Kültürel soykırıma hayır!

Demir ÇELİK yazdı —

  • 2022’ de kurduğu Alevi Bektaşi Kültür Başkanlığı ile farklı inançtan insanların yetişkinlerini asimilasyonla Siyasal İslam’a yedeklemek isteyen iktidar, şimdi de çocuklarımızı bu dinci ve ırkçı yaklaşımına kurban etmek istiyor. 

Eğitim-Sen, veli dernekleri ve Alevi örgütleri, okullara imam atanması (ÇEDES) projesinin iptal edilmesi için 100 kuruluşla birlikte 16 Eylül’de İzmir’de “Laik eğitim, laik yaşam, eşit yurttaşlık” mitingini gerçekleştireceklerini basından okuyor, izliyoruz. Okullar açılmadan önce yapılması planlanan bu mitingi önemli bulduğumu öncelikle belirtmek isterim.

Mitingin ana sloganı; “Laik eğitim, laik yaşam ve eşit yurttaşlık” olup, bu talepler yüzyıldır devletin karşılamadığı, karşılamaktan kaçındığı temel konulardan bir kaçıdır. Eğitimin laik olmasının yanı sıra demokratik, bilimsel, parasız ve anadilde olması gerektiğinin altı çizilmeye değerdir. Bununla birlikte şimdilik eğitim konusunu Eğitim Sen’e bırakarak, laiklik konusunu dile getirmeyle yetineceğim.

Türk ulus devletinin kurucu iradesi M. Kemal; “laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir” der 1926’da. Peki aradan geçen yüzyıla rağmen toplumun yarısını oluşturan kadınlar, farklı dinden insanlar, Êzîdîler, Aleviler gibi farklı inançtan olanlarla, farklı etnisiteden toplum kesimleri ibadet ve din özgürlüğünü yaşayabilmişler midir? Bu sorunun cevabının kocaman bir hayır olduğu açıktır. O halde devlet bıkmadan usanmadan Anayasa ve yasalarında ısrarla neden laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu vurgulamak ister?

1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran Kemalist devlet, o günün koşullarında nüfusun önemli bir kesimini oluşturan Alevileri ve Êzîdîleri iknâ etmek, aynı zamanda Lozan Antlaşması’nda azınlık haklarını güvence altına alacağının sözünü verdiğinden her seferinde devletin laik olduğunu vurgulamak durumunda kalmıştır. Bu anlamda laiklik, sadece ötekileri ikna amacıyla Anayasalarına yerleştirdiği sıradan bir söz olmuştur. Ulus devletin kuruluş sürecinde bunlar yaşanırken, sonrası dönemin uluslararası konjonktüründe bu yönlü gelişmeler yaşanınca, devlet laiklik ipine sarılmak, onu dillendirmek zorunda kalmıştır.

Halkların, ezilenlerin, mazlum ve mağdurların devletçi sisteme karşı mücadelesi sonucu devlet değişimi yaşar. Mücadele dinamiklerinin örgütlü gücü oranında devlet, her seferinde yeni biçim, şekil, idari ve siyasi yapıya dönüşerek toplum karşısında daha sosyal, daha demokratik ve evrensel hukuka bağlı olmak durumunda kalır. Kapitalist emperyalist sistem özellikle Sovyet devriminden sonra ezilenlerin, yoksulların ve emekçilerin yükselen mücadelesini sistem içileştirmek için laiklik, demokrasi ve sosyal devlet değerlerini hem daha çok dillendirmeye, hem de kendi siyasal sistemini bu değerler ekseninde yeniden biçimlendirmeye çalışır. Dolayısıyla Türk ulus devleti de uluslararası bu gelişmelerin dışında olmadığından, yüzyılda dört kez yeni diye Anayasa yapım süreçlerini yaşar. Bütün bu Anayasalarında devleti; “… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” dese de, bunun böyle olmadığını inkâr, katliam ve soykırımı yaşayan halklar ve inançlardan insanlar biliyordur.                                                        

Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti; tüm toplumsal kesimlere, tüm etnik yapılara, tüm dinlere ve inançlara, tüm cinslere ve eğilimlere, tüm düşünce ve fikirlere karşı kör, sağır ve dilsiz olanıdır. Peki Türkiye dinlere, inançlara, etnik kesimlere ve cinslere karşı tarafsız mıdır? Ya da başka bir deyişle, Türkiye’de yaşayan herkes eşit vatandaş olmanın haklarına sahip midir? Türkiye kuruluşundan bu yana eğitimi, toplumsal yaşamı demokratik ve laik değerlerle değil, egemen dinin ve egemen mezhebin kural ve kaidelerine göre yapmıştır. Bugün de eğitim, sosyal kültürel alanlar başta olmak üzere toplumsal yaşamın tüm alanlarında devlet dininin etkileri eksilmeden, artarak devam etmektedir.

2022’ de kurduğu Alevi Bektaşi Kültür Başkanlığı ile farklı inançtan insanların yetişkinlerini asimilasyonla Siyasal İslam’a yedeklemek isteyen iktidar, şimdi de çocuklarımızı bu dinci ve ırkçı yaklaşımına kurban etmek istiyor. Farklı olanı inkâr eden, farklı her sesi susturan, demokratik talepleri baskı ve şiddet politikalarıyla bastıran siyasal iktidar, ÇEDEŞ projesi ile eğitim ve sağlık alanlarında imamlar üzerinden dini telkin ve dinsel etkinlik oluşturarak çocuklarımızı kültürel soykırımdan geçirmek istiyor. Giderleri merkezi bütçeden karşılanacak olan yeni bir dinci kadrolaşma ve ruhban sınıfını oluşturarak, toplumun tümünü bu kadrolar aracılığıyla denetime almak, onları devletin ideolojik aygıtlarıyla hak ve hakikatlerinden uzaklaştırarak başkalaşıma uğratmak istiyorlar. Bu açıkça kültürel soykırım projesidir.

Bu anlamda 16 Eylül 2023’te İzmir mitingine sadece Eğitim Sen, Alevi kurumları, veli dernekleri ve demokratik kitle örgütleri değil; inkârcı, katliamcı, ırkçı faşist iktidarın dışındaki tüm toplum kesimleri duyarlılık göstermeli, mazlumların sesi olmalıdırlar.     

Siyasi iktidarın topluma rağmen, topluma dayattığı bu faşizan anlayışa karşı en güçlü ve etkili yanıtı vermek, günümüzün insani ve vicdani görevi olmaktadır. Yarın çok geç olmadan bu karabasan zihniyete ve faşist politikalara karşı laiklikten, demokrasiden, özgürlükten ve eşit yurttaşlıktan yana olan herkes seferberlik içinde olmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.