Kimyasal numuneleri elimde

Dosya Haberleri —

Steve Sweeney

Steve Sweeney

İngiltere’de oluşturulan Kürdistan’da Kimyasal Silahlara Karşı Koalisyon’undan 7 kişilik heyet içerisinde yer alan  gazeteci Steve Sweeney ile konuştuk. 

  • 2 yıldır Türk devletinin kimyasal saldırılarını araştıran ve ‘Gizli anlaşma, komplo ve yolsuzluk’ başlıklı rapor hazırlayan Steve Sweeney, "Kürtler üzerinden gizli anlaşmalar yapılıyor. Emperyalizmin çıkarları için feda edilen Kürtlerin yaşadığı zulüm büyük ölçekte gizli anlaşmalara dayanıyor. Bu açıdan Türkiye'yi bağımsız bir aktör olarak görmek yanlış olur" dedi.

SERDA DEMİR

Türk devletinin kimyasallarla saldırdığına dair yapılan sayısız açıklama ve çağrılara rağmen muhatap kuruluşlar seyirci kalmayı sürdürüyor. Diğer yandan bu sessizliğe karşı savaş suçlarının teşhiri için önemli girişimlerin olduğunu söylemek de mümkün. İngiltere’de oluşturulan Kürdistan’da Kimyasal Silahlara Karşı Koalisyon’undan 7 kişilik bir heyet Mart ayında Güney Kürdistan’a gidip görüşmeler gerçekleştirdi. Koalisyonda yer alanlardan biri de gazeteci Steve Sweeney oldu. Sweeney, kimyasal silahların kullanıldığına dair yapılan ilk açıklamanın ardından bölgede araştırma yaptı. 2020 yılında Başûr’a taşınan ve sonra Londra ile Slêmanî arasında mekik dokuyan Sweeney, 2 yıldır Türk devletinin saldırılarını araştırıyor. Kendi ifadesiyle, yalnızca dünya güçlerinin değil, ilerici örgütlerin de derin sessizliğine karşı TC’nin savaş suçlarının belgelerini toplamak için uğraşıyor. Sweeney ile araştırmaları sonucunda hazırladığı ‘Gizli anlaşma, komplo ve yolsuzluk’ başlıklı raporunun içeriğine ilişkin konuştuk.

Hazırladığınız rapor yalnızca kimyasal silah kullanımını değil, Türk devletinin Güney Kürdistan’daki tüm saldırılarını kapsıyor. Raporunuzun başlığı neden 'Gizli anlaşma, komplo ve yolsuzluk?'

Çünkü emperyalizmin çıkarları için feda edilen Kürtlerin yaşadığı zulüm büyük ölçekte gizli anlaşmalara dayanıyor. Bu açıdan Türkiye'yi bağımsız bir aktör olarak görmek yanlış olur. Türkiye Ortadoğu'da emperyalizmin koçbaşı olarak hareket etmektedir. Hedeflerde farklılıklar olabilir, ama NATO, ABD, İngiltere ve AB, örtüşen noktalarda Türkiye’yi bir vekil güç olarak kullanıyor. Yani ne olduğunu bilmedikleri için değil, saldırıları destekledikleri için sessiz kalıyorlar. Yapılan tüm başvurular ve harekete geçme çağrılarından netice alınamamasının nedeni de budur. 

Hangi gizli anlaşmalardan bahsediyorsunuz?

Raporumda, Birleşmiş Milletler ile Mexmûr’a dair yaptığım görüşmelerin ayrıntıları ve kampı kapatıp 13 bin kişiyi iade etmeye yönelik ABD ile Türkiye arasında geçen gizli işbirliğini gösteren Wikileaks belgeleri var. BM ile yaptığım görüşmede, Türkiye’nin Mexmûr’a yönelik saldırılarına karşı ne yapacaklarını sorduğumda bana resmen “Başûr bizim sorumluluğumuzda değil’’ yanıtını verdiler! OPCW gibi araştırmadan sorumlu yapıların da tarihi yolsuzluklarla dolu. Bunu Serêkaniyê’de kimyasallarla yakılan Muhammed ismindeki çocuğa ilişkin soruşturma kararında da gördük. Türkiye'nin 30 bin Euro bağışta bulunmasından günler sonra inceleme kararı rafa kaldırılmıştı. Elbette her iki taraf da zamanlamanın tesadüf olduğunu söyledi, ama eminim ki insanlar bu olaydan doğru sonuçlar çıkarabilirler.

Araştırma sürecinde ne tür sorunlarla karşılaştınız?

Esas zorluk bölgeye erişim sağlamaktı. Türkiye ile bariz bir şekilde gizli anlaşmalar yapan, gerilla mevzilerine hava saldırıları yapılması için koordinatları veren ve hatta füze saldırıları öncesinde hedeflere karadan saldırılar düzenleyen KDP tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilen bölgeye erişmek zordu. KDP istihbaratı olan Parastin'i, MİT ve Türk askerleriyle çalışırken gördüm. Türk devletinin sokağa çıkma yasağı uyguladığı köylerde devriye geziyorlardı. Ulaşım için kaçak yollardan girmem gerekiyordu ve bu çok riskliydi. Birçok kişi fark edildiğimde öldürüleceğimi söylüyordu. Ancak olayları kendi gözlerimle görmem ve korku içinde yaşayan bir topluluğa ses olabilmem benim için önemliydi. Diğer zorluk ise sorularıma cevap verebilecek insanları bulmaktı. Birçok insan hem Türk, hem de KDP istihbaratları tarafından tehdit ediliyor, susturulmaya çalışılıyor veya ajanlık dayatmasıyla karşı karşıya kalıyor. 

Başur'da Türk devletinin kullandığı kimyasaldan etkilenen bir aile...

Raporunuzda Türk devletinin saldırılarının asıl kurbanlarının da siviller olduğunu belirtiyorsunuz. Kayıpların ve zorla göç ettirilenlerin resmi sayıları var mı? Saldırıların bölgeye olan demografik etkileri nelerdir?

Yerel yetkililer sivil kayıpları inkar ettiği için elimizde resmi rakamlar yok. Hatta, KDP Meclis Sözcüsü Hewlêr’de bizzat bana Türk askeri işgalin olmadığını söyledi. Ona elimdeki fotoğrafları göstermeyi teklif ettiğimde ve gördüklerimi anlattığımda şaşırdı. Biraz geri adım atmış olsa da, Türkiye'nin Irak'ın egemen olduğu topraklarda faaliyet göstermesine izin verildiğini ifade etti ve varlığından dolayı PKK'yi suçladı. Zorunlu göçle ilgili ise bazı resmi rakamlar var. CPT yaklaşık 2 bin kişinin zorla yerinden edildiğini söylüyor. Bu diğer kuruluşların söyledikleriyle de örtüşüyor. Ben de Avaşîn, Zap ve Metîna bölgesinde çok sayıda boş köylerin olduğunu gözlemleyebildim. 

Bazı evlerin ve arazilerin, Türkiye'nin demografik değişim çabalarının bir parçası olarak cihatçı gruplara ve ailelerine verildiğinden de bahsediyorsunuz raporda. 

Evet, CPT'nin buna dair belgeleri var. Ayrıca ben de evlerinden sürülen insanlarla konuştum ve bana cihatçıların evlerini ele geçirdiğini anlattılar. Sayıları net olmamakla birlikte, Türk ordusunun yanında savaştığı tahmin edilen binlerce cihatçı var.

Tutanaklarınızda tanıkların ifadelerine de yer verdiniz. Bütün tanıklar da KDP'nin Türk devleti ile işbirliği yaptığını ifade ediyor. Bu işbirliği bölgedeki halkı nasıl etkiliyor? 

Halk KDP'ye tahammül edemiyor. Açıkçası ben KDP'ye ve Barzani'ye karşı duyulan iğrentiyi başka hiçbir partiye ya da kişiye karşı duyulduğuna tanık olmadım. Onlardan tiksiniyorlar. Ancak bir korku da var. Muhalif aktivistler tutuklandı, hapse atıldı ve işkence gördü. Halk da katillerin cezasız kaldığı koşullarda öldürülmekten korkuyor.

Bu korku kimyasallarla ilgili yaptığınız araştırmanıza da yansıyor. Bölgedeki doktorlar dahi tehdit edildiklerini belirtiyorlar. Hatta kimyasallara maruz kalan hastaları tedavi ettiklerini belirten tıbbi raporları değiştirmeye zorlandıklarını anlatıyorlar. Yani sağlık çalışanlarının koydukları tanının raporları yok mu?

Evet, sağlık görevlileri tedavi ettikleri insanların kimyasallara maruz kaldıkları konusu da çok açık. Bu konu zaten uzmanlıklarının ve eğitimlerinin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Yalnızca sağlık personeli değil, öksürük sorunu ve yanık yaralanmaları gibi semptomları olan insanlar da, önce Saddam'dan, şimdi de Erdoğan'dan dolayı kimyasalların neye benzediğini biliyorlar. Eski bir peşmerge savaşçısı da askere gittiklerinde kimyasal silah eğitimi aldıklarını anlattı. Yanı sağlık görevlileri kimyasal konusunda net, ama ölümle tehdit edilerek değiştirilen raporları kabul etmeye zorlanıyorlar. 

Kimyasal gazların kullanıldığını işaret eden video görüntüleri de var. Görüntülerde kimyasallar kullanıldığı nasıl anlaşılıyor?

Ben bir kimyasal silah uzmanı değil, gazeteci olduğum için, bu tür görüntülerin kanıt olup olmadığını söylemek bana düşmez. Görüntülerde, bilindik bir patlamanın aksine, gaz gibi görünen bir dumanın yayıldığını görebiliyoruz. Aynı zamanda kimyasal silahların neden olabileceği şarapneller ve cesetler de gösteriliyor. Bundan sonra görev OPCW’ye ve diğerler sorumlulara düşüyor. Onların araştırma yapılması için inceleme ekibi göndermesi gerekiyor. Fakat hala durgunluklarını çeşitli bahanelerle meşru kılmaya çalışıyorlar. Suriye'de çok daha az ikna edici kanıtlar olmasına rağmen İngiltere, Fransa ve ABD harekete geçmişti. Öyleyse neden benim topladığım kanıtları araştırmıyor veya kabul etmiyorlar?

Raporunuzda da buna değiniyorsunuz. Araştırma çağrısı yapılalı bir yıldan fazla zaman oldu ve hala bir gelişme yok. Türk devletinin savaş suçlarını bu kadar pervasızca görmezden gelmelerini nasıl açıklıyorsunuz?

Sunulan delillerin koşullardan dolayı yetersiz olması bir bakıma devletler için kolay bir kaçış yolu oldu. Ama sessizliğin esas nedeni, hepsinin de NATO askeri ittifakının bir parçası olan Türkiye'nin saldırılarını destekliyor olmasıdır elbette. Diğer yandan tehlikeye atmak istemedikleri önemli ticaret ve silah anlaşmaları da var. 

Görüştüğünüz siviller ABD'nin rolünden de bahsediyorlar. Buna dair neler söyleyebilirsiniz?  

ABD elbette Kürt halkının baskı görmesinde aktif rol oynuyor. PKK liderleri Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Duran Kalkan'ın başına ödül konulmuş olmasını unutmayalım. Güvenlik güçleri dahil, birçok kişi bana DAİŞ'in bölgede yeniden canlanmasının arkasında Türkiye ile birlikte onların da olduğunu anlattı. Suriye'den ve aynı zamanda Türkiye'den cihatçıları sevk eden gizli hatların olduğuna dair duyumlar da aldım. Bunu yeni geliştirilen yol bağlantıları ve bir dizi tünellerden görebiliyoruz.

Peki DAİŞ’in yeniden dirilmesinde ABD’nin ne gibi çıkarları var?

Onların yeninden canlanması emperyalist güçlere hizmet eder; ABD, Suriye'de olduğu gibi, terk etmesi istenen bir ülkede varlığını sürdürmesini haklı çıkarmak için cihatçıları kullanıyor. Irak'ı istikrarsız ve yönetilemez bir ülke gibi göstererek etkisini ve bölgesel hegemonyasını sürdürebilecek. Ayrıca her zaman olduğu gibi, petrol ve diğer doğal kaynakların kontrolünü de istiyorlar. Türkiye ile birlikte Irak'taki Kürtleri Suriye ve İran'dan ayırmaya çalışıyor, ancak bu hiç de kolay değil. Bölgede etkili olan güçlerden İngiltere de, Kürdistan'ı esasen bir sömürge karakolu olarak ele alıyor. Bu nedenle de Türkiye'nin saldırıları ve savaş suçları hakkında konuşmayı reddediyor.

OPCW de devletlerden farklı bir tutum sergilemiyor. Yakın süreçte elinizdeki kanıtları teslim etmek için bulunduğunuz toplantı talebini hiçbir gerekçe göstermeden reddettiler. Uluslararası anlaşmalara göre, OPCW’nin bu tür talepleri işleme koymak gibi bir zorunluluğu yok mu?

Onlar da gizli anlaşmanın bir parçasıdır. Geçen yıl Aralık ayında, yıllık konferansları için medya akreditasyonumu da hiçbir sebep göstermeden reddettiler. Tamamen ABD'nin ve emperyalist güçlerin kontrolü altındalar ve bağımsız bir örgüt olarak yükümlülüklerini yerine getirmiyorlar. OPCW’nin emperyalist güçlerin bir aracı olduğunu en büyük bağışlar yapan ülkelere bakarak görebiliriz: İngiltere, Almanya, Fransa, ABD ve Suudi Arabistan. Odağın Kürdistan'dan uzak tutulmasında hepsinin çıkarı var. Ayrıca araştırma konusunda mevcut isteksizlik muhtemelen izlerin onların kapılarına kadar dayanacak olmasındandır, çünkü Türkiye’nin kimyasal silahlar kullandığı tespit edilirse, o zaman ikinci soru bu kimyasalların nereden geldiği olacaktır.

İncelenmesi için Kürdistan’dan toprak örneği, gerilla giysileri ve saçları getirdiniz. Bu numuneler ile ne yapacaksınız? 

Numunelerin hepsi hala elimde. 17 Mayıs tarihinde Hollanda’ya uçuşum iptal olmasaydı, paketlediğim numuneleri OPCW'ye sunmayı hedefliyordum. Ki bunu hala yapmayı planlıyorum. Numunelerin hala kullanılabilir olup olmadıklarını kesin olarak söyleyemem. Bunu yalnızca bir uzman belirleyebilir.

Peki Batı ülkelerinde numuneleri incelemeyi kabul eden laboratuvarlar yok mu? 

Batıdaki laboratuvarlar, yapılan başvurulara cevap bile vermiyorlar. Görüştüğüm eski bir kimyasal silah test uzmanı bile mevcut belgelere baktığında kimyasalların kullanılmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu ifade etti. Ayrıca bu tür testleri yapmanın kolay olduğunu da belirtti.

Peki OPCW veya diğer kuruluşları harekete geçirmek için neler yapmayı planlıyorsunuz? Bundan sonra hangi adımlar atılacak?

OPCW'den taleplerde bulunmaya devam edeceğiz. Ayrıca Türkiye'ye yapılan silah satışlarının durdurulması ve normalleştirilen ilişkilere de son verilmesi için çağrılarda bulunmayı sürdüreceğiz. Elbette OPCW ve diğer uluslararası organlar, sırf ben bir rapor yazdım diye sarsılmayacaklar. Liberal batılı akademisyenlerin mektupları veya makaleleri de gereken değişimi getirmeyecektir. Tarih bize bunun ancak örgütlü işçi sınıfının kitle hareketlerinden, tabandan gelen baskı yoluyla gerçekleşebileceğini gösteriyor. Bu da, konforlu alanlarımızdan çıkarak ve kitlelerle soyut tartışmalara girmeden onlarla bağlantı kuracak şekilde, dayanışma ağlarımızı inşa etmeye ve güçlendirmeye odaklanan bir strateji gerektirir. İlerici örgütlere ve diğer kurtuluş hareketleriyle bağlantılara dayalı bir kitle hareketi olmadığında yol sürekli olarak tıkanacaktır.

 

Steve Sweeney'e dair...

Britanya'da çıkan ‘Morning Star’ gazetesinin uluslararası editörü olan Steve Sweeney, aynı zamanda 2019 yılında Kürdistan ve Türkiye’deki gazetecilerle ‘Demokrasi için Gazeteciler’ oluşumunun kurucusu. Sweeney, aynı yıl Amed’de seçimlerle ilgili haber yapmak isterken gözaltına alınıp sınır dışı ediliyor. Yaklaşık iki yıl boyunca dağda ve şehirde inceleme yapan gazeteci şu anda “Başûr: Irak Kürdistanı'ndaki Kürt Direniş Hareketleri’’ başlığıyla bir kitap yazmakla meşgul.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.