Kürdistan'da ekonomik yıkım, söylemler ve gerçekler

Dosya Haberleri —

  • Gittikçe katmerleşen ve yeniden üretilerek sürdürülen bu sömürü ilişkileri, Kürtlerin birlikteliğine zarar verecek bir boyuta ulaşmış durumda.Türkiye genelinde gittikçe artan ahlaki çöküşten Kürt illeri ve bölge insanı kapanması zor yaralarla nasibini alıyor.

 

PAVİN MADA 
Türkiye’de Cumhuriyet Döneminden bugüne kadar uygulanan politikalar ile artan bölgeler arası gelişmişlik farkları, 1980’lerden sonra neoliberal politikalar ile daha da derinleşti.
1960’lardan sonra “planlı kalkınma dönemi”, “bölgesel teşvikler”, “kalkınmada öncelikli yöreler” vb. ile Kürdistan coğrafyasına farklı ekonomik müdahaleleri içeren politika ve programlar, “batı” ile “doğu” arasındaki makası daha da açtı.
‘Kalkınmada öncelikli yöreler’ (KÖY) ilk olarak 1968 yılında ‘Doğu ve Güneydoğu’ bölgelerini kapsayan 22 il olarak belirlendi. 1969 yılında Edirne eklendi ve il sayısı 23’e çıktı.
1972 yılında Afyon, Burdur, Çorum, Giresun, Kastamonu, Niğde, Ordu, Sinop ve Yozgat illeri ve 67 ilçe KÖY kapsamına alındı. 1973 yılında Edine, Antep ve Malatya illeri KÖY kapsamından çıkarıldı ve Bilecik, Bolu, Çanakkale, Denizli, Kırşehir, Tokat ve Uşak illeri KÖY kapsamına alınarak, KÖY kapsamındaki il sayısı 36, ilçe sayısı 50 oldu. Ancak Edirne, Elazığ, Antep ve Malatya illeri teşvik tedbirlerinden yararlandırılmaya devam edildi. 4 boyunca yıl KÖY kapsamındaki il sayısı değişmedi.

Politik tercihler ve gizli arka plan
1978 yılında yeniden Kırklareli, Antep, Malatya ve Elazığ illeri KÖY kapsamına alındı ve il sayısı 40 oldu. 1979’da Nevşehir eklenerek sayı 41’e çıktı. 1980 yılında Denizli çıkarılarak sayı 40’a düştü. 1981 yılında KÖY kapsamında yer alan illerin aynı gelişmişlik seviyesine sahip olmadıkları Bakanlar Kurulu’nda görüşülerek 1. Derecede KÖY ve 2. Derecede KÖY olmak üzere iki gruba ayrıldı.

Sonrasında 1984, 1990, 1992, 1995, 1996 yıllarında KÖY kapsamına alınan illerde sürekli politik tercihler ile değişiklikler yapıldı ve kamu yatırımları ve ekonomik tedbirler ile desteklenecek iller neredeyse her yıl revize edildi.

Adım adım derinleştirilen eşitsizlik
1990’larda yaşanan zorunlu göç ile Kürtler yerinden edilip mülksüzleştirilirken, güvencesiz ücretli işgücü, mevsimlik işçi olarak üretim ilişkilerine dahil edilerek, derin bir yoksulluk ile karşı karşıya bırakıldı.
1970’lerden 2000’lere kadar 30 yıl içinde geç kapitalistleşen bir ülke olan Türkiye’de, farklı bölgelerde kamu kaynakları yoğunlaştırılarak bölgesel sermaye birikimi sağlandı.
Cumhuriyet döneminde uygulanan politikalar ile gelişen batı merkezleri ve 1970’ler, 1980’lerde uygulanan politikalar ile gelişen sanayi kentleri (Anadolu kaplanları) ile ekonomisizleştirilen Kürdistan illerinden oluşan ve Kürdistan’daki illerin ekonomik olarak en geri olduğu bir ekonomik tablo ile karşı karşıyayız.

Tablodan da görüldüğü üzere; Kürt kentleri 1996 yılından bugüne Türkiye’de sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi en düşük 20 il içinde yer almaktadır.
‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ bölgelerinde yer alan 21 ilin GSYİH (Gayrisafi Yurtiçi Hasıla) içindeki payı 1979 yılında %8,2 iken 2001’de %7,7’ye, 2004-2006’da %6,9’a gerilemiştir.

Kürt illerine kurulan ekonomik tuzak
Türkiye’nin kapitalist eklemlenme sürecinde en derin tahribatı Kürdistan yaşadı.
Bu süreçte devlet özel sektöre belirli bölgelerde alan açarken (Türkiye kentleri), Kürt illerindeki eşitsizliğin gelişmesinde de baş aktör oldu.
2000’ler ile beraber bölgelere kamu kaynaklarının aktarılması ve “geri kalmış bölgelerin” kamu yatırımları ile geliştirilmesi yaklaşımı yerini, her bölgenin ve hatta ilin kendi yerel dinamikleri ile potansiyelini açığa çıkarması, diğer il ve bölgeler ile rekabet etmesi yaklaşımına bıraktı.
Bu politikanın sonucu olarak, bölgeler ve kentler küresel ekonomiye açılarak kendi potansiyellerini pazarlamaya başladı.
Yerel dinamikler olarak tanımlanan iş çevreleri, sivil toplum, yerel yönetimler vb. yapılar bu potansiyeli pazarlama ve yerel kaynakların değerlendirilmesi için önemli aktörler olarak tanımlandı.
Ancak pratik farklı gelişti; devletin ekonomik alandaki müdahaleleri daha çok arttı ve bölgelerin, illerin ulusal ve uluslararası pazarlar ile ilişkilerine kurduğu yeni yapılar ile yön verdi, bazı illerde destekleyici, bazı bölgelerde ve illerde de engelleyici rol oynadı.
Her bölge ve il küresel piyasalara eklemlenebildiği ölçüde başarılı olarak değerlendirildi ve bölgesel farkların giderilmesi için teşvikler temel ekonomik tedbir olarak sürdürüldü.


(Henüz teşvik politikaları için kullanılan bu sınıflandırmada 6. bölgede yer alan 15 ilin tamamı Kürt illeridir.)

İnsan gücü ve maden olarak sömürgeleştirme politikası
Devletin ekonomik alanda gittikçe artan müdahalesini Kürdistan’daki devlet politikaları ile birlikte okuduğumuzda bugün yaşanan yoksulluğu, işsizliği, üretim ilişkilerini ve Kürt kentlerinin Türkiye’nin diğer il ve bölgeleri ile uluslararası pazarlara ne şekilde eklemlendiğini çok daha net görebiliriz.
Siyasi partiler, uzun yıllar devletin kamu yatırımlarından Kürt illerinin yeterince yararlanmadığını ifade ederek, Kürt kentlerinde sermaye birikiminin geliştirilmesini destekleyen açıklamalar yaptı.
Devlet tarafından da Kürt illeri ucuz işgücü, sahip olduğu tarımsal üretim kapasitesi ve maden kaynakları ile kapitalist ekonomik sisteme eklemlenmesi gereken bölge olarak tanımlandı.

Devlete bırakılan alan
Kürdistan’da yaşanan savaş ve kimlik mücadelesi ekonomik alandaki çelişkilerin önüne geçmiş durumda. Bu durum belki bir zamanlar için ihtiyaçtı ve gerekliydi, ancak bu konuda bütünlüklü bir politikaya sahip olunmaması ve mikro ölçekte de olsa kimi deneyimlerin ortaya çıkarılamaması, ekonomik alanı tamamıyla devletin yanlış politikalarına bıraktı.
Yerel kurum ve siyaset tarafından da devletin yıllarca “bölgesel planlamalar”, “kalkınmada öncelikli yöreler”, “teşvikler” vb. ile yapmadığı, yapamadığı bölgesel sermaye birikiminin, aynı araçlar kullanılarak sağlanabileceği düşünüldü.
Örneğin “kadınlara istihdam sağlamak için yatırım yapıyoruz”, diyen ve emek sömürüsü ile zenginleşen tekstil iş çevreleri, yerel yönetimler tarafından özellikle desteklenirken, tarımsal ürünlerin aracılar dışında pazara sunumunu sağlayacak kooperatifler, belediye hizmetlerini sağlayacak hizmet kooperatifleri geliştirilemedi. Kent mimarisinde yeni inşa edilen yapılar ve sosyal alanlar ile farklı sınıflar arasındaki makas daha çok açıldı. 
Bunda, Türkiye burjuvazisi ile ilişkilerini geliştirmeye çalışan ve devlet desteğine bağımlı iş çevreleri ile bunları temsil eden yapılar, yerel yönetimler ve bilinçli olarak geliştirilip parlatılan “orta sınıf” kesimlerinin rolü büyük oldu.

Tüm kaynaklar devlete bağlı bir zümreye akıtılıyor
1980’lerden sonra sunulan teşvikler ve kamu alımları ile kendine bağlı bir ekonomik sınıf yaratmaya çalışan devlet, bugün kayyumlar ile bu müdahaleyi en üst noktaya taşımış durumda.
Gittikçe zenginleşen bir zümrenin emrine tüm kamusal kaynakların sunulması, istedikleri mevzuat değişikliklerinin bir gecede çıkarılması, hiçbir hukuksal sürece takılmamaları, kamu alımlarının tamamının bu zümrenin elinde toplanması gibi politikalar, Kürt illerine çok daha çarpık bir şekilde sirayet etmiş durumda.
Tüm kamu alımları, devlet destekleri siyasal ilişkiler ile belirleniyor ve belirli bir kesimin elinde toplanıyor. Artık çok daha görünür bir şekilde yapılan ve hiçbir hukuksal altyapısı olmayan uygulamalar ile tek tek insanlar fişleniyor; bazı iş alanlarına, kamusal desteklere güvenlik gerekçesi ile ulaşılamadığı gibi, bölge halkı sömürünün yoğun olduğu işlere mecbur bırakılıyor.
2013’de gerçekleştirilen Demokratik Toplum Kongresi Ekonomi Konferansı’nda, toplumun farklı kesimlerinin katılımı ile Kürt illerinde topluma yetecek gıda üretiminin geliştirilmesi, dayanışmacı ekonomik yapıların kurulması için toplumun tüm kesimleri ile tartışmalar yürütüldü ve bazı model çalışmalar yapılması karara bağlandı.
Devletin eşitsiz ekonomik müdahalesi ve Kürt kentlerine biçtiği ekonomik roller yerine, yerel halkın üretime katıldığı, üretim ve dayanışmanın sürdürüldüğü ekonomik yapıların kurulması temel yaklaşım olarak geliştirildi.
Yerel yönetimler bu yapıların kurulması ve sürdürülmesi için önemli aktörler olarak belirlendi.
Ancak bu alana dair geç de olsa geliştirilen bu perspektif yerine, mevcut ekonomik ilişkilerde ısrar edildi.
Yerelde farklı kesimler tarafından da dayanışmacı ekonomik yapıların geliştirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilerek, devletin bölgeye, sermaye sahiplerine sunacağı destekler ile kalkınmanın sağlanacağı savı öne çıktı.

Tehlikenin farkına varmak
Geldiğimiz noktada, gittikçe katmerleşen ve yeniden üretilerek sürdürülen bu sömürü ilişkileri, Kürtlerin birlikteliğine zarar verecek bir boyuta ulaşmış durumda.
Ekonomiye güvencesiz, düşük ücretler ile katılım sağlayan işçi sınıfı, geçimlik üretim, mevsimlik tarım işçiliği yapanlar, küçük üreticiler, esnaflar, zanaatkarlar ile üretim ve hizmet alanlarını genişletmeye ve devletten daha çok destek almaya çalışan kesimler ve yapılar arasındaki yabancılaşma ve sınıfsal sorunlar daha çok artıyor. Türkiye genelinde gittikçe artan ahlaki çöküşten Kürt illeri ve bölge insanı kapanması zor yaralarla nasibini alıyor. 

Hilton’un sırça sarayından “Kürt Sorununa” bakmak
Kürt dili, kültürü, kimliği ve ulusal değerlerinde birleşen Kürtler ekonomik alanda aynı birlikteliği yaşamıyor.
Bir yandan, ekonomik olarak güçlü olan kesimler, pek çok alanda kurdukları ilişkiler ile halkı temsil ettiklerini ifade ederek, kendi sınıfsal konumlarına göre Kürt sorununun, yaratılan ekonomik sorunların çözümü için devlete, uluslararası kuruluşlara politikalar geliştirilmesini öneren raporlar sunuyor, konferanslar yapıyor ve bizleri hafızasız, hakikatimizi bilmez zannedecek denli küstahlaşıp hakikatimizi tersyüz etmeye dönük “Hafıza odası” sergileri dahi yaparken;
Öte yandan ise, mevsimlik işçi, tarım işçisi, sanayi işçisi, genç işsiz, KHK ile ihraç edilenler vb. ekonomik sorunlar yaşayanlar kültürel, siyasal alanın dışında kalıyor, temsil edilemiyor.
Bir yandan, ekonomik olarak güçlü kesimler yaşanan sorunları gördüklerini, farklı alanlarda dile getirdiklerini ve çözüm üretilmesi için çalıştıklarını ifade edip bir yığın politika, rapor, değerlendirme vb. hazırlarken;
Öte yandan ise, orta yerde olan veriler, ekonomik gelişmişliğin sağlanamadığını; aksine devletin bölgeye dair yaklaşımının bu kesimler eliyle sürdürüldüğünü, kamu alımları, ihaleler ve yerel kaynaklardan da belirli kesimlerin yararlandığını net olarak gösteriyor.

Sonuç mu? Nüfusunun yarısından fazlasının açlık sınırlarının altında olduğu, iki elin parmaklarını geçmeyecek kişinin de milyonlarla oynadığı fotoğraflar, Kürt kentlerinin sokaklarında yan yana duruyor…
Ne yapmalı? Oda bir başka yazının konusu olsun…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.