Kıyım yangın ve gerçekler

Mihraç URAL yazdı —

  • Artık bu kıyımlar ters işlemeye başladı. Her vukuatı Kürt’ün sırtına yüklemenin bir aldatmaca olduğu anlaşıldı. Kürt katleden, Kürt’ü yakan, doğayı tahrip eden organize suç örgütü devletin kendisidir. 

Kıyım barbarların vahşetidir, bunun tetikçisi devletin kendisidir, orman yangınları ise aynı kirli ellerin işidir.

Kürt ulusu doğayı korumayı yaşamsal bir gereklilik olarak görür, ibadet sayar. Kürtler olmasa Türkiye çöl olurdu.

***

Uzun zamandır gerginlik diktatör Erdoğan ve şürekasının işine geliyor gibiydi. Ülkede ne kadar bomba patlarsa ne kadar kıyım olursa o kadar AKP ve ortakları kazanıyor gibiydi. Bunun için tehdit politikası geçer akçe gibiydi. Parklarda, mitinglerde, yolda, sokakta patlatılan bombalar, katledilen insanlar dehşet ve korku ikliminin oluşmasına hizmet ediyor ve insanlar verili devletin, verili güvenlik güçlerinin ancak bu gidişi durdurabileceğini sanıyordu. Doğal refleks bilinene güvenilir olduğu sanılana sığınmak şeklinde işliyordu. Ama zaman geçtikçe anlaşıldı ki bu korku iklimini yaratan, “güvenilen” devletin ta kendisiydi.

Buradan sonra adım adım gerisin geriye tepmeye başladı, her kanlı girişim. Halk artık gerçeği yerinde görüyor, karşılaştırmalarla bu suç örgütünün çapına bakarak bu işlerin öyle sıradan kişilerce olmayacağını tahmin ediyordu. Bu sürecin sonunda varılan yer, tüm kirli işlerin, organizasyon gerektiren kıyımların arkasında bir tek devletin, güvenlik güçlerinin, askeri istihbaratın yani bir biçimde güvenilen devletin kendisi ve tetikçileri eliyle işlendiğini gösteriyor.
Mafya çetelerinin ardı ardına gelen ifşaatları, içinde yer alarak yapılan infazları afişe etmeleri de gösterdi ki, işin boyutu pek derin. Kıyım bir devlet siyaseti olmuş, ülke içinde olduğu kadar dışta da bu organize işler devletin sorunlarına bulduğu tek çözüm olarak ele alınıp duruluyor.

Bu satırların yazarı, PKK Komutanlarından Bahoz Erdal’la uğradıkları suikast sayısıyla yarışmaktadır. Eli kanlı diktatörden benim payıma tam 10 suikast girişimi düştü. Bahoz Erdal’ınki sanırım birkaç sayıyla daha ilerde duruyor. Adam kaçırmalar, yaralamalar, köy ve kamp bombalamalar, ülke içindeki kıyımları aratmayacak ölçütlerde infazlar yapıldı.

Artık bu kıyımlar ters işlemeye başladı. Her vukuatı Kürt’ün sırtına yüklemenin bir aldatmaca olduğu anlaşıldı. Kendi kendini katleden Kürt, kendi doğasını tahrip edip yakıp yıkan Kürt modası geçerliliğini yitirdi. İnandırıcılığını yitiren bu ithamlar esasında bir tek yeri, bir tek odağı işaret etmektedir; o da devletin, derin devletin Özel Harp Dairesi’dir. Kitleleri sokaklara ırkçı milliyetçi itimlerle itmek için yapılan bu organizasyonlar, tecavüzler, kıyım ve yıkımlar bu kez adım adım devleti ateş çemberine sokmaya başladı. Kürt katleden, Kürt’ü yakan doğayı tahrip eden, organize suç örgütü devletin kendisidir. 

Halk dipten gelen bu dalgalarla sarsılmakta, devletine verdiği destek ve güveni yitirmekte ve bu duygularını açıkça seslendirmekten korkmamaktadır. Önceki yerel seçimlerle korku duvarlarını yıkan halkın İstanbul zaferini kazanması (burada Kürt halkının HDP ile yaptığı katkıyı unutmayın) korku duvarlarında büyük bir gedik açmıştır. Bu gedik patlamak üzere ve hızla büyüdüğüne de tanıklık yapıyoruz. 

Bu gidiş sandıklardaki sona işaret ediyor, ama o sandıkların sonuçlarını bu zorbaların kabul edip etmeyeceği ayrı bir sorun. Onlar hazırlık yapıyorsa, bizim de bu hazırlıkları iki katına çıkararak yaptığımızın bilinmesini isterim.

Barbarların, Konya Meram’da 7 kişiden oluşan Kürt ailesini insafsızca katletmesi gibi insanlık suçunu bu çerçevede algılıyorum ve bunun hesabının sadece hukuk alanlarında değil, hak edilen alanda da verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanlık bu kıyıma karşı sessiz kalmamalıdır.

Yangınlar ve rantlar

Orman yangınlarına gelecek olursak, dünyanın tüm yetkin araştırma kurumları bu mevsimin risklerini yangınlarla açıklamaktadırlar. Yangın mevsimidir yaz ayları. Ama baskıcı tüm siyasal yönetimlerde orman yangınlarını, siyasi -ekonomik ranta çevrilmekte olduğu bilinir. Türkiye’de bu çok daha çirkin bir tarzda ikama edilir. Yandaşlara öncelikli fırsatlar sunularak bu rantlar dağıtılır. Ülkenin oksijen depoları yakılarak boşaltılıp beton yığınlarıyla yer değiştirilir; buradan da imara açılan topraklar kadar, maden ocakları ve kar amaçlı istismar alanları sağlanmış olur. Bunun için ormanlar yakmak, organize bir iş olarak karşımıza çıkar. Böylesine büyük organizasyonları devlet dışında kimse bu kadar basitçe yapamaz.

Devlet, şimdilik İsrail gibi, iktidarı ve muhalefetiyle yuvarlak bir masaya oturup katliam ve doğa tahribi kararı almıyor. Ama bunu yakın bir zamanda yapmayacağını kimse iddia edemez, hele böylesi abuk-subuk bir muhalefetin varlığında bu çok daha kolaydır. Bu devlet İsrail’den de daha yalancı bir devlet olarak doğa tahribini PKK’nin sırtına, özellikle de Kürt halkının sırtına yıkmaktan çekinmemektedir. İnce bir çizgiye dikkat çekerim; PKK gerillasının savaşı sürdürdüğü coğrafya bellidir, Kürdistan coğrafyasıdır. Bu açıdan devletin propaganda amaçlı yalanlarında doğrudan Kürt suçlamak daha kabul edilebilir bir şeydir. Bu yapılıyor ki bunun sonuca halkların birbirini kıyması iç savaşta keskin bir saflaşmanın üretilmesine çalışılıyor. Ancak bu da artık eder tutar bir yana sahip değildir. Son 20 yılın tüm vukuatlarında devletin kirli elleri görülmüştür; bu halk Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ıyla, Ermeni’si, Süryani’si Rumu’yla bu devletin bir terör şebekesi olduğunu bilmekte ve bu işlerde kesinlikle parmağı olduğunu tespit etmektedir.

Doğa tahribi, orman yakma eylemi siyasi bir çabadır ve bu devletin tetikçilerinin işidir. Bu nedenle Kürtleri suçlamak ne tarih, ne coğrafya ne de algı açısından geçerli bir tez değildir. Kürdistan coğrafyasının yerli halkı Kürtlerdir. Yerlidirler, yani otoktondurlar; bu topraklarda doğmuş, burada uygarlıklara yelken açmışlardır. On binlerce yılın doğal koşullarında doğaya muhtaç ve doğayı korumak için yaşayan bir toplumu doğa tahribiyle suçlamak sadece aptalca bir siyasal manevradır. Similasyon masallarından üretilen, Kürtleri orman yangınlarıyla itham etmek, artık iflas etmiş bir iddiadır.

Kürtler doğayı korumayı ibadet sayar. Doğal ortam deyince Kürdistan bölgesinin akla gelmesi de bundandır. Kimse kimseyi aldatmasın, ırkçı milliyetçi körüklerle kin ve intikam yaraları açmasın, bu kirli amaçlarla yola koyulanlar kaybeder.

Kürt ulusu doğayı korumayı yaşamsal bir gereklilik olarak görür. Kürtler olmasa Türkiye çöl olurdu. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.