Kutsal sözcük, tarih bilinci, aklı ve vicdanı

Forum Haberleri —

  • Bugün Kürdistan halkı, böylesi bir tarihsel kavşakta, kritik ve can alıcı noktada bulunuyor. Ya büyük kazanacak ya da yüz yılları kaybedecek. Bunu belirleyecek olan sihirli sözcük “Ulusal Demokratik Birliktir”. 

RENGİN KARDELEN

Halkların tarihinde önemli dönemeçler ya da kavşaklar vardır. Bunlar ya büyük gerçekleşme ya da büyük bir dağılmayı beraberinde getirirler. Kiminde insanlık ailesine ışık tutar ve bir milat olarak tanımlanırken, kiminde de bir utanç vesikası olup toplumların boyunlarında asılı kalırlar.

Belki bir halkın tarihi boyunca bu süreçler sadece bir defa yaşanır. O fırsat, o tarihi an bir tek defa doğar ve o halka sorumluluk yükler, önüne manevi ve ahlaki bir görev koyar; geçmiş pişmanlıklarını, acılarını, yitirilmiş bütün fırsatlarını yeniden kazanmaya davet eder. “O kadar şiirler yazdın, türküler yaktın, buyur işte bu an o andır” der. Tarihin en eski belgesi olan Mitolojiler bu anları anlatır, esasında. Demirci Kawa efsanesi böylesi bir anlatıdır; tarihin Kürt halkının önüne koyduğu büyük fırsatın nasıl bir özgürlük miladına dönüştürüldüğünün en çarpıcı belgesidir, okumak isteyene!

Bugün Kürdistan halkı, böylesi bir tarihsel kavşakta, kritik ve can alıcı noktada bulunuyor. Ya büyük kazanacak ve “kader” haline gelmiş tarihini değiştirecek; Kürt’e giydirilmiş olan kölelik zırhını kırıp, yeni bir özgürlük miladını başlatacak ya da yüz yılları kaybedecek. Bunu belirleyecek olan sihirli sözcük “Ulusal Demokratik Birliktir”. Bu bizim bütün bir geleceğimizi, kaderimizi, varlığımızı belirleyecek kadar kutsal bir sözcüktür.

Bu süreçlerin bir diğer özelliği ise herkes açısından netleştirici bir rol oynamalarıdır. Bir eleme rolünü oynarlar, adeta; hem tek tek bireylerin ve hem de ulus adına yola çıkan öncü kurum ve yapıların karakterlerini açığa çıkarırlar.

“Cesur Yürek" filmini birçok kişi izlemiştir; İskoçya halk kahramanı William Wallace'nın savaş meydanında savaşçıları motive etmek için yaptığı tarihi konuşma insanın aklına geliyor. “Yıllar sonra dönüp bu ana bakacaksınız ve bu savaşta işgalcilerin karşısında dik durup, direnmediğiniz için torunlarınızdan utanacaksınız!” diyordu. İskoçya tarihi o an’a göre yazıldı. O anda direnenler birer halk kahramanı haline gelerek ölümsüzleşti, birer efsaneye dönüşerek bir hafıza ve bellek oluşturdu. Ama o savaş meydanından kaçanlar ise tarihin lanetlediği birer ihanetçiler olarak belleklere kazındılar. Dünya insanlığı hala o andaki insan karakterini ve duruşunu izleyerek, vicdanında o an'ın mahşerini kuruyor.

Şimdi, şu an Kürt halkının en yiğit evlatları halkımızın bin yıllık özlemleri için, bu özlem ile can vermiş Kürdistan şehitlerinin son sözlerini yerine getirmek için en amansız şartlarda varlık ile yokluk savaşı veriyorlar. Herkes; genç ve yaşlı, kadın ve erkek, okumuş okumamış, işçi veya patron, kentli veya şehirli, ülke de veya diaspora da, bu tarihsel günlerdeki rolünü kendi belirliyor; aldığı role göre, tutumunu açığa çıkarıyor. Ya başı dik dolaşıyor, ya da ihanet utancıyla doluyor!

Peki, burada aydınların, yazarların, sanatçıların rolü nedir?

Yüreklerin filizlenip yeşermesi ve adeta kıyametin koparılması gerektiği bir süreçte biz normal ve sıradan yaklaşarak, hiçbir şey yokmuş gibi, egemen ulus bireylerinin vurdumduymazlığı içinde yaşayabilir miyiz?

Toplumu toplum yapan onun ahlaki kuralları yani ortak vicdanı, birlikte yaşama duygu ve düşüncesi ile toplumun özgürce nasıl yaşayacağını, ne iş yapacağını arayıp bulan ortak aklı olan politika değil midir? Politika toplumun özgür yaşam alanı olmadıktan sonra bir anlam ifade edebilir mi? İhanet bir politika olabilir mi?

Toplumun dev gibi yığılmış sorunlarına çözüm üretme yerine sorunları daha da ağırlaştıran, zihinlere iktidar virüsünü, bireycilik mikrobunu şırıngaladıkça, toplumun ahlaki ve politik dokusunu tahriş ederek, toplumsallığımızla oynayarak bizleri toplum olmaktan çıkaran, topraklarımızın ekolojik dengesini bile tehdit altına almış ihanete sessiz kalabilir miyiz?

Bu nokta da yazarlar, aydınlar öncü bir misyon ve rol oynamak durumundadır. Egemen, sömürgeci ve inkarcı güç nereden saldırdı ise oradan dirilmek ve oradan kendisini yeniden var etmek aydın için vazgeçilmez bir koşuldur. Yazar, yazdıklarıyla devletin, işgalcinin yasaklarla çizdiği sınırları zorlayan ve onu ihlal ederek aşan kişiliktir.

Sözcüklerini kırpmak ve cümlelerini bükmek değildir, aydın olmak; Kendini toplumsal özgürlük ekseninde kültürde, sanatta, edebiyatta doğru tanımlamak ve bunun için gerektiğinde, kamusal bir entelektüel, bir hatip ve bir düşünür olarak halkının özgürlük mücadelesinin bir neferi olmak demektir.

Apê Musa gibi, hem aksi ve inatçı hem de kural bozucudur; baskılanmaya karşı sözcüklerini ve imgelerini kuşanıp savaş meydanına çıkandır. Edward Said gibi, iktidar denilenin karşısına toplumsal gücü dikendir. Gramsci gibi, ezen ve ezilen, direniş ve ihanet de tarafını net seçen, halkının özgürlük savaşında “organik” olmaktan gocunmayandır, aydın-yazar ve sanatçı!

Tarkovski, “Güzel, gerçeğin peşinden koşmayanlardan kendini gizler” der. Demokratik uygarlık paradigması en iyi ve en güzel yaşam ideası olduğuna göre ve bu da Kürtlerin birlik ve beraberlik, ihanete karşı omuz omuza, tarih bilinci, aklı ve vicdanı ile sağlanacağına göre, güzeli yakalamak için gerçeğin peşinden en hızlı koşanlar aydınlar, yazarlar sanatçılar olmalıdır ve bu ihanete dur demelidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.