Kuşlar hiç susmadı...

Dosya Haberleri —

6 Şubat Depremi

6 Şubat Depremi

Deprem Günlükleri -3-

  • Günler geçti, hala yardım yok. Bir saat bir yıl gibi geldi. 3 gün 3 asır... Zaman durmuş gibi. Enkazdaki sesler bir bir kesilirken, bu kez de açlık, çadır sorunu ve soğuk vurdu insanları. Çocuklar önce korkudan sonra da açlıktan ağlamaya başladı. Enkazdan sağ kurtulan 2 buçuk yaşındaki Helin, artık enkazları görmemek için minik elleriyle gözlerini kapatıyor.
  • Bir teyze... İsmini söylemekten çekindi, çadır kentten atarlar diye. Nöbeti asker-polis tutuyor. Babasının 3 gün boyunca enkazdan sesi geldi, sonra kesildi. Ağladı, dizlerini dövdü ama daha yasını tutacak kadar iyi değil. Ben içerideyken görevliler geldi, "İçeri girerken niye bize sormuyorsunuz" diye çıkıştı. Gardiyanlara sormadan mahkumlarla konuşulamıyor!

GÜLCAN DERELİ

Hatun Berk, Elbistanlı. İlk deprem olduğunda hemen kendini dışarı atamadı sarsıntı nedeniyle, sarsıntının durmasını bekledi ve sonra eşiyle beraber kendini dışarı atabildi. Hatun, aynı binada ve üst katlarında oturan annesi ve babası için kaygılanırken saniyeler sonra annesi ağlayarak yalın ayak geldi. Babası da yanındaydı. O sırada da artçılar devam etti. Dışarısı kar ve soğuk. İlk şoku atlattıktan sonra bir süre dışarda kaldılar ama havanın çok soğuk olması nedeniyle dayanamayarak tekrar eve girdiler. Hava eksi 20-21 derece. Hatun'un evi ikinci kattaydı, bu bir nebze olsun onları rahatlattı, bir daha deprem olursa buradan çıkabileceklerini düşündüler. Bu sefer tüm aile hep beraber Hatun'un evine geçti. Hatun'un kız kardeşinin evi hasarlı, 2 buçuk yaşında Helin isminde bir çocuğu var, onlar da Hatun'un evine geçti. Hep beraber yemek yediler, Helin'in annesi eve gidip hem kendileri hem de çocuğu için birkaç parça eşya almak istedi. Çünkü deprem olurken yıkıntıdan kurtulabilenler gece elbiseleri ile dışarı fırlamışlardı. Bütün aile karşı çıktı ama Helin'in annesi kimseyi dinlemedi çünkü çocuğun ihtiyaçları vardı. Gitti...

Helin'in gözleri...

Aradan epey zaman geçti ama Helin'in annesi hala dönmedi. Kaygılanmaya başladılar, Helin'in dedesi hasarlı olan evlerine gitti, kızı içeride kilitli kalmış, kapıyı açamıyordu; kapı artçılarla birlikte kitlenmişti. Uzun bir uğraşın ardından evden çıkabildi. Tekrar Hatun'un evine döndüklerinde ise ikinci büyük deprem ile sallandılar. Karşı karşıya olan kanepeler yan yana geldi, eşyalar yer değiştirdi. Hatun ve eşi evde Helin'i aradı. Helin'i almadan evden çıkmak istemediler ama Helin yoktu. Büyük korkuya kapıldılar. Ancak Helin'in annesi hızla çocuğunu alıp dışarı koşmuştu. Helin diye bağırdıklarını duyanlar onlara "Helin dışarda çıkın" diye bağırmaya başladı. Hatun ve eşi bu sesleri duyduktan sonra kendilerini dışarı attı ve bir daha eve girmediler. Hatun, "Benim çocuğum yok, ne ben ne de eşim Helin'i almadan dışarı çıkmazdık. Ölürdük yine Helin'i alırdık, onu bırakıp bir an bile çıkmayı düşünmedik" dedi. Sonra Elbistan'dan ayrılarak köylerindeki tandırlığa sığındılar. Ekmek yapılan küçük bir yere; elektrik yok, rüzgar, fırtına var, soba kurdular, mum ışığında oturdular, telefonlar çekmediği gibi şarj sorunu da yaşadılar. Normalde Helin gece kalkar ağlar ama orada hiç ses etmedi, uyanıyor, anne diyor, annesinin sesini duyunca da tekrar uykuya dalıyordu. Helin artık enkazları görmemek için minik elleriyle gözlerini kapatıyor.

Çocuklar açlıktan ağlıyor

Günler geçti, hala yardım yok. Bir saat bir yıl gibi geldi. 3 gün 3 asır. Zaman durmuş gibi. Enkazdaki sesler bir bir kesilirken, bu kez de açlık, çadır sorunu ve soğuk vurdu insanları. Çoğu bütün bir günü bir kek ve meyve suyu ile geçirerek ayakta durmaya çalıştı. Büyükler yine baş edebiliyor ancak çocuklar açlığa dayanamıyor. Bütün yük de kadınların üzerinde. Afşin'de yaşayan Gülşah Tatar'ın çocukları Mert Can 2, Mustafa 4 yaşında. Çocuklar açlıktan sürekli ağladı. Gülşah'ın bir ineği var, normalde onun sütü ile çocuklarını besliyor; ahırı başına yıkılan ineği zor bela enkazdan çıkardı Gülşah ve eşi Ahmet. İnek yaralanmadan kurtarıldı ama Gülşah çiğ sütün çocuklarını hasta edeceğinden korktuğu için vermedi. Gülşah çocuklarının açlığına daha fazla dayanamadı, gitti ineğinden süt sağdı ve içi enkaza dönmüş evine girdi. Çocuklarına kaynattığı sütü verdi. Eşi Ahmet bu duruma tepki gösterdi, Gülşah'ın eve girmesine öfke ile karşılık verdi. Ama Gülşah, çocuklarının artık daha fazla ağlamasına dayanamadı, sonu kavga da olsa çocukları için gitti. Diğer günlerde de enkaz yığını olan eve girip süt kaynatmaya devam etti. Gülşah, "Babası sus uyu der çocuk korkudan uyur ama ben diyemem, aç aç onu uyutabilir miyim? Ben anneyim" dedi. Çocuklarına günlerce banyo yaptıramamak, ihtiyaçlarını karşılayamamak kalbine dokundu. Evin bahçesinde küçük derme çatma bir kümes ve birkaç tavuk var. Tavuklar yumurtlamış, 2 yaşındaki Mert Can o yumurtayı aldı, peltek peltek koşarak annesine verdi. Elindeki yumurtayı gösterip, "Biz bunu yiyecez annem bize pişirecek" dedi, mutlu mutlu gülümsedi. Günlerce çadırsız ve soğukta kalan çocuklar babalarının zor bela bulup getirdiği bir çadırla mutlu oldu. Ancak Gülsah'ın 12 yaşındaki kızı Eylül çadırdan da korktu, çünkü artçılar durmak bilmedi. En büyük çocuğu 16 yaşındaki Bayram ise sokaklarda arkadaşları ile insanların yardımına koştu.

Mert Can ve Mustafa

Askeri kamp mı?

Bir teyze... İsmini söylemek istemedi. Çekindi, çünkü kısa süre önce kurulan çadır kentte kalmaya başladı. Elbistan'daki bu çadırın nöbetini asker-polis tutuyor. O yüzden ismi bilinse çadırdan atarlar diye korktu. Teyzenin gözü yaşlı, konuşurken eşi de yanımıza geldi, evleri yıkıldığı için burada kalmak zorundalar. Babasının 3 gün boyunca enkazdan sesi geldi, sonra sesi kesildi. Günler sonra cansız bedeni enkazdan çıkarıldı; teyze ağladı, dizlerini dövdü ama daha yasını tutacak kadar kendine gelemedi. Ben içeride çadırları dolaşırken görevliler geldi, "Ne işiniz var burada, içeri girerken niye bize sormuyorsunuz" diye çıkıştı. Cemevinin hemen yanında kurulan bu çadır kentte kalan insanlar sanki açık bir cezaevindeler. Gardiyanlara sormadan mahkumlarla konuşulamıyor!

Gülseren Çelebi

İki genç yan yana

Gülseren Çelebi, Malatya Doğanşehirli. İlk depremde evi hasar gördü ama ikinci deprem yıkıp geçti, bulunduğu mahalle yerle yeksan oldu. Hemen yanlarındaki 5 katlı bir apartmanın enkazından iki gencin çığlıkları yükseldi. Yaralılar. Kan kaybediyorlar. Kurtarmak için yapılan tüm çabalar boşa gitti. İki gencin çok geçmeden sesleri kesildi. Bir daha da ses çıkmadı. Günler sonra iki gencin yan yana cansız bedenleri bulundu.

Doğanşehir'de de hava eksi 21-22 dereceyi gösterirken kendini dışarıya atabilenler bir metreye yakın karın içine saplandı. Donmakla yüz yüze kaldılar, çareyi mahallede bulunan iki arabaya sığınmakta buldular. 5 kişinin girebileceği arabalara neredeyse 10-12 kişi girdi. Ancak bu da eziyete döndü. Bir kişi bir yerden bir tüp buldu, insanların ısınması için onu yaktı. Ama bütün mahallenin bir tüple ısınması mümkün değil, böylece çocuklara öncelik verildi. Artık herkes evsiz...

Erdoğan bulvarı yıkıldı

Antakya ile Kırıkhan arası 41 kilometre (km). Nüfusu, köyleri ve beldeleriyle birlikte 112 bin. Yol üzerinde bulunan çiftçi fabrikalarının hepsi kullanılmaz halde ve birer enkaz yığını. İnsanlar hemen az ilerisinde bulunan kapalı spor salonuna sığındı. Hemen karşısında yeni biten ve daha üzerinde satılık yazısı bulunan binalar ağır hasarlı. Sadece dışarıdan bakıldığında ayakta sağlam gibi duruyor ama ne bir duvarı var ne de camı. Kırıkhan merkezde ise Recep Tayyip Erdoğan bulvarında en az 100 bina yıkıldı. Yine yüzlerce kişi enkaz altında kaldı ve yaşamını yitirdi. AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Maraş kent merkezinde bulunan 12 Şubat Stadyumu'ndaki depremzedeleri ziyaret ettiği sırada daha önce Bartın'ın Amasra ilçesindeki maden faciası için söylediği "kader planı" ifadesini bu kez depremdeki yıkım için kullandı, "Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler" dedi.

Köyler de yerle bir

Kırıkhan ilçesinde Amanos Dağları'nın eteğinde bulunan Saylak köyü 400 hane. 400 haneden en az 250’sini dağdan gelen kayalar parçaladı, yıkıldı. Köye adeta dağ düştü. Bektaşlı ve Saylak köylerinin taşınacağı söylentisine köylüler öfkeli. "Köyümüzde sağlam ev yapsınlar yeter" diye söyleniyorlar. Hemen yanındaki Hassa'ya bağlı Hacılar köyünde de bir tane bile ev kalmadı. Hassa ilçe merkezine yaklaşık 6 km uzaklıkta bir mesafesi olan köy, bölgenin en eski yerleşim yeri olma özelliği taşıyor. 245 haneli Hacılar köyünde tüm evler yıkıldı. Köylüler kendi imkanları ile kurtuldu; resmi rakamlara göre 16, ancak köylülerin söylemine göre en az 100 köylünün günler sonra enkazdan cansız bedenleri çıkarıldı. Yine hemen yanındaki Hassa'nın Ardınçlı Mahallesi'nin de durumu Hacılar köyünden farklı değil. Tahminen 5 bin nüfuslu bir mahalle ama şimdilerde sayı bini bile bulmuyor.

Emine Şen

İnsanlar soğuktan öldü

Kırıkhanlı biri, "İnsanlar soğuktan öldü" dedi. Bu sözü sadece Kırıkhanlılar değil, gittiğim her deprem bölgesinde işittim. İnsanlar enkazdan kurtarılmayı beklerken soğuktan donarak öldü cümlesi her yerde. İsmini söylemek istemeyen Kırakhanlı, depremle birlikte çocuklarının bağırışlarıyla uyandı. Evi ikinci kattaydı, hemen altında ambar vardı. Kendilerini dışarı atmak istedi ama deprem o kadar şiddetli sarstı ki ayakta durmakta zorlandı. Çocuklar annelerine sarılarak ağlamaya başladı. Deprem sağlı sollu vurduğu gibi bir de aşağıdan yukarı doğru vurdu. Yine de can havliyle kendilerini dışarı atmayı başardılar. Ancak evde odun sobası yanıyordu. Aklı evde kaldı, sarsıntı durunca hızla eve koştu; soba devrilmiş halı tutuşmuştu. Hemen söndürmeye çalıştı. Su dolu kova ile odaya daldı ve yanan halının üzerine boca etti. O sırada bütün evi gaz kokusu da sarmıştı. Mutfağa koştu, bir tane tabak çanak kalmamış, hepsi yerdeydi. Tüp devrilmiş, borusu kopmuştu. Hemen müdahale etti ve tüpün başlığını söktü. Yatak odasına geçti, gardırop yatağın üstüne devrilmişti, "Biz fırlamasaydık altında kalırdık, kurtulmamızın imkanı yoktu" dedi. Sonra tekrar eşinin, çocuklarının yanına döndü. Dışarıda karanlık ve kirli bir hava vardı. Zaman geçmiyor, gün bir türlü aydınlanmak bilmiyordu. Sabah 6 buçuk 7'de aydınlanan hava, saat 8 olmasına rağmen hala tam anlamıyla aydınlanmadı.

Asi Nehri'nin yönü değişti

Deprem Antakya-Reyhanlı arasında bulunan Demir Köprü Mahallesi'nden geçen Asi Nehri'nin yönünü de değiştirdi. Toplam uzunluğu 556 km olan Asi Nehri, Lübnan'daki Beka Vadisi'nin doğu kısmından doğar ve Hatay'dan Akdeniz'e dökülür. Asi Nehri'nin 366 km'si Suriye'de, 40 km'si Lübnan'da, 98 km'si Hatay'da. Deprem sadece binaları yıkmadı, yollar, tüneller, havalimanları da yıkıldı. Hatay Havalimanı da bundan nasibini aldı. Pistinde büyük büyük yarıklar oluşan Hatay Havalimanı 12 Şubat'ta ancak açılabildi. Maraş ve Antep havalimanları da depremden zarar gördü, sivil uçuşlara kapatıldı. Yine Malatya'da tren rayları yerlerinden fırladı, yılan gibi kıvrılmış bir hal aldı. Duble yollarda derin yarıklar oluştu. Erkenek Tüneli çöktü, Erkenek köyüne ulaşım ilk saatlerde mümkün olmadı. Gündüzbey Pınarbaşı kaptajından içme suyu alan bölgedeki insanların ikinci bir duyuruya kadar şebeke suyunu içmemeleri gerektiği duyuruldu.

Cevher Doğru

Kuşların ağıtları...

İslahiye Atatürk Mahallesi'nde oturan Emine Şen, depremi saniye saniye hatırladı. Eşyaların hepsi kırıldı, oradan oraya savruldu. Havada eşya parçaları uçuştu. Deprem durdu kendilerini aşağı attı. Sonra bir daha oldu... Samandağlı Cevher Doğru gözü yaşlı, konuşmakta güçlük çekti. Cevher annenin 10 kızı, 2 oğlu var. Hepsi de evli, çocuk sahibi. Depremden zor bela kurtuldu; Cevher annenin ve bütün çocuklarının evleri yıkıldı, neyse ki çocukları kendilerini dışarı atabildi. Şimdi Samandağ'da çocukları ve torunlarıyla bir çadırda. Samandağ'da dikkatimi çekti; kuşlar hiç susmadı, sürekli öttü ve sesleri yüksek tonda duyuluyor... Onlar da böyle ağıt yakıyor...

Zeynep'in gülümsemesi

Samandağ'da evsiz kalanlardan biri de 9 yaşındaki Zeynep. Serada kalıyor. Seranın üstüne yan binanın çatısı devrildi. Depremin ilk gününden bu yana bu sera onlar için ev. Seranın hemen yanındaki 4 katlı binanın çatısı buraya düştüğü ve bina yıkılmak üzere olduğu için korkudan yatamıyorlar. Zeynep babaannesi ile bana serayı gezdirdi. O da sesinin duyulmasını istedi ve şöyle dedi: "Ağabeyimin polen alerjisi var. Ama burada yatmak zorunda. Çünkü başka yatacak yerimiz yok. Zaten fareler de var, ben çok korkuyorum. Bir de öğretmeni çok özledim ben. Okula gitmek istiyorum. Öğretmenimin adı Sibel Kuş, ben üçüncü sınıfa gidiyorum." Zeynep'in bir an olsun gülümsemesi kesilmedi, sürekli peşimde, bırakmak istemedi. Yazacak mısın söylediklerimi diye de sordu: Elbette yazacağım! Zeynep'in babaannesi de torunları ve çocukları için kaygılı. Yandaki bina üstlerine devrilmeden bir an önce önlem alınmasını istedi. Babaanne bir danasını enkazdan kurtarmak isterken düşüp belini kırdı. Ağrısı çok ama umursamadı. O da beni tembihliyor: "Bu aile nasıl burada yaşayacak korkudan uyuyamıyorlar. Duyur sesimizi." Zeynep'in babası zor bela bir çadır buldu ama onun da parçaları eksik, kurmakta zorlandı, "Buna ekleme yapsak yarın bunu geri verdiğimizde sorun yaparlar mı" diye bana sordu. Utandım!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.