Metropol-sömürge diyalektiği

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Ekim ayı öncesi Türkiye metropollerinde demokrasi ve barış, Kürdistan’da faşizm ve savaş nasıl mümkün olmadıysa, Ekim sonrası Kürdistan’da demokrasi ve barış, metropollerde faşizm ve “iç savaş” öncesi baskı rejimi de mümkün olamaz.

Deniz aşırı sömürge sisteminde, metropolde demokrasi ve barış, sömürgede despotizm ve savaş olur. Ama, metropolle sömürge arasına deniz ya da aşılmaz sınırlar girmeyen Türkiye coğrafyasında bu mümkün değildir. Denersin ve olamayacağını görürsün.

Ekim ayı öncesi Türkiye metropollerinde demokrasi ve barış, Kürdistan’da faşizm ve savaş nasıl mümkün olmadıysa, savaş ve faşizm tüm Türkiye halklarını dayanılmaz krizlere yuvarladıysa, Ekim sonrası Kürdistan’da demokrasi ve barış, metropollerde faşizm ve “iç savaş” öncesi baskı rejimi de mümkün olamaz. Ekim öncesi Kürdistan’da yerel yönetimlere yönelik gasp girişimleri şu ara “durmuşken”, metropollerde yerel yönetimlere karşı açılan savaş bir arada yaşanamaz. Kürdistan’da gasp yeltenişleri nasıl metropollere sıçradıysa, az sonra metropollerde başlayan yerel yönetimlere gasp yeltenişi de Kürdistan’a sıçrayacaktır.

Şu anda Türkiye’de AKP iktidarı, başta İstanbul Büyük Şehir Belediyesi olmak üzere CHP’li belediyelere karşı savaş açmış gibi görünse de gerçekte Erdoğan’ın iktidarını korumak için giriştiği bir siyasi savaştır. Erdoğan rakibi Ekrem İmamoğlu’nu hapse attırmış ve rakip parti CHP’ye karşı saldırıya geçmiştir.

Bu durumda Başkan Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum" çağrısıyla başlayan fiili müzakere, benim düşünceme göre yıkıcı bir sabotajla karşı karşıyadır. Görüşmelerde AKP tarafının takındığı “umut verici not almalar”, sonuçta Başkan Apo’nun İmralı’daki şartlarını kısmi olarak değiştirme sonucu verse bile, rejim köklü şekilde demokratikleşmeden ve metropollerdeki “cunta ve darbe” ortadan kalkmadan hiçbir güvenceye sahip olmayacaktır. Ekim öncesinde DEM Parti’ye yönelik saldırılar nasıl CHP’nin seçim başarısını anlamsızlaştırdıysa, şimdi CHP’ye yönelik saldırılar da DEM Parti’yi tehdit etmektedir. Ekrem İmamoğlu’nun “terörizmle” suçlanmasını, DEM Parti’nin “kent uzlaşması”nın gerekçe olarak iddianamede yer almış olduğunu unutmayalım.

Kürt Özgürlük Hareketi şu anda, Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş siyasi darbeye kalkışan bir iktidarla müzakere ediyor ve PKK demokratikleşmenin olmazsa olmaz ilk adımı olarak Başkan Apo’nun özgürlüğü temelinde silah bırakmaya ve savaşa uyumlu örgütsel yapısına son vermeye hazırlanıyor.

İmralı sisteminde şu ya da bu şekilde yapılacak kısmi bir iyileştirme, eğer Türkiye’de siyasi ortam normal ya da normale yakın olsaydı, biz bu kısmi iyileştirmeyi Başkan’ın özgürlüğü yolunda olumlu bir adım olarak yorumlayabilirdik. Oysa şimdi bu kısmi iyileştirmeler isterse yasal bir temele dayansın, bugünkü rejim altında en küçük bir garanti sağlayamaz. Anayasa Mahkemesi ve anayasa üstü AHİM kararlarını çiğneyen, sistem içi rakip partiye karşı savaş bile açan bir rejimden böyle bir garanti umulamaz.

Erdoğan kendi iktidarını korumak için gözünü karartmıştır. Düne kadar defalarca kapatılan legal Kürt hareketinin partilerini nasıl “itirafçılara” dayanarak kapattıysa, aynı yöntemi şu anda Ekrem İmamoğlu ve ekibine, aslında CHP’ye karşı kullanmaya kalkmıştır. Daha dün nasıl Ortadoğu’da hegemonya savaşına girmeden önce “iki cephede birden savaşmamak” için “çözüm süreciyle” oyun oynadıysa, bugün de Erdoğan, muhtemelen devletin bir kesiminden farklı olarak, Kürt Özgürlük Hareketi’yle, devletin zorunlu olarak oturduğu masayı CHP’yi etkisizleştirme oyununa alet etmekte. Devletin beka sorunu nedeniyle ne kadar acelesi varsa, Erdoğan’ın süreci süründürme niyeti de o kadar kesindir. Savaş Bakanı’nın “silahını teslim et, örgütünü feshet ve teslim ol” şeklindeki üç şartı ve Selahattin Demirtaş’a durup dururken yeni bir dava açılması bu süründürme niyetini açıkça ortaya koymuş bulunuyor. Bu niyetin varacağı sonuç Kürt halkını aynı anda “Aposuz ve PKK’siz” bırakmaktır.

Bu durumda bana göre alınacak en doğru tutum Başkan Apo’nun devlet kontrolünden çıkacak şekilde özgürlüğünü savunmak ve bunu demokratikleşmenin ilk ve olmazsa olmaz şartı olarak görmek, aynı zamanda yaşanan darbe sürecinin Başkan Apo tarafından geliştirilen barış ve demokratik toplum süreciyle çeliştiğini vurguyla ilan etmektir.

CHP’nin alacağı en doğru tutum ise, bir yandan kendisine yönelik darbeye karşı erken seçim mücadelesini sürdürürken, bu mücadeleyi TBMM’de fiili müzakereyle birleştirmek, fiili müzakere sürecinde DEM Parti’yle birlikte yer almaktır. CHP’nin bilmesi gereken “Barış ve Demokratik Toplum" süreci başarısızlığa uğrarsa, erken seçimin bile değil, zamanında seçimin bile mümkün olmayacağıdır.

Erdoğan’ın darbesini önlemeden nasıl fiili müzakere çıkmaza girecekse, fiili müzakerenin çıkmaza girmesini önlemeden de erken seçimde zafer aynı şekilde hayal olacaktır.

Türk-Kürt ittifakının geleceği bütün tarafların şu anda bıçak sırtındaki durumu dikkate almasına bağlıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.