ya bir üyenin alınması tüm ülkelerin konsensüsü ile olduğundan bir siyasi çakal olan Erdoğan bu durumdan yararlanmak istemiştir. Aslında her üyenin onayı gibi bir kural olsa da çoğunluğun onayladığını reddetme gibi bir gelenek yoktur. Bu durumda olanın doğal olarak böyle bir paktan çıkması gerekir. Yoksa hiçbir pakt bir ülkenin ipoteğine bırakılamaz. Ama Türkiye benden vazgeçmezler diye böyle bir şantaj yapabiliyor. Türkiye bu konuda da bazı sonuçlar almak istiyor. Ancak esas sonuç almak istediği konu İsveç dahil bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye koydukları silah ambargosudur. Bazı askeri malzemeleri Türkiye’ye satmıyorlar. Öte yandan çok övündükleri İHA’ları için daha kaliteli kameralar ve diğer hassas malzemeler almak istiyorlar. İsveç ve Finlandiya’yı pazarlık konusu yapmalarının önemli nedeni budur. Sadece İsveç’in, Finlandiya’nın değil, Avrupa ülkelerinin, ABD ve Kanada’nın da silah ambargosunu kaldırmasını dayatıyor. Bu dayatmalardan biri de F-16’lardır. Anlaşılıyor ki, bu konuda taviz vermeye yatkındırlar. Nitekim kirli pazarlıklar yapıyorlar. Bu, çağın en kirli pazarlığıdır. Bu gerçeğin deşifre edilmesi, Avrupa, ABD ve diğer ülkelerdeki demokrasi güçlerinin harekete geçirilmesi gerekir. Avrupa ülkeleri ve diğer ülkeler Türkiye’ye istedikleri silahı vererek AKP-MHP iktidarının demokrasi düşmanlığına ve Kürt soykırımına destek verip ortak olmamalıdırlar.

Türk devleti hem içerde hem dışarda büyük bir savaş yürütüyor, bunun sonucunda siyasi, toplumsal, ekonomik alanda ciddi krizler yaşanıyor. Bunun karşısında Türkiye muhalefetinin tutumunu nasıl görüyorsunuz, sorunların esas kaynağı ortaya konulabiliyor mu?

Türkiye her alanda kriz yaşıyor. Bunun nedeni Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen savaştır. Hangi kriz ve sorun araştırılırsa araştırılsın neden olarak Kürt sorunu ve Kürtlere karşı yürütülen kirli özel savaş çıkar. Bu gerçeği görmeden, ortaya koymadan doğru muhalefet yapılamaz. Nitekim ekonomik kriz ve pahalılık gündeme gelince faşist şef, 'siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz' dedi. Ekonomik krizle ilgili bundan daha açık ve net izahat olabilir mi? Krizin ve sorunların nedeni ortaya konulmazsa yapılan muhalefet de tam etkili olmaz. Bu muhalefete sormak gerekir; siz iktidara gelince Kürt sorununda hangi politikayı izleyeceksiniz? Eğer Kürt sorununda demokratik bir çözüm zihniyeti ve yaklaşımı olmazsa iktidara yeni gelenler de benzer politika izlerler. Kuşkusuz AKP-MHP iktidarı yıkıldığında iktidara yeni gelenlerin eski politikaları tümden yürütmeleri zordur. Çünkü bu iktidarı yıkanlar resmi muhalefet değildir. 6’lı masa değildir. Bu iktidarı halkın ve devrimci demokratik güçlerin mücadelesi yıkmıştır; bunda en büyük rolü de Kürt Özgürlük Hareketi ve radikal demokratik siyasal alan oynamıştır.

Sadece ekonomik sorunları dile getirmek ve bunu esas almak doğru bir muhalefet yapma tarzı değildir. Tabi ki ekonomik kriz derindir, halk bundan etkileniyor. Bu açıdan iktidarı teşhir için ekonomik sorunlar ortaya konulabilir. Ancak Türkiye demokratikleşmeden, Kürt sorunu, Alevilerin sorunu ve diğer sorunlar demokratikleşme temelinde çözülmeden ekonomik sorunların çözülemeyeceğinin ortaya konulması gerekir. Yani esas olarak demokratikleşme ve demokrasi programını ortaya koymak önemlidir. Demokrasi halkın yönetimi ise gerçek anlamda halkın söz ve karar sahibi olduğu bir demokratik toplumcu halk yönetimi yaratmak hedeflenmelidir.

Uluslararası güçlerin Ortadoğu’da işgalciliği ilerletmesi ve Kürt soykırımını tamamlaması ile PKK’ye yönelik saldırılar arasında nasıl bir bağ var? 

İlk önce şunu vurgulamamız gerekir. PKK’nin tasfiyesi ile Kürt soykırımı arasında doğrudan bağ var. Düşman gerçeğini, Kürt gerçeğini ve PKK gerçeğini anlamayanlar bunu bizim subjektif düşüncemiz ve abartı olarak görebilirler. Şu anki düşmanın karakteri, yürüttüğü saldırılar ve buna karşı gösterdiğimiz direniş bu gerçeğin en büyük kanıtıdır. Türk devletinin bu düzeyde PKK düşmanlığı yapması; tüm politikalarını buna endekslemesi, PKK’yi tasfiye etmek için her güce taviz vermesi, Türkiye’yi pazarlaması bu nedenledir. Kürt’ün ismine ve varlığına bile tahammül edemezken Kürt işbirlikçiliğini en temel ilişkisi haline getirmesi bu nedenledir. Eğer Rêber Apo gibi hem düşman gerçeğini hem Kürt gerçeğini hem de Ortadoğu dünya gerçeğini iyi gören bir önderlik olmasaydı Kürdü soykırımdan kurtaracak bir mücadele geliştirilemezdi. Rêber Apo’nun ve PKK’nin en güçlü yanı düşmanı çok iyi tanımasıdır. PKK’nin tüm Kürt örgütlerinden farkı budur. Daha ilk günden Türk devleti Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor, tespitinde bulunması düşman gerçeğini derinden tanımakla ilgilidir. 

AKP-MHP ittifakının iktidarlarını ayakta tutmak için PKK’ye bu kadar saldırmaları Türk devletinin soykırım politikasının bu tür saldırılara zemin sunmasıyla ilgilidir. Yoksa iktidarını ayakta tutmak için Türkiye’nin tüm imkanlarını bu savaşa süremezdi. Karşısına güçlü bir muhalefet çıkardı. Ancak devletin gelenekçi soykırım politikasına dayanarak bu saldırıları yapıyor. Nitekim, muhalefet bu saldırıların güncel nedeninin AKP-MHP’nin iktidarda kalması olduğunu bilmesine rağmen; Erdoğan’ın siz sınır ötesi hareketini destekliyor musunuz, sorusuna destekliyoruz cevabını veriyorlar.

Uluslararası güçlerin Türk devletine destek vermeleri 20. Yüzyılda kurulan dengeler ve buna dayalı statükonun Kürt soykırımına dayalı olmasındandır. Uluslararası güçler hala Kürt soykırımına dayalı 20. yüzyıl statükosu konusunda köklü bir politika değişikliğine gitmiş değiller. İngiltere’nin başını çektiği uluslararası güçler Musul ve Kerkük’ün Irak’a bırakılması karşılığında Türkiye’nin kendi sınırları içinde Kürtleri soykırıma uğratmasına onay vermişlerdir. Lozan denilen anlaşmanın esası buna dayanır. Bugün de bu politika değişmemiştir. Bu politikanın yerel türevi ise, KDP’ye var olması için Bakur’daki Kürt soykırımına destek olacaksın biçiminde pratikleşmektedir. KDP bir iki şehirde hakim olma karşılığında Türk devletinin soykırım politikasının en büyük destekçisi ve savunucusu olmaktadır.

Uluslararası güçlerin soykırımcı sömürgeci Türk devletinin saldırılarına destek vermelerinde 20. Yüzyıldan beri süren Türkiye ve Ortadoğu politikalarının çok önemli etkisi bulunmaktadır. Bu politikalarını değiştirmemişlerdir; ancak PKK geliştirdiği mücadele ile bu güçlerin bu politikalarını yürütmede engel ve sorunlar çıkarmaktadır. Bu nedenle bizim mücadele yürütmemizden rahatsız olmaktadırlar. Çünkü biz mücadeleyi sürdürdükçe başta Türkiye olmak üzere bölge politikalarını istedikleri gibi yürütemiyorlar. Türkiye’yle sorunlar yaşıyorlar. Bu nedenle hiçbir karşılılığı olmayan tek taraflı ateşkes istekleri ve dayatmalarını çeşitli biçimlerde ortaya koyuyorlar. Öyle ki, Türkiye’ye verdikleri destekle bizim zorlanarak mücadeleyi bırakmamızı sağlamaya çalışıyorlar.

Kuşkusuz Rêber Apo’nun ortaya koyduğu ideolojinin de bölge politikaları önünde engel olacağını düşünüyorlar. Onlar Ortadoğu’nun gerçek anlamda demokratikleşmesini istemiyorlar. Çünkü gerçek bir demokraside istedikleri düzeyde işbirlikçiler bulamazlar. Demokratikleşen Ortadoğu daha eşitlikçi bir siyasi ilişki ister. Demokratik ülkelere ve toplumlara istediklerini yaptıramazlar. Bu nedenle Rêber Apo’nun kadın özgürlükçü ekolojik demokratik toplum paradigmasına karşı da bir mücadele yürütüyorlar. Kadın özgürlükçü örgütlü demokratik topluma dayalı Demokratik Konfederalizm onların siyasi ve toplumsal yaşam sistemlerini sarsan ve alternatif olan demokratik bir sistemdir. Bu açıdan Rêber Apo ve PKK karşısında TC’yi destekliyorlar; Kürtler içinde Rêber Apo’nun düşüncesinin hakim olmaması için de KDP gibi demokratik olmayan bir gücün yanında yer alıyorlar.

Ancak artık ne 20. Yüzyıl Ortadoğu statükosunu ne mevcut Türkiye rejimini ne de KDP’yi bu biçimde ayakta tutabilirler. Büyük bedeller versek de mücadelemiz bu güçlerin saldırılarını ve planlarını bozacak, Özgür Kürdistan ve Demokratik Ortadoğu’yu gerçekleştirecektir. 

ANF/BEHDINAN

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.