Müzakere masasını kimin devirdiğini tarih cevaplıyor

Forum Haberleri —

  • İttifaklara dostane yaklaşmayan, sadece kendini güçlendirme aracı olarak bakan ve din olgusunu da devletin bir savaş ve asimilasyon aracı olarak kullanmayı amaç edinmiş Türk devletinin arkasında dost bırakmamasının temelindeki gerçek, ihanetçi gelenekten kaynaklanmaktadır. 

HÜSNÜ ÇAVUŞ

“Düşman bin yıllık bir düşmandır ama gizlenmiştir, kendini kuzu postunda kurt gibi gösteriyor.” A.ÖCALAN

Tayyip Erdoğan’ın Amed’de yaptığı konuşmada müzakere masasının devrilmesinin sorumluluğunu Kürt tarafına yıkması, bana “çocuk 7’sinde neyse 70’inde de odur” halk deyimini hatırlattı. Barış, kardeşlik, ittifak, ve misafirperverlik konularında hangi tarafın samimi olup olmadığını tarihe bakarak cevaplamaya çalışalım.

Kürtlerle Türklerin ilk ittifakı, bazı Kürt aşiretlerinin bir Şafi olan Selçuklu Tuğrul Beyi desteklemesiyle, Gazne Devletini yenerek çözülmesine yol açtığı 1040’taki Dandanakan savaşında olmuştur. Dandanakan savaşı sonrasında Gazne Devleti yıkılış dönemine girmiş ve Resmi dili Farsça olan Selçuklu Devletinin resmen kurulduğu döneme geçilmiştir. 

İkinci ittifak, Bağdat’ta İsmaili Fatımi Devleti’ne bağlı olan ve Deylemlilerin kurduğu İran ve Irak’ta hakimiyet sağlayan İrani ve Şii karakterli bir hanedan olan Büveyhîler’in, (932-1055), zaten zayıflamakta olan Abbasi Devleti’ni kuşattıklarında, Halifeyi kurtarmak için Bağdat’a yardıma çağrılan Tuğrul Bey, askerlerin çoğunluğunu kürtlerden seçer. Bu dönemde kurulmuş olan Mervanoğulları Kürt Hanedanlığı (Hasan Bin Mervan, 983-1085) Dandanakan Savaşı’nda olduğu gibi, bu kez de Selçuklu’ya destek vererek başarılı olmalarını sağlamışlardır.

Üçüncü ittifak, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen, kürtlerin on-on beş bin savaşçısıyla katıldığı ve Türk boylarına Anadolu’nun kapılarını açtığı Malazgirt Savaşı’nda olmuştur. Aşiret özellikleri ağır basan her iki hakın kendi güvenlik sorunu böyle bir ittifakı gerektiriyordu. İslamiyet esas olarak burada birbirlerine yakınlaştırma ve ittifakı güçlendirmeye dönük bir etkide bulunmuştur. Zaten her iki halkın islamlaşmasında da bu güvenlik sorunu temel etkenlerden biri olmuştur.

Dördüncü ittifak, Melikşah tahta geçtiğinde (1072) kardeşi Kavurt’la taht kavgasına girişir. Kürtler Melikşah’ı destekleyerek kazanmasını sağlar. Kardeşi Kavurt idam edilir. Böylece Selçuklu ülkesinde bulunan emirler arasında Melikşah Sultan olarak belirlenir ve 1074’te Bağdad’ta yeni Abbâsî halifesi olarak resmen ilan edilir.

Beşinci ittifak, Osmanlı padişahı I.Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514’te, günümüzde İran sınırları içinde olan Maku şehri yakınında yer alan Çaldıran Ovası’nda yapılır. Bu dönmede İdrisi Bitlisi ve çevresi Osmanlı’yla ittifak kuruyor ve özerklik antlaşması yapıyor. Başbakanlık arşivlerindeki resmi belgelerde İ. Bitlisi’nin kendi mektubunda şöyle dediği kaydedilir: “Sizin kürtlerle ittifakınız sizlere Bağdat’ın, Hicaz, Halep ve Şam’ın yollarını açacaktır.” Amasya’da 28 Kürt Beyi ile Yavuz Selim arasındaki protokol ile Osmanlı Kürt ittifakı kurulur ve bu ittifaktan sonra 1517’de Filistin, Suriye ve Mısır Osmanlı‘nın egemenliğine girer. “Sayıları on yedi’ye varan bağımsız Kürt beyleri, Şah İsmail’in huzuruna çıkıp, kendisine bağlılıklarını ve hükümranlığını tanıdıklarını bildirip, değerli hediyeler sunmalarına rağmen, Şah İsmail’in bunlardan ikisi hariç diğerlerini tutuklattırması ve yönetim için topraklarına kendi adamlarını ataması ile Kürdistan tarihi açısından en büyük hata yapılmış olur… Hapishaneden kaçan 21 bir Kürt beyi birleşerek… Yavuz Sultan Selim’den yardım istediler. Kendilerini Safevi devletinden kurtarmaları ve yönetimlerinin başında kalmaları şartı ile Osmanlı Devleti’ne bağlanacaklarını, İdris-i Bitlisi aracılığıyla bildirdiler… Şah İsmail’in yanlış politikasıyla Kürdistan beylikleri Osmanlı Devleti yönetiminin kucağına itilmişlerdi. Kürdistan halkının beyliklerinin Osmanlı Devleti’nden istediği yardım, köleliğinin de başlamasının sebebi olmuştur…”

Osmanlı-Safevi savaşıyla birlikte, Rêya Heq inancı ile İran tarafında kalmış olan Yaresan’lar arasındaki ilişkiler de kesilmiştir. Aslında aynı kökten olanların Kürdistan’ın parçalanmasıyla birbirlerinden uzaklaştırılmalarıdır yaşanan. Buna en bariz örnek, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla, Bextiyar aşiretinin üyelerinin iki ülke arasındaki bölünmesi sonucu aralarındaki ilişkinin zayıflaması belirtilebilir. Aynı şekilde, İran Kürdistan’ında bulunan Yaresan Kürtleri ile Dersim’deki Rêya Haq inancının ayrıştırılması da bununla bağlantılıdır.

Elbette ki bu parçalanma aynı zamanda 1. paylaşım savaşıyla birlikte Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesiyle İran, Irak, Suriye ve Türkiye devletleri tarafından ilhak edilip sömürgeleştirilen Kürdistan coğrafyasında yaşayan Êzidî ve müslüman kürtler için de geçerlidir. Bugün Rusya’daki Êzidî’lerle Irak ve Türkiye Kürdistanı’ndaki Êzidîlerin durumunda da bu rahatlıkla görülebilmektedir.

Altıncı ittifak ise adına “Kurtuluş Savaşı” denilen savaşta gerçekleşir. Mustafa Kemal öncülüğündeki ırkçı zihniyete sahip olan kurmaylar, Kürtleri ve inanç olarakta Alevileri ve herkesi ittifaka çağırırken hepsinin taleplerini kabul etmiş olmalarına rağmen, savaş sonrasında ihanet etmişlerdir.

Yedinci ittifak ise Abdullah Öcalan öncülüğünde PKK ile TC Devleti arasında müzakere edilmiş, fakat PKK tarafının attığı samimi adımlara rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bu barış görüşmeleri süreci bitirilmiştir. 2019 yılında Mısır televizyonundan yayınlanan TC Devleti’ne ait belgeye göre, görüşmeler sırasında bile devletin arka planda Sur, Cizre, Silopi vd Kürt yerleşim birimlerine yönelik yapılacak katliam, yıkım ve göçertme planlarını hazırladığı ortaya çıkmıştı. 

İttifaklara dostane yaklaşmayan, sadece kendini güçlendirme aracı olarak bakan ve din olgusunu da devletin bir savaş ve asimilasyon aracı olarak kullanmayı amaç edinmiş Türk devletinin arkasında dost bırakmamasının temelindeki gerçek, işte bu ihanetçi genlerden kaynaklanmaktadır. Bu ittifaklar da kanıtlamıştır ki, kim Kürtlerle ittifak yaptıysa kazanmıştır. Ama ihanete uğrayarak kaybeden de hep Kürtler olmuştur. Bunun da ardında yatan gerçek, kürtlerin ittifaklara sadakat düşüncesinin karşı tarafça aleyhte kullanılması kadar, doğru bir öncülük ve örgütlenmeden yoksun oluşudur. Fakat bu zayıflığın 1984’ten itibaren somut olarak kırılmaya başlandığı da söylenebilir.

Ne yazık ki, bu kez de Kürtler arasında ulusal birlik olmaması özgürleşme mücadelesini zora sokmaktadır. Güney Irak‘ta KDP’nin sömürgecilerle işbirliğine girmesi bunun açık bir örneğidir. Bu tuzaklara inanç bazında bazı Alevî, Êzidî ve müslümanlardan da düşenlerin olduğu bilinmektedir. “Ben Aleviyim, ben Êzidîyim Kürt değilim” denmesi de bunun yansımasıdır. Bütün bu ittifaklardaki temel mantık, “zora girince kürtleri çağır zordan kurtulunca sırtını dön” ilkesine dayandığından, Kürt ve Türk halkları değil, esas olarak devletler çıkar sağlamışlardır. Ve her seferinde Kürtler Türkleri değil, Türk egemenleri Kürtleri yardıma çağırmıştır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.