Kemal Pir’e Rıza'yı yoldaş verdim
Dosya Haberleri —

Rıza Altun
- Annem şöyle diyordu: “Kemal'i sevdim, o bir halk savaşçısıydı. Mazlum’u sevdim, o bir ilim deryasıydı. Haki’yi sevdim, o bir emekti. Ben Kemal Pir’e, Rıza'yı yoldaş verdim. Mazlum Doğan'a Haydar'ı verdim ki O, Mazlum’un ilim deryasından payını alsın."
DENİZ BABİR
Rıza Altun, 1975’ten itibaren Apocu grup içinde yer alarak, özgürlük mücadelesinin ihtiyaç duyduğu askeri, diplomatik ve toplumsal alanda belirleyici bir rol oynadı. Özgürlük Hareketi’nin hem bir eylemcisi ve hem bir örgütleyicisi hem de öncüsü oldu. PKK daha grup aşamasındayken Altun’un askeri yönü ön plana çıkarken ve en üst düzeylerde sorumluluk üstlenirken, cezaevi sürecinde vahşet düzeyinde işkenceye karşı sembol bir direnişçi, cezaevi sonrası askeri, siyasi, diplomatik yönü ile öncülük misyonu açığa çıktı. Rıza Altun mücadele süresince Türkiye, Bakur, Rojhilat, Başur ve Irak’ta yürüttüğü mücadelesine ek olarak Uluslararası Komplo’dan hemen sonra Avrupa’da en üst düzeyde sorumluluk aldı. Bu alanda görev yaptığı süre boyunca toplumsal, kurumsal ve diplomatik çalışmalara toparlayıcı, yol gösterici özelliği ve pratik zekasıyla önemli bir damga vurdu. Bu özelliği ile hem halka hem de yoldaşlarına güven verdi. Bu alanda kaldığı sürece halk ile özgürlük mücadelesi arasında bir kontak rolü olan devrimci yoldaşlarını eğitmedeki özeni ve ısrarı, bir yöneticinin nasıl olması gerektiğine de güçlü bir örnek oluşturdu. Eğitim toplantılarındaki eleştirileri, önerileri ve verdiği örnekleri yüzeysel ve sıradan değil, derinlikliydi.
Rıza Altun ile birlikte bütün ailesi de mücadele içinde yerini aldı. Altun’un Ankara Tuzluçayır’daki çocukluğu, gençliği ve mücadelesi konusunda ablası Zöhre Altun gazetemize konuştu.
Dersim’den Kayseri’ye sürgün
Abla Zöhre Altun, Dersim-Sarız hattında ailenin tarihçesini şu cümlelerle dile getiriyor: ”Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı Küçüksöbeçimen köyünde yaşıyorduk. Rıza arkadaş isyancı biriydi. Çocukluk sürecinde henüz 3-4 yaşında iken dahi sürekli isyan halindeydi. Ne annem ne de babam onunla bir türlü baş edemezlerdi. Fakat bütün bunlara rağmen hepimiz O’nu seviyorduk. Çocukluğundan beri asi ve haksızlığa karşı sürekli bir duruşu vardı, öyle de çekip gitti ve toprağın oldu. Dedem, 1960’larda 'Bizim köklerimiz Dersim’dedir. Biz Dersim’den geliyoruz. Reskan aşiretindeyiz' diyordu. Fakat emin olamıyorduk. Bundan dolayı dedem, dayım ile birlikte 1960 yılında Dersim'e gidiyorlar. Dersim'de ailemizin köklerini araştırıyor ve belgeleyerek geliyorlar. Dedem, Aşiretimizin Dersim isyanı zamanında bir aşiret olduğu ve isyanda çoğunun katledildiği, kimsenin artık kalmadığı, var olanların da sürgüne tabi tutulduğunu söylüyordu. Dayım bunların hepsini öğreniyor, öyle geri dönüyor. Ondan sonra annem ile dayımın Dersim ile bağı sürekli gelişti. Kürt olma duygusu ve zamanında büyük bir soykırım sonucu sürgün olmanın getirdiği o acı kopuştan dolayı evimizde annem anadilimizde konuşmayı bir ölçüye dönüştürdü. Yaşanmışlıklardan dolayı daha çocuk yaşta iken Dersim İsyanı’nın hikayelerini dinliyorduk. Mesela biz okulda Türkçe, evde Kürtçe konuşurduk. Okulda Kürtçe konuştuğumuzda öğretmen tarafından dövülüyorduk.”
‘Bu evde benim iğnem var’
Zöhre Altun kardeşine ilişkin bir anısını şöyle anlatıyor: “Rıza bir gün köyde yolda giderken bir dikiş iğnesi bulmuştu. ‘Ben bir iğne buldum, al bunu’ diyerek anneme verdi. Ertesi gün ne olduysa bir yaramazlık yapmıştı. Annem de kızarak ‘Evimden çık git’ dedi. Rıza da tepkiyle, “nereye gidecem? Bu evde benim iğnem var. Ver onu ki, gidebileyim’ dedi. Yani O’nun olan her hangi bir şeyi elinden almak zordu. Annem kolundan tuttuğu gibi Rıza’yı dışarı attı. O da kömürlüğün üstüne çıkıp ‘İğnemi verin’ diye bağırmaya, sonra da evin camlarını taşlamaya başladı. Annem Rıza’yı kovalamaya başladı, ama baş edemedi. Zaman geçtikçe daha da hırslanarak kapı ve penceleri kırdı. Sonunda annem pes edip, ‘Şunun iğnesini verin, yoksa evi başımıza yıkacak’ dedi. İğnesini aldı ve o gece amcasına gitti. Meryem yengeme, ‘Annem beni evden kovdu, ben de bir iğne var, onu sana vereyim ama bu akşam da sizde kalayım’ diyor. Yengem de gülerek, ‘Kurban olduğum, iğnen çok olaylı oldu. Ver ben sana saklarım, istediğinde de veririm. Yeter ki, benim cam ve kapıya karışma’ diyor.”
Haksızlığa karşıydı
Rıza Altun’nun en belirgin özelliğini onun haksızlık karşısındaki duruşu olduğunu ifade eden abla Zöhre Altun, “Hatırlıyorum, henüz ilkokul üçüncü sınıfta iken kadın öğretmeni ona tokat atmış. Eve gelip, ‘Okula gitmiyorum’ dedi. Gurur meselesi yaptı. Tüm uğraşlara rağmen Rıza’yı okula gönderemedik. Böylece okulu bıraktı. Annem ona okul diplomasını bir yöntemle dışarıdan aldırdı. Fakat onu da kabul etmedi ve birgün olsun eline almadı. ‘Ben dövüldüğüm yere asla gitmem’ dedi. Annem daha sonra Rıza’yı ortaokula da yazdırdı ama onu da kabul etmedi” diyor.
Avşarlardan intikam alındı
Tüccar bir dayısının Avşar aşireti mensupları tarafından öldürüldüğünü söyleyen Zöhre Altun, o olaya ilişkin şunları söylüyor: “Bir dayım tüccardı. Altın kabzalı bir mavzeri vardı, hep yanında taşırdı. Bir gün Avşar aşireti mensupları önünü kesip dayımı öldürdü. Avşar aşireti Sünni ve Türktür. Üzerinde bulunan 30 bin lira parayı ve mavzerini alıyorlar. Haberi alınca, Ankara’dan gidip cenazemizi getirdik. O zaman orduda subay olan bir dayımız vardı. Annem köye gelmesi için ona haber gönderdi. Dayım köye geldi. İntikam almak için Rıza da dayımın yanında dağa çıktı. Hemen ardından Avşarlardan bazılarını vurdular sanırım. Bu durumda köyde kalamayacağımız için göç ettik.
Evimiz taşlanıyordu
Bu olayın ardından ailece Ankara’da bir gecekondu semti olan Tuzluçayır’a yerleştiklerini vurgulayan Zöhre Altun, tüm bunların ardından Rıza Altun için şunları dile getiriyor: “Bu Rıza için yeni bir başlangıçtı. İlk günlerimiz ve aylarımız çok sıkıntılı geçiyordu. Kürt olduğumuz için kaldığımız gecekondu evi taşlanıyordu. Fakat Rıza orada yeni olmasına rağmen o taş atan bütün çocuklarla arkadaş oldu. Bunlar arasında Hasan Şerik, Cemal Şerik, Doğan Kılıçkaya ve Ali Asker de vardı. Etkileyen, hatta liderlik vasıfları taşıyan özelliğinden dolayı Rıza, Tuzluçayır’da bir isim olmuştu. Zamanla Rıza’nın grubu büyüdü ve yetmiş kişiyi buldu. Tuzluçayır’da zenginden alan fakire dağıtan bir delikanlı gelişiyordu. Beraberindeki arkadaş grubu ise, onunla oturup onunla kalkıyordu. Ben bu sıralarda Hüseyin İnanlarla aynı ortaokula gidiyordum. Tuzluçayır ve okullar da Dev-Yol hakimdi. Fakat bir noktadan sonra okullarda yavaş yavaş Kürt sorunu tartışılmaya başlandı. ‘Bir grup çıkmış Kürt sorununu tartışıyor’ deniliyordu. Biz hayret ediyorduk. Okullarda ve cemiyetlerde Kürtçe yasaktı fakat Kürtlük, Kürdistan gibi konular yavaş yavaş tartışılıyordu. Bu tartışmaları yapanlar Rıza ve grubuydu. Rıza’yı bu bilince ve pratiğe teşvik eden aslında annemin Kürtlük bilinci ve ısrarıydı.
Kemal Pir Tuzluçayır’a geldi
Zöhre Altun Kemal Pir ile ilk tanışmalarını da şu ifadeyle anlatıyor: “Birgün duyduk ki, Kürt, Kürdistan gibi konularda ısrar eden biri Tuzluçayır’a gelerek Rıza ile konuşmak istiyor. Bu kişi Kemal Pir’di. Kemal Pir, Tuzluçayır’a geldiğinde Rıza ile buluşup konuşuyorlar. Burada Kemal Pir Kürt, Kürdistan için mücadele gerekiyor minvalinde bir şeyler anlatıyor. O sırada annem de oradadır. Kemal Pir, Rıza’ya ‘Rıza gel bize katıl’ diyor. Rıza da Kemal Pir’e ‘Siz kaç kişisiniz?’ diye sorunca, ‘Biz 6-7 kişiyiz’ diyor. Rıza ise, ‘Biz de 60-70 kişiyiz. Siz gelin bize katılın’ diyor. Bunun üzerine annem, ‘Rıza dur. Bir Türk gelmiş diyor ki ‘Kürt, Kürdistan’. Önce biraz terbiyeli ol ve dinle. Sonra sözünü söylersin’ demiş. Kemal’in Kürdistan mücadelesi için olan kararlığı annemi o esnada çok etkiliyor. Annem Kemal’i çok sevip ondan yana tavır alınca Rıza da ikna oluyor.”
Tuzluçayır’daki ev Kemallerin emeğiyle oluştu
Bütün bu gelişmelerin ardından Altunların evi, artık ileride kurulacak olan PKK’nin de evi, bir toplanma merkezi oluyor.
Zöhre Altun durumu şu cümlelerle özetliyor: “Ondan sonra arkadaşlar eve gelmeye başladı. Bizim ev çok küçük olduğundan Natoyolu’nda bir ev tuttuk. Kemal Pir ve arkadaşlar halen Tuzluçayır’da olan o evin yapımında birebir çalışarak bitirdiler. Kemal çok pozitif, pratik ve canlıydı. Örneğin bir mesele anlatırken adeta yaşayarak anlatırdı. Gerçekçi ve dürüsttü. ‘Günde on beş eylem yapmazsam kendimi eksik hissediyorum’ diyordu. 1978 sonrası partileşme süreci buradaki emeğin, ruhun ve komünün bir sonucu olarak gelişti.”