Konjonktür Türkiye’nin aleyhine

Dosya Haberleri —

Salih Muslim/foto:AFP

Salih Muslim/foto:AFP

PYD Eşbaşkanı Salih Muslim ile Türkiye, İsveç, Finlandiya arasında imzalanan anlaşmayı, İsveç ile Rojava arasındaki ilişkiyi ve Türk devletinin olası işgal saldırısını konuştuk.

  • Türkiye Osmanlıdan bu yan şantaj politikası yürütüyor. Türkiye gücünü NATO’dan alıyor. Özellikle Kürtlerle savaşında NATO’dan silah ve benzeri çok destek alıyor. Bundan dolayı Türkiye, Kürtlerle savaşta bir pervasızlık içerisinde.
  • Mevcut konjonktür Türkiye’nin lehine değil. Türkiye İsveç ve Finlandiya ile imzaladığı memorandum anlaşmasını bir zafer olarak ilan etti. Türkiye, seçim sürecindedir. Bundan dolayı da memorandum anlaşmasında olduğu gibi Rojava’ya saldırarak sahte bir zafer peşinde koşabilir.
  • Suriye’yi, Suriye’de yaşayan halklarla birlikte savunmak istiyoruz. Aramızdaki sorunları çözmeye hazırız ancak onlar buna yanaşmıyor. Son dönemlerde Rusya bu temelde arabuluculuk yapıyor. Umarım bu temelde olumlu gelişmeler yaşanır.

ERKAN GÜLBAHÇE

İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi'nde Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson’la dörtlü görüşme gerçekleştirmiş ve Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda memorandum imzalanmıştı. Türkiye ısrarlarına rağmen anlaşmada, YPG, YPJ ve PYD’nin ‘terör örgütü’ olarak alınmasına sağlayamamış, ancak bunlara yardımların durdurulması için bir paragraf eklenmişti. PYD Eşbaşkanı Salih Muslim ile Türkiye, İsveç, Finlandiya arasında imzalanan anlaşmayı, İsveç ile Rojava arasındaki ilişkiyi, imzalanan memorandumun Kürtlere ve özellikle Rojava’ya etkisini ve Türkiye’nin olası saldırıları üzerine konuştuk.

Türkiye, İsveç ve Finlandiya memorandum imzaladı. Anlaşmada Kürt karşıtlığı, PKK, YPG ve QSD’ye yönelik karşıt maddeler de var, varılan bu anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu anlaşmanın sonuçları neler olur, Kürtler özellikle Rojava bundan nasıl etkilenir?

Türkiye kurulduğundan beri şantaj politikasını hep uyguladı. 1970’lerden sonra bunu üst düzeye çıkardı. Türkiye’nin şantajını OECD Ortak Pazar görüşmelerinde de gördük. En son Avrupa Birliği'ne katılım görüşmelerinde de Türkiye’nin şantajına tanıklık ettik. Türkiye bütün önemli konularda fırsatı eline geçti mi şantaja başvuruyor. Özellikle Avrupa’yla sorunları çözme noktasında hep şantaja başvuruyor. Şantaj politikasının yanında algı operasyonu da yapıyor. Tabi şantaj ile bazen başarıyor, bazen de başaramıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda Türkiye’nin yaptığı da şantaj politikasıydı. NATO’nun Büyük Orta Doğu projesinden dolayı Türkiye bir rol biçilmiş. Türkiye burada bir koçbaşı rolünü oynuyor. 2000 yılından beri bu politika böyle devam ediyor. Türkiye gücünü NATO’dan alıyor. Özellikle Kürtlerle savaşında NATO’dan silah ve benzeri çok şeyi alıyor. Türkiye, Kürtlerle savaşta NATO’nun çizdiği çerçeveyi de aşan NATO’nun kural kaidesini yok sayan bir pervasızlık içerisinde. Kürtlere karşı kimyasal silah dahi kullanma cüretini gösteriyor.

İsveç ve Finlandiya NATO üyesi değil ve NATO’dan bağımsız hareket ediyorlardı. Bundan dolayı Türkiye bunlara diş geçiremiyordu. Dediklerini yaptıramıyordu. Ancak gelinen aşamada İsveç ve Finlandiya NATO üyelikleri konusunda Türkiye ile anlaşmaya giderek hatta teslim olma noktasına geldiler. Bu anlamda varılan anlaşmayı İsveç ve Finlandiya’nın geçmişteki politikalarına yakıştıramıyoruz. Bu anlaşmayla birlikte günümüze dek övgü ile bahsettikleri kanunları değiştirecekler. Türkiye'nin isteği üzerine mahkemeler de yeni dosyalar açılacak. Türkiye’nin isteğine göre hukuku dizayn edecekler. Bu ülkelerde yaşayan halklar da bu anlaşmayı kabul etmeyeceklerdir. Çünkü bu anlaşmayla birlikte halkların birçok demokratik hakları ellerinde almış olacak.

2019 yılında Türkiye’nin Güney Kürdistan’ı işgal girişiminden dolayı İsveç, Türkiye’ye silah satışını durdurmuştu. Ancak varılan bu anlaşmadan sonra tekrardan satışı başlatılacak. İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye satacağız silahlar yine Kürt halkına karşı kullanacak ve yine sivil insanlar ölecektir. Bunu ne İsveç’teki politikacılar ne de İsveç halkı kabul etmeyecektir. Tabii ki İsveç ve Finlandiya halkının alacağı kararlara saygılıyız. Ancak İsveç ve Finlandiya NATO üyelikleri konusunda Kürtleri pazarlık konusu yapmaması gerekiyordu. Kürtlerin pazarlık konusu yapılarak bu anlaşmanın gerçekleşmesinden dolayı endişeliyiz. 

İsveç ile Rojava arasında ilişkiler ne durumda? NATO üyeliği onayı için Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan memorandum ardından İsveç ve Finlandiya’nın Rojava’ya yaklaşımında bir değişimin olacağını düşünüyor musunuz?

Öyle bir hava yaratıyor ki sanki bizim direk bu devletlerle ilişkilerimiz var. Öyle bir durum yok. Bizim PYD olarak bazı partilerle ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerimiz vardır. Resmi devlet olarak ilişkilerimiz olmadı. İsveç uluslararası koalisyonun bir parçası. Uluslararası koalisyon çerçevesinde bazı görüşmeler gerçekleşiyor. Anlatıldığı gibi desteklerini görmüyorduk. İsveç hükümetinde direk hiçbir destek görmedik. Yapılan destekler da uluslararası insani kuruluşlar, Kızılhaç, Heyva Sor vasıtasıyla yardımlarını yapıyorlardı.

İsveç’teki partilerin ve sivil toplum kuruluşların daveti üzerine giden arkadaşlarımız vize alarak gidiyorlardı. Onların organize ettiği panellere katılıyorlardı. Son zamanlarda Olof Palme Vakfı tarafından Suriye meselesinin çözümü için gerçekleştirilen bir dizi toplantılara Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ve Demokratik Suriye Meclisi (DSM) davet edildi. Bunun dışında orada pek bir çalışmamızda yok.

Memorandum anlaşması ardından İsveç ve Finlandiya ile herhangi bir iletişim kurdunuz mu?  Sizden veya karşı taraftan görüşme talebi oldu mu?

Hayır öyle bir durum yok. Zaten resmi olarak bizim ilişkilerimiz de yok. Biz orada sivil toplum kurumları ve partilerle görüşüyoruz. Orada bizim temsilciliğimiz var, partilerle vs. görüşmeler gerçekleştiriyorlar. 

 

Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’dan 73 muhalifin Türkiye’ye teslim edilmesini istedi. Türkiye’nin iade talepleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Türkiye kendisi gibi düşünmeyen herkesi istiyor. Kanunlara göre iade edilmeyenleri de kendi imkanları çerçevesinde kaçırıp Türkiye götürüyor. Hem de şu ana kadar kaçırdıklarından dolayı övünüyor. Çok normal bir iş yapmışlar gibi nasıl kaçırdıklarını bile anlatıyorlar. Öyle rastgele isimler yazılmış ki, yazılan isimler bazıları ölmüş, bazıları İsveç ve Finlandiya vatandaşları. Bildiğim kararıyla bu isimler mevcut yasalardan dolayı Türkiye iade edilemez var. Ki uluslararası normlara göre Türkiye teslim edilmemesi gerekiyor. Yani gerek İsveç ve gerekse Finlandiya dışişleri Bakanı bizim mevcut durumda iade edecek kimsemiz yok diye açık beyanda bulundular. Türkiye biraz da algı yaratma peşinde.

Türkiye, PYD, YPJ/YPG’yi PKK örgütlemeleri olarak göstermeye çalışıyor. Özellikle PYD-PKK bağlantısını öne sürüyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türkiye nerede bir Kürt varsa PKK üyesidir diyor zaten. PKK’nin böyle bir listede bulunması çok büyük bir haksızlıktır. PKK Avrupa’da hatta bütün dünyada herhangi bir kanun dışı saldırı gerçekleştirmemiştir. Bizi de PKK üzerinden terörist göstermek Türk devletinin bir politikasıdır. Türkiye YPG ve YPJ’yi PKK ile bağlantılı göstererek NATO’nun hedefine koymaya çalışıyor. Uluslararası koalisyonun çoğunluğu NATO ülkeleridir. Günlük olarak PYD, YPG ve YPJ ile görüşüyorlar. Koalisyondan kimse çıkıp da siz teröristsiniz, PKK ile görüşüyorsunuz demiyor. PKK ile ideolojik olarak ilişkiler vardır. Sadece bizim değil bütün dünyanın ilişkileri vardır. PKK bir ideolojidir, bir fikirdir, bir felsefedir. Araplar da, başka milletler de bu fikri bu felsefeyi benimsiyor. Farklı halklar da bu ideoloji beğeniyor. Şimdi Türkiye kalkıp bütün bunları terörist mi ilan edecek. İsveç ve Finlandiya ülkelerindeki kanunları uyguladıklarında Türkiye’nin YPG, YPJ ve PYD’yi bu ülkelerde terörist gösterme isteği zor gözüküyor. Bizi terörist göstermek için Türkiye’nin kanunlarını mı alıp uygulayacaklar. O zaman kendi kanunları değil Türkiye’nin kanunları geçerli olacak.

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği çerçevesinde yaşanan gelişmeler Türkiye’nin Rojava’yı işgal girişimini nasıl etkiler? NATO, böyle bir işgal girişimi karşısında nasıl bir tavır içerisinde olur?

Türkiye öyle bir noktaya gelmiş ki ne uluslararası hukuka saygı gösteriyor ne de altına imza koydukları anlaşmalara uyuyor. Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta ahlaki bütün kuralları ayaklar altına almış. Bölgedeki güçlere baktığımızda Amerika, Rusya, İran ve Suriye Rejimi Türkiye’nin böyle bir saldırıya karşı çıktıklarını açıkla deklere ettiler. Ama bunlara rağmen yeni bir işgal saldırısına girişebilir. Tüm hazırlıklarımızı buna göre yapıyoruz. Şu gerçeği de vurgulamak gerekir ki şu anki konjonktür Türkiye’nin lehine değil. Türkiye İsveç ve Finlandiya ile imzaladığı Memorandum anlaşmasını bir zafer olarak ilan etti. Türkiye, seçim sürecindedir. Bundan dolayı da Memorandum anlaşmasında olduğu gibi Rojava’ya saldırarak sahte bir zafer peşinde koşabilir. Bazı kesimler imzalanan memorandum ile Türkiye’ye yeşil ışık yakıldığını belirtiyor. Olabilir, ama biz burada kendi gücümüze, ilişkilerimize güveniyoruz. Türkiye böyle bir saldırı gerçekleştirirse kendimizi savunacağız. Hem halk olarak hazırlıklarımız var, hem YPG, YPJ ile QSD olarak tecrübelerimiz ve  hazırlıklarımız var. Kurbanlık koyun gibi beklemeyeceğiz. Türkiye eğer bugüne kadar saldırmadıysa bizim nasıl bir direniş göstereceğimizi ve nasıl bir karşılık vereceğimizi kestiremediğinden dolayı bekliyor.

Bu ayın 19'unda Erdoğan’ın İran'a gideceği belirtiliyor. Asıl meselenin de Rojava'ya saldırı için anlaşma olacağı tartışmaları basına yansıyor. Türk devletinin Rojava’ya saldırma olasılığını değerlendirir misiniz?

Açıkçası Erdoğan sadece Rojava’ya saldırmak için mi İran’a gidiyor bunu net olarak söyleyemeyiz. Fakat Erdoğan Kürtleri yok etmek için bir çalışma içerisinde yer aldığını net olarak söyleyebiliriz. Kürleri yok etmek için kime ne taviz vermesi gerekiyorsa hepsini vermeye hazır. Erdoğan’ın açıkladığı gibi Til Rifat ve etrafına bir saldırı olursa her tarafa zararı olacaktır. Burada Kürtlerin dışında farklı oluşumlar da var. Bölgede İran’ın da güçleri var ve bu bölgede büyük bir Şii nüfusu yaşıyor. Erdoğan, İran’a giderken onları ikna mı edecek, taviz mi verecek, takas mı yapacak bunu şimdiden kestirmek çok kolay değil. Erdoğan’ın İran’a ziyaretini masum bir ziyaret olarak görmemek gerekiyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonrası İran’ın doğalgazı önem kazandı. Erdoğan’ın gitme nedenlerinden bir tanesi İran doğal gazını Türkiye üzerinden batıya pazarlama gibi bir strateji geliştirmek için olabilir. Ancak en önemli konunun Rojava’ya saldırı olduğunu söyleyebilirim.

Türkiye’nin olası saldırılarına karşı Rojava’da olağanüstü hal ilan edildi. Bununla birlikte Rojava’nın belli bölgelerinde rejimle savunma iş birliği sağlandığı yönünde yorumlar yapılıyor. Bu doğru mu?

2016 yılından beri Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’ye yaptığı saldırılara karşı rejim çok pasif davrandı. Cerablus, Girê Sipî, Serêkaniye ve Efrîn olmak üzere ülkeye dönük hiçbir saldırıya karşı durmadı. Oysa her yerde ulusal egemenlikten bahs ediyor. Eğer ulusal egemenlikten bahs ediyorsa bu saldırılara karşı durması gerekiyor. Devletin egemenliği derken rejimin egemenliğinden bahsetmiyorum. O devlet sınırları içerisinde yaşayan bütün farklı etnik, dini grupların egemenliğinden bahs ediyorum. 2019 yılında girişimlerimiz sonucunda Türkiye ve Rusya arasında yapılan anlaşma ile bazı güçler sınıra yerleştirildi. Ancak bunlar çok yetersiz. Gönderilen kuvvetler kendi görevlerini yapmadılar. Suriye askerlerinin bulunduğu yerler Türk devleti tarafından bombalandı. Burada Suriye askerleri yaralandı hatta bazıları öldü. Ancak Suriye rejimi buna karşı hiçbir reaksiyon göstermedi. Orada dahi kendi güçlerini ve egemenliğini savunamadı. Eğer devletin egemenliğinden bahs ediyorsak beraber bir şeyler yapmamız gerekiyor. Son zamanlarda Suriye Demokratik Güçleri ve Suriye Ordusu arasında görüşmeler var. Aldığımız haberlere göre olumlu gelişmeler yaşanıyor. Ancak bunlar yeterli mi, yetersiz mi ilerdeki süreçte daha net bir şekilde göreceğiz. Eğer bugün egemenliğini savunmazsan, işgale karşı durmazsan, yarın işgal ettiği yerleri gelir ilhak eder. Açık örneği Efrîn’de ve başka yerlerde yaşanıyor. Türkçe okullar açılıyor, çocuklara Türkçe eğitim veriliyor, Türk parası kullanılıyor. Bu Suriye’nin parçalanması anlamına geliyor. Tabi biz bunu istemiyoruz. Suriye’de yaşayan bütün halkların kendi özgünlükleriyle birlikte eşit ve özgür temelde yaşamalarını istiyoruz. Bu temelde de Suriye’yi, Suriye’de yaşayanlarla birlikte savunmak istiyoruz. Aramızdaki sorunları birlikte oturarak çözmeye hazırız. Ancak onlar buna yanaşmıyor. Son dönemlerde Rusya bu temelde arabuluculuk yapıyor. Umarım bu temelde hem bizim için hem de sürede yaşayan tüm haklar için olumlu gelişmeler yaşanır.

* * * 

Devrime sahip çıkma zamanı

Rojava Devrimi'nin de yıl dönümündeyiz. Rojava Devrimi Kürdistan'da olduğu kadar Demokratik Sosyalizim ve Konfederalizm çizgisini benimseyen kesimlere de bir umut ışığı oldu. Rojava Devrimi'nin yıl dönümünde mesajınız ne olur?

19 Temmuz 2012 tarihinde başlayan devrim bugün hala devam ediyor. Meşru savunma adımı olarak başlayan, kendini savunma temelinde gelişen ve kendi kendini yönetme şeklinde hayat bulan bir devrim sürecidir. Bir özgürlük adımıydı. Hem Suriye’de hem de Orta Doğu’da bir ilkti. Hiç kimsenin saymadığı, varlıklarının kabul görmediği bir halkın kendi değerlerine, insanlık değerlerine sahip çıkmaları çok güzel bir olaydır. 19 Temmuz 2012’de başlayan devrim her gün daha da büyüyerek ve daha çok insanı kucaklayarak bu noktaya geldi. Bu anlamda 19 Temmuz'un önemi bölgedeki insanlar tarafından daha iyi anlaşılmaya başlandı. Bütün Kürdistan’da bu devrim kabul gördü. İnanıyorum ki dört parça Kürdistan bu devrime sahip çıkarak daha da büyütecek ve başarıya ulaştırma noktasında inancımız büyük.

* * * 

12 bin şehit verdik

İki dönem aradan sonra tekrardan PYD Eşbaşkanlığı’na seçildiniz. Yeni dönemde siyasi alanda öncelikleriniz neler olacak?

Halkımız tekrardan bizi bu göreve layık gördüğü için halkımıza teşekkürlerimi belirtmek istiyorum. Halkımız bize güvenip bu görevi vermiştir elbette ki biz de halkımıza layık olmaya çalışacağız. PYD olarak, siyasi bir parti olarak halkların bilinçlenmesi, halkların örgütlenmesi, halklar arası ilişkiyi güçlendirme yönünde bir çabamız vardı. Yeni dönemde de aynı şekilde çalışmalarımızı sürdürerek şu ana kadar eksik kaldığımız yetersiz kaldığımız noktaların giderilmesi için bir çaba içerisinde olacağız. Yeni dönemde gerek Avrupa’da ve gerekse dünyanın diğer farklı halklarla ilişkileri geliştirme noktasında bir politika üreteceğiz. Bu anlamda halkımızın sözcüsü olacağız Kuzey doğu Suriye özel yönetimle birlikte ortak çalışmalarımız olacak. Özerk Yönetim sınırları içerisinde yer alan Kürtler, Araplar, Asuriler, Ermeniler ve diğer haklarla ortak projeler geliştireceğiz. Aynı şekilde yabancı ülkelerde özerk yönetim için ilişkiler geliştirerek katkı sunmaya çalışacağız.

Dört parça Kürdistan’daki Kürtlerin birlik olmaları gerektiğini belirtmek istiyorum. Tek kurtuluş yolumuz birliği oluşturmamızdır. Türkiye içindeki Kürt sorununu çözemedi için bugün bu noktaya geldi. Kürt sorununu terörizm olarak dünyaya sunmaktadır. Kendi ellerinle Kürt sorununu NATO’ya taşıdı. Son olarak şunu belirtmek istiyorum ki biz başaracağız. Özgürlüğümüz için verdiğimiz mücadeleyi mutlaka kazanacağız. Bundan başka hiçbir seçeneğimiz yok.

Ortadoğu’da silahsız bir parti olarak doğmak bir milat niteliğinde. Özellikle de Kürdistan'da bu denli büyük saldırıların yaşandığını da göz önünde bulundurursak PYD'yi nasıl tanımlarsınız?

PYD bir anda ortaya çıkmadı. Felsefesi olan, bir dünya görüşü etrafında gelişerek ve geçmişte verilen bir mücadelenin sonucu olarak ortaya çıktı. Dört parça Kürdistan’da verilen mücadelenin bir ürünü olarak doğdu. PYD’nin en büyük amacı örgütlü bir halk yaratmaktı. Çünkü örgütlü bir halkın özgürlüğünü elde etme ve başarıya ulaşma noktasında çok da sıkıntı yaşamayacağını görüyordu. 2003’ten beri görev olarak halkı örgütlemeyi önümüze koyduk. Örgütleyeceğimiz halka öncülük yapmak ve özgürlük fikrini vermektir. 

Rojava Devrimi'nde günümüze dek 12 bin şehit verdik. Bunların hepsi PYD’li değildi. Her birisi Kürdistan’ın bir parçasında gelmişti. Dört parça Kürdistan'da gençlerin Rojava etrafında kenetlenmeleri mücadelemizin ne kadar Kürdistan’ı ve bizim doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Bir halkı örgütlemek ve iradesini temsil etmek en büyük güçtür. Elbette ki silahlı güç önemlidir. Ancak en önemli güç halkın örgütlenmesidir. Gerek Kürdistan’da ve gerekse Orta Doğu’da iyi bir örnek olduk. Umarım bundan sonra görevimizi başarıyla yürüterek hedeflerimize ulaşırız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.