Moses: Tecrit hem hukuk hem ahlak dışı

Dosya Haberleri —

Dr. Joey Moses

Dr. Joey Moses

  • İmralı’yı ziyaret etme talebiyle Türkiye’ye gelen uluslararası delegasyon içinde yer alan Güney Afrikalı insan hakları avukatı Dr. Joey Moses, 27 yıl Apartheid zindanlarında direnen Nelson Mandela’nın yaşamı boyunca Kürtlerin özgürlük mücadelesini desteklediğini ve Abdullah Öcalan’ı çok sevdiğini söyledi.
  • Abdullah Öcalan'ın ailesi ve avukatları ile görüştürülmemesini “uluslararası hukukun ciddi bir ihlali” olarak tanımlayan Moses, “Hukuki olmadığı gibi bu etik de değil, yani bu aslında ahlak dışı bir durum. Bir insanı hapsedip ailesini görmesine nasıl izin vermezsiniz?” diye vurguladı.
  • Apartheid karşısında Nelson Mandela öncülüğünde direnen Güney Afrika halkı ile Öcalan öncülüğünde direnen Kürt halkının mücadelesinin pek çok yönden ortak olduğuna vurgu yapan Moses, "Sonunda özgürlük olan bu yol kolay bir yol değil. Ve en karanlık saatler, şafak sökmeden hemen önceki anlardır" dedi.

ERDOĞAN ALAYUMAT/EYLÜL DENİZ YAŞAR

Almanya, Fransa, Güney Afrika, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre ve İtalya’dan gelen ve aralarında avukatlar, siyasetçiler, insan hakları savunucularının olduğu 35 kişiden oluşan “Tecride Karşı Uluslararası Delegasyon” 25 Ocak’ta Türkiye’ye gelerek, üç gün boyunca Ankara, Amed ve İstanbul’da bir dizi görüşme ve temaslarda bulundu. Delegasyon üyeleri arasında dikkat çeken bir isim de Nelson Mandela’nın avukatı Essa Moosa’nın yakın dostu olan Güney Afrikalı avukat Joey Moses idi. Güney Afrika’da ilk gençlik yıllarından bugüne kadar “apartheid” (ırk ayrımcılığı) karşıtı mücadelede aktivist olarak yer alan hukuk doktoru Moses, Güney Afrika'da insan hakları avukatlığı yapıyor ve Ulusal Demokratik Avukatlar Birliği'nde gönüllü olarak hukuki aktivizm yürütüyor. Özellikle son 20 yıldır Öcalan’ın fiziksel özgürlüğü ve Kürtlerin mücadelesi ile dayanışmak için yürütülen uluslararası kampanyalara destek veren Joey Moses, Yeni Özgür Politika’nın sorularını yanıtladı.

Kürtlerin özgürlük mücadelesi ile nasıl tanıştınız? Nelson Mandela ile Abdullah Öcalan’ın yaşamları arasında sıkça özdeşlik kurula gelmiştir; Mandela, Öcalan’ı nasıl görüyordu, siz nasıl görüyorsunuz?

Kürt sorununu, Güney Afrika'da Kürtlerin mücadelesiyle yakından ilgilenen yoldaşlar aracılığıyla tanıdım. İyi bir dostum olan çok sevgili Essa Moosa, Kürt halkının mücadelesine destek olmak konusunda merkezi bir rol oynuyordu. Essa Moosa’nın bıraktığı yerden ben de Kürtlerin mücadelesine desteği sürdürüyorum. Essa Moosa aynı zamanda Nelson Mandela'nın avukatı ve yakın arkadaşıydı. Mandela'nın kendisi de Kürt mücadelesinden haberdardı ve bildiğiniz gibi Kürt mücadelesini destekliyordu. Kürt lider Abdullah Öcalan ülkemde saygı duyulan bir kişidir. Dostum Essa Moosa, Öcalan'a çok saygı duyardı. Nelson Mandela'nın da Öcalan'a çok saygı duyduğunu biliyorum. Kürt mücadelesinin farkında olan ve destekleyen Güney Afrika'daki yoldaşlarım tarafından da Öcalan büyük sevgi ve saygı görüyor. Ben de bazı çalışmalarını okudum ve kendisine çok saygı duyuyorum.

Yaşamının 27 yılını Apartheid rejiminin cezaevlerinde tecride ve hak ihlallerine karşı mücadele vererek geçiren Nelson Mandela gibi 24 yıldır İmralı’da direnişini sürdüren Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile görüştürülmemesini bir insan hakları avukatı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle, yetkililer siyasi mahpusların dış dünyayla bağlantısını koparmaya çalışırlar: Siyasi mahpusların dış dünya ile iletişim kurmalarını ve onlara dış dünyayla ve takipçileriyle iletişim kurma fırsatı vermeyi istemezler. Siyasi mahpuslar içerde bulundukları süre boyunca hükümetlerine tehdit oluşturmasın diye onları basitçe bir köşeye itip susturmak isterler. Siyasi mahpuslar eleştirel düşünürlerdir. Özellikle Sayın Öcalan eleştirel bir düşünür ve bir entelektüel. Düşünceleri toplum üzerinde etki yaratıyor. Onun takipçileriyle ve dış dünyayla iletişim kurmasına fırsat vermek istemiyorlar. Amaçları onu tamamen güçsüz kılmak. Görünen o ki Sayın Öcalan’ı zihinsel ve duygusal olarak çökertmek ve böylece daha geniş bir toplumsal alanda herhangi bir etkiye, özellikle de siyasi etkiye sahip olmasını engellemek istiyorlar. Güney Afrika'daki deneyimlerimizden yola çıkarak, oradaki baskı ve zulme rağmen, birçok insanın hapsedilmesine rağmen, bu cezaevlerini öğrenim kurumlarına dönüştürdük. Örneğin, Robben Adası Cezaevi -Robben Adası Cezaevi, Mandela'nın apartheid rejimi sırasında 18 yıl boyunca hapsedildiği eski bir yüksek güvenlikli cezaevi- mahkumlar için bir öğrenme ve siyasi eğitim merkezi olduğu için genellikle “Robben Adası Üniversitesi” olarak anılırdı. Bana göre Türkiye'deki yetkililer bunun İmralı Adası'nda gerçekleşmesini engellemek istiyor.

Daha önce hiç Türkiye’ye gelmiş miydiniz? İmralı’yı ziyaret etmeye dönük uluslararası çabaların bir parçası olmuş muydunuz?

Evet, buraya ilk kez 2005 yılında gelmiştim, benzer bir heyetle benzer bir inceleme yürütmek için. O zaman ben ve Essa Moosa delegeler heyetinin bir parçası olarak Öcalan'ı ziyaret edebilmeyi umarak buraya gelmiştik. Çünkü sizin de tahmin edebileceğiniz gibi o zamanki heyetin odak noktası Kürt sorunuydu ve özellikle de Sayın Öcalan'ın hapsedilmesi ve hapsedilme koşullarıydı. O dönemde AKP de dahil olmak üzere çeşitli siyasi partiler ve örgütler ile görüşme ve toplantı yapma fırsatımız oldu. Tüm bu görüşmeleri 2005 raporumuzda özetledik.

O zaman Sayın Öcalan'ı ziyaret edememiş olmamız üzücü bir durumdu. Dönemin iktidar partisi AKP ile bir görüşme yapmış ve talebimize olumlu dönecekleri konusunda oldukça umutlanmıştık, ancak son anda talebimizi reddettiler. Bu yüzden ziyareti gerçekleştiremedik. Başka kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle raporumuzu tamamlayabildik ve raporda Öcalan’ın hapishane koşullarının iyileştirilmesine yönelik bir tavsiyeyi de 2005 yılında hazırladığımız bu rapora eklemiştik.

2005’ten bugüne Türkiye’deki değişimi, özellikle insan hakları ve tecrit koşullarındaki değişimi nasıl gözlemlediniz? Bu ziyaretinizde İmralı ve diğer hapishanelerdeki tecrit koşullarına dair öğrendiklerinize ilişkin yorumunuz nedir?

18 yıl sonra yeniden buradayım ve koşulların 2005'tekinden çok daha kötü olduğu ve 2005'teki tavsiyelerimizin hala uygulanması gerektiğini görüyorum. 18 yıl sonra burada aynı, hatta daha beter sorunlarla karşı karşıyayız. Özellikle Türkiye'de bu meselenin kilit aktörleriyle yaptığımız görüşmeler ve toplantılardan sonra, Sayın Öcalan'ın koşullarının daha ağır olduğunu ve tamamen izole edildiğini görüyoruz. Bir de görünen o ki şimdi daha fazla siyasi mahpus var; daha fazla siyasetçi hapse atılmış durumda. Onların da izole edildiği görülüyor. Diğer mahpuslarla, özellikle de siyasi mahpuslarla ilgili raporlardan, onların da tecrit altında olduğunu gördük. Sayın Öcalan'ın davasında tüm insan hakları standartları hala ihlal ediliyor. Dolayısıyla bir avukat olarak benim için bu uluslararası hukukun ciddi bir ihlali demek. Bir mahpusun ailesiyle görüşmesine izin verilmemesi zaten bir ihlaldir. Hukuki olmadığı gibi bu etik değil, yani bu aslında ahlak dışı. Bir insanı hapsedip ailesini görmesine nasıl izin vermezsiniz? Daha da kötüsü, böyle bir kişinin avukatlarının onu ziyaret etmesini engellemek. Nitekim bu ziyarette dinlediklerimiz ve Sayın Öcalan'ın avukatları tarafından tarafımıza ifade edildiği üzere, avukatlarının Öcalan'ı görmelerine izin verilmediği açık. 2005'teki raporumuzda yer alan tavsiyelerimiz, tek bir şey dışında, bu ziyaretin ardından gelecek olanlarla hemen hemen aynı. Son ziyaretimle şimdiki arasında çok önemli bir fark var, o da Türkiye'deki baskı ve zulmün artmış ve ağırlaşmış olması.

Uluslararası kamuoyunda sizin gibi isimlerin daha fazla olması, daha fazla ses çıkması beklenemez mi? Tespit ettiğiniz hak ihlalleri ve Abdullah Öcalan’ın tecrit koşullarına yönelik uluslararası kamuoyunun sessizliğini bozmak için bu ziyaret sonrası ne tür adımlar atmayı planlıyorsunuz?

Burada dinlediğimiz konular hakkında uluslararası toplumun bu kadar sessiz kalması dikkat çekici. Bilinmediğinden değil. Biliniyor. Dünya, Sayın Öcalan'ı biliyor. Dünya onun durumunu biliyor ve bilmeli de. Bu konferansın amaçlarından biri de bu; yani, tüm bu konuları tüm medya kuruluşlarının ve uluslararası insani kurum ve kuruluşların gündemine taşımak. Apartheid karşıtı mücadeledeki deneyimimle şunu söyleyebilirim ki, bu gibi forumlar ve oluşturduğumuz bu gibi uluslararası delegasyonlar aracılığıyla bu sorunların dünya gündemine taşınması çok önemli. Oluşturduğumuz bu tür konferanslar ile Türkiye'de etkileşimde bulunduğumuz tüm taraflar ve aktörler tarafından dile getirilen bu ciddi endişelerin gündeme getirilmesine ve ele alınmasına yardımcı olabileceğimizi umuyorum. Bundan sonrasına dair burada tartıştığımız konulardan biri, temas halinde kalmamız ve Türkiye ile ilgili karar alma süreçlerini kendi ülkelerimizde mümkün olduğunca etkilemeye çalışmamız gerektiği. Örneğin, bu ziyaret heyetinde yer alan arkadaşlarımızdan biri, İrlandalı bir milletvekili, partisini ve parlamentolarını bu konular hakkında sıkça bilgilendiriyor. Yakın zamanda bir Türk heyeti İrlanda'ya geldiğinde, İrlandalı siyasetçiler heyete aralarında HDP'den temsilcilerin olup olmadığını sordular. HDP'nin dahil olmadığını öğrenince de Türk heyetini kabul etmediler. Bu güzel bir örnek ve birbirimizden uzakta olsak bile ülkelerimizde yapabileceğimiz çeşitli şeyler olduğunu gösteriyor. Eve döndüğümüzde de elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

Mandela öncülüğünde verdiğiniz anti-apartheid karşıtı mücadele ülkenizi ve Afrika kıtasını aşarak dünya halklarına çok şey öğretti ve öğretmeye devam ediyor. Siyahilerin, Kürtlerin, yeryüzünün tüm lanetlilerinin mücadelelerindeki ortaklığını siz nasıl okuyorsunuz?

Kürtlerin mücadelesi hakkında bilgi sahibi olduktan sonra, Kürtlerin mücadelesi ile bizim Apartheid’e karşı mücadelemiz arasında birçok benzerlik olduğunu düşünüyorum. Tıpkı bir zamanlar bizim kendi halkımızdan insanları seçme hakkımız olmadığı gibi, Kürt halkının da kendi halkını seçmesi fiilen engelleniyor. Bunu yaptıklarında ise parlamentoda onları temsil eden insanları tutukladılar. Örneğin buna dair ilk haberdar olduğum örnek Leyla Zana idi. Benim anladığım kadarıyla Kürtler ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyor. Hatta ilk başlarda Kürt sorununun kabul edilmediğini de biliyorum. İnsanlar kendilerini Kürt olarak adlandıramıyordu bile, bu neredeyse bir suç olarak görülüyordu. İnsanların Kürtçe konuşmasına dahi izin verilmiyordu. Bu ırk meselesinin ötesinde bir şey; bu insanların kültürüne yapılan bir baskı. Ele alınması gereken konulardan biri de bence bu ve bu ele alınabilir bir konu; çünkü Kürtler gibi halkları korumak için oluşmuş uluslararası yasal çerçeveler var. İnsanların, kendilerini onlardan farklı tanımlayan kişilerle her türden çatışma içine girmesini tetikleyebilecek nedenler her zaman mevcuttur. Bu sadece bir algı ve zihniyet meselesi; insanlara bir kişinin siyah olduğu için kendilerinden daha aşağı olduğuna inanmanız telkin ediliyor. Ben siyahım ve sizler beyazsınız, aramızda sadece bu yüzden bir fark var. Ancak özümüz aynı; hepimiz insanız ve bir arada yaşayabiliriz.

İnsanları kontrolleri altında tutmak isteyenlerin, siyasi kazanç elde etmek için insanların ırksal veya kültürel kimliklerini ön plana koyarak aralarını bozmak istediklerine inanıyorum. İnsanların milliyetçi duygularına yaslanıyorlar. Dünyanın her yerinde sağcı ve popülist partiler güç kazanıyor ve sayıları artıyor. Burada da durum aynı. Türkiye'de cumhurbaşkanının liderliğindeki hükümetin bu milliyetçi duygulara çok güvendiğini ve bu sayede iktidarı ellerinde tutmayı umduklarını görüyoruz. Bu nedenle Kürt halkı ve ilerici Türk halkını zorlu ve sıkı bir çalışma bekliyor. O da Kürtlerin Türklerden daha aşağı olduğu konusunda şartlandırılan ve telkin edilen Türklerin bunu değiştirmesi gerektiği ve bunu değiştirebilecekleri konusunda insanları eğitmek.

Kürtlerin kimliklerini ve kendilerini ifade etme hakları var. Başlangıç noktamız tabii ki insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmeler ve tüm insanların kanun önünde eşit olduğu gerçeği olmalıdır. Tüm insanlar insandır ve bu nedenle kanun önünde eşittir; bu, apartheid’e karşı verdiğimiz mücadelenin ardından anayasamızın temel kurallarından biridir. Birbirimizi eşit insanlar olarak görmeliyiz, siyah ya da beyaz fark etmez, hepimiz aynı insani pratikleri eyliyoruz. Çalışmak zorundasınız, aileniz ve çocuklarınız var, ailenizi seviyorsunuz. Aynı şey Kürtler için de geçerli: Çalışmak zorundalar, aileleri ve çocukları var, ailelerini seviyorlar. Kürtler ülkeyi yakıp yıkmak istemiyorlar, sadece birlikte yaşamak istiyorlar.

Türkiye’deki Kürtler özgürlük mücadelesini, siyasi liderleri ve temsilcilerinin tutuklu olduğu, en ufak hak arayışlarında şiddete ve baskıya maruz kaldıkları çok karanlık bir zamanda sürdürüyor. Bu zor zamanların ne olduğunu bilen bir aktivist olarak Apartheid karşıtı mücadelenizin tecrübeleri ışığında Kürtlere ve dostlarına ne söylemek istersiniz?

Onları anlayabiliyorum. Kürtlerin umutsuz bir dönemden geçtiğini görebiliyorum. Koşullar daha da kötüleşmiş görünüyor. Ancak kimse asla ama asla umudunu kaybetmemeli. Kürtlerin ve özellikle Kürtler de dahil olmak üzere Türkiye'de herkes için gerçek bir demokrasi için çabalayan herkesin tüm zorluklara karşı büyük bir adanmışlıkları olduğunu görüyorum. Umutlarını korumaya devam etmeliler. Sonunda özgürlük olan bu yol, kolay bir yol değil. Ve en karanlık saatler, şafak sökmeden hemen önceki anlardır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.