Öcalan geleceği öngörüyordu

Dosya Haberleri —

Doğan Erbaş

Doğan Erbaş

Avukat Doğan Erbaş ile Uluslararası Komplo sürecinin şahit olduğu İmralı ayağını ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın verdiği yanıtları anılarıyla birlikte konuştuk.

  • Sayın Öcalan Kürtlerin tarihsel mücadeleleri içerisindeki bütün liderliklerden son derece farklıydı. Geleneksel aile, hanedan gibi bir kökten gelmiyordu. İşte bir halk hareketi yaratmıştı ve kendisi de yoksul bir aileden geliyordu. Bu özellikle beni çok etkilemişti, farklı bir yanı vardı daha önceki mücadelelerden, hepsinden farklı bir liderlikti.
  • İlk görüşme anını elbette net olarak hatırlıyorum, geçen o kadar yıla rağmen. Gerçekten o ağır şartlara ve daracık bir hücrede kalmasına rağmen o koşullarla hiç bağdaşmayan bir rahatlığı, özgüveni, heyecanı, coşkusu, müthiş bir anlatımı vardı. Belki 4-5 saatte konuşabilecek pek çok konuyu bir saate sığdırabiliyordu.
  • Hiç unutmuyorum yargılamalar bitmişti bize şöyle demişti: "Benim avukatlığımı yapmak zordur. Benim adıma söz söylemek de zordur. Sizin bundan sonraki özel ve bireysel yaşamınızı değiştirecek bir süreçle karşı karşıyasınız. Sizi zorlamak istemiyorum, zorlamıyorum. Bundan sonra gelmeyebilirsiniz. Niye gelmediniz, niye gelmiyorsunuz demem ama karar verin."

GÜLCAN DERELİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat 1999’dan bugüne 24 yıl geçti. Bu süreç kuşkusuz birçok boyutuyla yazıldı çizildi. Biz bu sürece birinci elden tanık olan, İmralı duruşmalarına katılan, Abdullah Öcalan ile sık sık bu vesileyle görüşen bir avukatın gördüklerine mercek tutmak istedik. Bu mercekten bakınca tarihsel öngörüler, bugüne kulakta küpe olacak belirlemeler, tahliller, muazzam bir enerji ve yoğunlaşmayla yepyeni doğumlar, yaşadığı dünyayı değiştiren fikirler karşımıza çıkıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan' ile en çok görüşen avukatlarından Doğan Erbaş ile İmralı sürecinin tarih değiştiren yanlarını, soluk soluğa bir mücadelenin anılarını konuştuk.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatı olmaya nasıl karar verdiniz?

Birçok avukat arkadaşımızın olduğu gibi benim de kişisel tarihimin en önemli olayıdır. Sayın Öcalan ile tanışmış olmak, Sayın Öcalan’ın avukatlığını yapmaya çalışmak onu sadece hukuki yardım değil onu aşan onun adına söz söylemek, ondan bahsetmek gerçekten bu çok ağır bir sorumluluk. O yüzden geçmişi biraz açmak gerekecek. O yıllara gitmemiz ve o yılların atmosferini anlatmamız gerekiyor. Biliyorsunuz 9 Ekim’de Suriye’den çıkması ile başlayan bir süreç olmuştu. Yani Türkiye’ye teslim edilmeden önce. Ben bireysel olarak 90’lı yılların başından itibaren İstanbul’da avukatlık yapıyordum. 93’ten itibaren de o zaman Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) birçok Kürt yurtsever tutuklunun davalarını avukat olarak üstlenmiştim. Ve o çerçevede de değişik toplumsal kesimlerden, üniversite öğrencilerinden yoksul köylülere, köylerinden göç etmek zorunda kalmış İstanbul’a gelmiş ama politik faaliyet içinde olan kişilerin davalarını almıştım, alıyordum. İstanbul’daki birçok Kürt avukat gibi ben de o davalara giriyordum. O çerçevede Kürt sorununu elbette biliyordum ama cezaevlerine giderek daha yakından tanıma fırsatım oldu. O yüzden de kendi sosyal çevremde tutuklananlar olmuştu, oluyordu, dolayısıyla bir bütün olarak Kürt sorununa ilgim vardı. Kürt sorununa ilgili duyan, yapabileceklerini yapmaya çalışan bir avukat profiliydim. O çerçevede de Sayın Öcalan’ın yazdıklarını başından itibaren okuyordum. Televizyon programlarını izliyordum. Sayın Öcalan’ın tabi ki önemini, Kürt Hareketi içerisindeki pozisyonunu, taşıdığı misyonu biliyordum. İlgiyle izliyordum. Daha öncesine giden genel olarak böyle bir izleme sürecim vardı.

Komplo sürenini yakından takip ettiğinizi söyleyebilir miyiz? Ne hissediyordunuz?

Evet. 9 Ekim’de Suriye'den çıkarılmayla beraber Sayın Öcalan’ın o 4 ay Avrupa ülkelerindeki süreci medya üzerinden o zamanki MED TV üzerinden anı anına izliyorduk. Çevremde de pek çok aile ve ilişkide olduğum pek çok insan gibi bende de bir umutsuzluk, bir çaresizlik, zaman zaman öfke, zaman zaman hüzün böyle her şeyin iç içe geçtiği, kaygıların ağır bastığı bir süreci takip ediyordum. Hemen hemen her gün, işte 'bugün bu ülkede, şu gün şu ülkede, yeri tespit edildi, yakalanması an meselesi' gibi haberlerle Türk medyasının o köpürtülmüş şoveniz dalganın da olduğu dönemdi. Özellikle hem yazılı medyada hem görsel medyada Kürt düşmanlığının tavan yaptığı günlerdi. Olağanüstü ve kaygıyla izlediğimiz günler. Sayın Öcalan daha Avrupa’dayken özellikle Roma'da olduğu günlerde Avrupa’da yaşayan Kürt halkının Roma’ya gelip oturma eylemi yaptığı günleri hatırlıyorum. Çok dramatik bir sahneydi aynı zamanda, her yaştan insanın kadın, genç, yaşlı hatta çocuklar günlerce Roma’da bir meydanda oturma eylemi yapmışlardı. Bir bütün olarak Kürt halkının özellikle politik bilinci yüksek olan Kürtlerin çok kaygılı bir ruh hali içerisinde olduğu günlerdi. Aynı zamanda İstanbul’da Kürtlere yönelik saldırılar, Kürt kurumlarına yönelik -o zamanki parti HADEP’di- onun binalarına yönelik saldırılar yapılıyordu. Pek çok yerde ırkçı gösterilerin, şoveniz dalganın alabildiğine yükseldiği günler... Çok kaotik bir ortam, bu ortamda Sayın Öcalan’ı ayrı bir gözle dikkatle izliyorduk. Bu DGM davalarında gidip gelirken birlikte avukatlık yaptığımız arkadaşlarla zaman zaman değerlendirmeler yapıyorduk. Bu işin nereye gidebileceğini, bunun sonuçlarının neler olabileceğine dair yorumlarımız oluyordu. Adeta bu haberlerle yatıp kalkıyorduk. Öyle bir süreçti.

Siz de herkes gibi kamuoyundan mı öğrendiniz?

İşte o süreç içerisinde Sayın Öcalan, Bülent Ecevit’in o meşhur konuşması, böyle büyük bir askeri başarı kazanılmış bir komutan edasıyla yaptığı açıklama gözlerimin önünden gitmiyor tabi. Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğini öğrendik. E tabi hepimiz bir şok yaşamıştık. Önce inanmadık -Türk medyasında çünkü bu konuda çok asparagas haberler çıkıyordu-  kısa süreliğine de olsa bir şok yaşadık. Fakat sonra bütün kanallardan doğrulanınca olayın gerçek olduğu anlaşılmıştık. Ve hemen o saatten sonra bu sürecin artık Türkiye’de devam edeceği anlaşılmıştık. Sayın Öcalan gözaltına alınmıştı, işte sorgu sürecinde olduğu söyleniyordu. Medyada çeşitli haberler çıkıyordu. Hatta o günlerde hiç unutmadığım olaylardan biri Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral'ın adaya yaptığı bir ziyarete ilişkindi. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla kendisinin tekrar ifade vermek istediğini, o yüzden gittiğini söylüyordu. Görüntüyü hatırlıyorum, sabah haber kanallarında yanında bir grup görevliyle hızlı şekilde adaya gittiğini gösteren görüntüler hala aklımda. Fakat dönüşünde çekilen görüntülerde suratının çok asık yani beklediğini alamayan, geldik ama aslında bir şey konuşmadı, bir şey söylemedi edasındaydı.

Yargılama süreci nasıl başladı? Kaç avukattınız?

Yani sorgu süreci yaklaşık 10 gün sürmüştü 15 Şubat’tan itibaren ve ilk avukat görüşmesi de 25 Şubat’ta yapılmıştı. Tabi biz kardeşlerinin İstanbul’a geldiğini, DGM davalarına giren avukatlar kimler olabilir, işte DGM davalarına giren avukatlar, daha çok bu davalara ilgi duyan avukatlar olması adına onlarla görüşmeye çalıştıklarını, bir grubun oluşturulmak istendiğini duyuyorduk. Ben de o çerçevede başvuruda bulundum ve ilk başta 18 kişilik bir liste oluşturduk. Ben de o listenin içinde vardım. O zaman Beşiktaş’ta bulunan İstanbul DGM binasına giderek savcılığa bir dilekçe verdik, 18 avukat imzaladık. Avukatlık süreci öyle başladı.

Az önce Sayın Öcalan'ı yakından takip ettiğinizi söylediniz. Sizi etkileyen yanlarından biraz bahseder misiniz?

Şimdi birkaç hususu da buraya ekleyeyim; Sayın Öcalan’ın Kürt halkı için, Kürt halkının mücadelesi içerisindeki misyonunu tabi ki biliyordum ama başından itibaren özellikle Sayın Öcalan’ın birkaç yönünün beni çok etkilediğini söylemeliyim. Avukatı olmaya karar vermemde etkili olan nedenleri söylerken bunu açma gereği duyuyorum. Bazı yönleri özel olarak etkiliyor, ilgimi çekiyordu. Kürtlerin tarihsel mücadeleleri içerisindeki bütün liderliklerden son derece farklıydı. Geleneksel aile, hanedan gibi bir kökten gelmiyordu. Bir halk hareketi yaratmıştı, halklaşan bir hareket ortaya çıkarmış ve kendisi de yoksul bir aileden geliyordu. Bu özellikle beni çok etkilemişti, farklı bir yanı vardı, daha önceki ve diğer parçalarda yükselen mücadelelerden daha farklı yönü beni çok etkilemişti.

Diğer bir yönü birlikte mücadele ettikleri Türkiye’deki devrimci hareketlerin hemen hemen hepsinin 12 Eylül’de adeta tasfiye olmasına rağmen Sayın Öcalan Ortadoğu gibi çok zor bir coğrafyada hem sosyal hem kültürel olarak aynı zamanda Türkiye gibi önemli bir ülkede, NATO’nun en büyük ordusuna sahip bir ülkeyle savaş halinde olmasına rağmen diğer benzer hareketler tasfiye olduğu halde onun yürüttüğü mücadele son derece büyüyordu, halkalaşmıştı. 90’lardaki serhildanlar süreci ayrıca etkiliyordu, sadece bir grup değil aynı zamanda bir halk hareketi oluşuyordu ve buna öncülük ediyordu. Diğer taraftan klasik ulusal kurtuluşçu bir mücadeleden ziyade ve sosyal kurtuluşu da mücadelesiyle örgütlüyordu. Özellikle kadın özgürlüğü konusundaki kadın kurtuluş literatürü ile beni ayrıca etkilemişti. Kürt sorununa genel olarak ilgi duyan pek çok yurtsever Kürt avukatın dışında ayrıca etkileyen yanları vardı.

Avukatı olmaya bu aşamada mı karar verdiniz?

Şuna karar vermiştim. Gözaltı süresinden sonra tutuklanacağını elbette biliyorduk, tutuklandığını duyunca o 18 kişilik grubun oluşması sırasında sonucu ne olursa olsun, bu süreç nereye evrilirse evrilsin böyle birinin yanında olmam gerektiğini hiç düşünmeden hemen karar vermiştim. Sonu ne olursa olsun. Bizi ne bekliyordu gerçekten tam olarak bilemiyorduk. Avukatları olarak bizler nasıl bir yargılama olacak diye düşünüyorduk. O günlerde bir parantez içinde özel olarak biraz açmakta yarar var. Avukatlara yönelik özel olarak medya üzerinden bir linç kampanyası başlamıştı, avukat çıkmayacağı yani onu savunacak avukat olmayacak gibi manşetler yapılıyordu. Hatırlıyorum Hürriyet gazetesinde hatta işte son iki gün, son bir gün kaldı deniliyordu. Çünkü avukatların müracaat etmesi için belli bir süre vardı. Muhtemelen barodan avukat atanacak gibi haberlerde yapılıyordu. Yani avukatlığını üstlenmenin bir şeye yol açacağı anlaşılıyordu, bireysel yaşam açısından bir risk taşıyacağı anlaşılıyordu. Ama buna rağmen hiç tereddüt etmeden böylesine önemli tarihsel kişilikle hem tanışmak hem de bu koşullarda onun yanında olmak hangi sonuçlara yol açarsa yol açsın hiç çekinmeden karar vermiştim. Ve o grubun içerisinde yer almıştım. Avukatı olmaya karar verme sürecini biraz böyle anlatabilirim.

İlk görüşmeniz ne zaman oldu? Neler yaşandınız?

Ben ilk o 18 kişilik grupta yer almama rağmen hemen görüşme yapamadım, çünkü Asrın Hukuk Bürosu bizim için bir sıra oluşturulmuştu o günlerde. Orada arkadaşlar sıraya göre görüşüyordu, her hafta da görüş yapılmıyordu zaten, birçok hafta hava muhalefeti veya başka nedenlerle görüşme yapılamıyordu. İlk günden sürecin içerisinde olmama rağmen 25 Şubat’ta ilk görüşme olmuştu, ben nisan aynın sonlarında ilk görüşmeye gidebildim. Tabi aradan bir zaman geçmişti 4 ya da 5 görüşme yapılmıştı. Kabaca orada nasıl şartların olduğunu, Sayın Öcalan’ın nasıl bir odada kaldığından avukat görüşmelerine giderken nelerle karşılaşıldığından, görüşmenin formatına, içeriğine, biçimine, süresine yönelik bir bilgim vardı tabi. Onları avukat arkadaşlarla sohbet ettiğimizde öğrenmiştik. Sayın Öcalan ile görüşmeye gideceğimiz günü, sabah saat 5 gibi yola çıkılıyordu, İstanbul’dan İmralı’ya giden 6-7 saat süren hem kara hem deniz yolculuğu oluyor, uzun süren yolculuk yapılıyordu. Diğer gün görüşmeye gidecektik ben o gece hiç uyumamıştım, hem tanışacak olmanın heyecanından, aynı zamanda kaygıyla karışık duygularım vardı. İşte nasıl diyalog kurabileceğimizden, sorularına nasıl cevap olacağımızdan ve benzeri böyle büyük bir endişe, kaygı vardı, aynı zamanda merak ve heyecan da vardı. Ve tabi tutuklanmış olmasının yarattığı bir hüzün de vardı doğrusu. Karma karışık duygular içerisinde hiç uyumadan gitmiştik adaya.

İmralı'da nasıl bir sistem ile karşılaştınız?

Adada kabaca durumu biliyordum. Hangi aramalardan geçeceğiz, nasıl kayıt sistemi var, her şey çok özeldi çünkü o zaman, hiçbir cezaevinde olmayan farklı bir işleyiş var orada. Avukatların girişinden itibaren hiçbir cezaevinde olmayan uygulama sonuna kadar da öyle sürdü, hala da öyle sürüyor. En son avukatlar gittiğinde de değişen bir şey yoktu o anlamda… İşte aramalardan geçtik ve görüşme odasına girdik. İlk görüşme anını elbette net olarak hatırlıyorum, geçen o kadar yıla rağmen. Önce bizi aldılar görüşme odasına, sonra Sayın Öcalan geldi. Tabi daha önce giden arkadaşlar da vardı benim yanımda, onlar daha tecrübeliydi, yerimize alındık, tabi hepimiz Sayın Öcalan’ı ayakta karşıladık. Ve oturduktan sonra biz oturduk ve görüşmeye başladık. O görüşmeleri daha sonra ben en son avukat görüşmesinin yapıldığı 2011 yılına kadar giden avukatlardandım. En son yapılan 2019’u saymıyoruz. Müzakere sürecinde heyetler gidiyordu ama avukatlar gidemiyordu. Ben o tarihe kadar giden avukatlardanım, hep gittim. En çok görüşenlerden biriyim muhtemelen, o sistem sonuna kadar devam etti.

Öcalan ile sohbetiniz nasıl başladı?

İlk önce hepimize hoş geldiniz dedikten sonra yeni gelen arkadaşlarla bir tanışma yapıyordu. İşte ismini, nereli olduğunu, nerede avukatlık yaptığını, eğer özel bir şey varsa diyelim ki arkadaşın geldiği bölgeye ilişkin orada bir tanıdığı varsa, oraya ilişkin geçmişte oraya gitmişse bazı ara sorular da soruyordu. Biz tanıştık, Malatyalı olduğumu, İstanbul’da avukatlık yaptığımı söylemiştim, böyle görüşmeye başladık. Şimdi gerçekten o sıkı ağır şartlara, olağanüstü güvenlik önemlerine ve daracık bir hücrede kalmasına rağmen böyle bir ortamda, o koşullarla hiç bağdaşmayan bir rahatlığı, özgüveni, heyecanı, coşkusu, müthiş bir tempo, müthiş bir anlatım, çok seri belki 4-5 saatte konuşabilecek pek çok konuyu bir saate sığdırabilen, başlarken gündemini söyleyen, ona uyarak devam eden ve bizden de dışarıdaki gündeme ilişkin sorular soran ve konunun özünü anlatmamızı isteyen böyle hiçbir saniyesi boşa gitmeyen bir görüşme. Çok yorucu bir tarafıyla ama o baştaki sohbetiyle, duruşuyla, bütün bakışlarıyla aslında gerginliğimizi hemen azaltan, o heyecanımızı da hemen atlatan öyle bir samimi atmosfer içerisinde geçen ve aynı zamanda çok yoğun bir tempo içerisinde geçen bir saat sanki böyle saatlerce konuşmuşuz gibi geldi. Çünkü orada pek çok yeni konunun işlendiği, pek çok kavramın kullandığı yoğun bir yanıyla oldukça yorucu geçen bir görüşme.

Tabi beni en çok etkileyen yanlardan biri çok canlı, çok diri ve müthiş bir heyecan içerisinden olmasıydı. Çok coşkuluydu. Tüm o kaotik koşullarda son derece özgüvenli, son derece enerjik, canlı ve aynı zamanda heyecan dolu anlatan, hem tavırlarıyla, bakışlarıyla, hem ses tonundan kullandığı kavramlara, konuşma biçimine kadar hepimizi böyle derinden etkileyen bir enerji ile karşılaşmıştık. Ve ben o kadar heyecan duymama rağmen, görüşmeye ilk kez gidiyor olmama rağmen -uzun da sayılabilecek- görüşme için o kısıtlı süre göz önüne alındığında bir diyalog da kurmuştuk. Onun rahatlığını da yaşamıştım. Daha sonraki yıllarda da artarak devam etti.

Unutamadığınız anlar var mı?

Bir görüşmemizde bize şöyle bir şey söylemişti görüşmeye başlarken mealen söylüyorum ama cümleler aşağı yukarı böyleydi: "Buraya gelip gidiyorsunuz, ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama bir tarihe tanıklık ediyorsunuz. Beni burada gördünüz, beni burada tanıdınız ve gözlemlerinizi, düşüncelerinizi, bana ait, buraya ait olup biteni ve bunları yazmalısınız. Bir tarihe tanıklık ediyorsunuz ve bunları yazmalısınız." "Kim yazabilir, nasıl olabilir” diye böyle bir şey sormuştu. Yargılama süreci oldu tabi bu anlattığım yargılama sürecinden sonra oldu.

Pek çok anekdot vardır elbette ancak biraz da duruşma sürecinden bahsedebilir misiniz?

Bütün süreçte aslında belki de avukatları olarak hem bireysel olarak bunu söylüyorum bence genel olarak da söylemekte sakınca yok yeteri kadar rolümüzü oynadığımızı söyleyemeyiz. Aslında kendine özgü bir yalnızlığı hep yaşadı orada Sayın Öcalan. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hep yalnızdı, bizim de ona yeterince yardımcı olduğumuzu düşünmüyorum. Ne yapmak istediğini, nasıl yeni bir süreci başlattığını, burada avukatların rolü ne olabilir hem hukuki anlamda hem temsil etme anlamında, genel anlamda rolümüzü yeterince oynamadığımızı belirtebilirim. Böyle bir özeleştiri de olabilir, tespit de olabilir. Bunu şunun için söyledim duruşmalar sürecine sözü getireceğim. Biz tabi kendimize göre bir savunma hazırlamıştık. Kendi aramızda görev bölümü yapmıştık. 10 ya da 11 avukat arkadaş olabilir. Kürt sorununun tarihsel boyutları, güncel boyutları, hak ihlallerinden tutalım, OHAL, hukuksuzluklar, bunları içeren Cumhuriyet tarihi, Cumhuriyet tarihi öncesi, Osmanlı dönemi vb. tarihsel sürecini ve güncel boyutlarını anlatan bir savunma elbette yapmıştık ama Sayın Öcalan’ın bunu yeterli görmediğini de hissediyorduk. Fakat bir taraftan da bize alışkanlıklarımıza, politik kültürümüze, avukatlık yapma biçimimize de tabi hakim oldu, biliyor. Çok çabuk müthiş kendine özgü bir kavrayışı olan, bir kişi ile 5 dakika konuşması bir kişinin potansiyelini çözümlemesine yetiyor.

Ne hissediyordunuz?

Şunu hissediyordum, bir taraftan bize üzülüyor, yani o yetmezlik halimize ama bir taraftan fedakarlığımıza seviniyor. Yani risk alarak gelmişiz, görüşmede son derece heyecanla yaklaşıyoruz, onun da farkında ama aynı zamanda yetersizliğimizi de görüyor, onu da hissediyorduk. Duruşmada özellikle biz savunma yaparken bakışlarından anlıyorduk onu. Bir cam kafes içerisindeydi -o günleri hatırlıyorum- çok gergin bir atmosfer vardı duruşma salonunda, çok yoğun askerler, şehit aileleri adı altında oraya getirilen insanlar öfkeyle bağıran çağıran, hakaret eden. Aramıza bir bölme konmuştu askerle çok sıkı tedbir almışlardı ama o duruşma anını anlatmak gerçekten zor. Sınırlı sayıda gazeteci de vardı Ali Kırca’yı hatırlıyorum, o zamanki iktidara çok yakındı, hakim bakışıyla olayı anlatan kişiler daha çok vardı ama Avrupa’dan gelen bazı gazeteciler de vardı. Onlarla daha sonra da görüşmüştük. Daha bağımsız olanlar da vardı. O gergin atmosferde hiç unutmuyorum söze başlamasıyla salondaki havanın değişmeye başladığını hemen fark ettik.

Konuşması nasıl bir etki yarattı?

O bağıran çağıran ailelerin hepsinin sustuğunu, Sayın Öcalan'ın ilk konuşmaya başlamasıyla o gergin atmosferin dağıldığını, mahkeme heyetinin de sonuna kadar son derece saygılı davrandığını gördük. Çünkü Sayın Öcalan öyle bir hava içerisinde oluyordu ki yani konuşmalarıyla, tavrıyla karşısındakini ona saygı duymasını gerekli kılan bir hava çıkıyordu ortaya. Böyle ilginç bir durum.

Uzun yıllar sonra Mahkeme Başkanı’nın Fuat Okyay isimli Adıyamanlı verdiği bir röportajda -2004 ya da 2005 olabilir- artık emekliye ayrıldığı için konuşuyordu. Kendisiyle röportaj yapan kişi Sayın Öcalan ile ilgili işte onu yargıladınız nasıl biriydi gibi sorular sorduğunu hatırlıyorum. O röportajda, "Karşımızda son derece zeki biri olduğunu biliyorduk, anlaşılıyordu, aynı zamanda bize yönelik özel bir saygısızlığı olmadı, son derece hakimdi konularına ve bizde de saygı uyandırmıştı." Bu mealde bir anlatımı olmuştu.

Şunu hissediyordum istemeden de olsa saygı duymak zorunda kaldılar denilebilir. Böyle ilginç bir etkileşim olduğu anlaşılıyordu. O duruşma başlangıcındaki durum sonraki günlere de zaten yansıdı. Duruşmadaki atmosferde o unutmadığım anlardan biriydi.

Duruşma sürecinden biraz daha bahseder misiniz?

Bir diğeri ilginç olabilecek anekdotlardan biri de duruşmalar süreci bitmişti. Bir görüşmede dört kişi gidebiliyorduk en çok. Görüşme başlamadan bize şöyle bir değerlendirme yapmıştı: “Evet bir süreci artık geride bıraktık. Yargılama süreci geride kaldı. Önemli bir aşamayı geride bıraktık. Bir normalleşmeye doğru gitmeye yönelik barış çağrılarında bulundum. Siz de geldiniz gittiniz, bu süreç bitti fakat şimdi yeni bir döneme gireceğiz. Fakat bu döneme girmeden önce sizlere birkaç söylemek istiyorum” diyerek söze başladı, “Şimdiye kadar yaptıklarınız için ayrı ayrı hepinize teşekkür ediyorum. Ben çağırmadım, siz kendiniz geldiniz fakat eğer bundan sonra -çünkü yeni bir dönem başlatıyoruz- devam edecekseniz bir karar vermeniz gerekir.”

Cümleler aynen şöyleydi: “Benim avukatlığımı yapmak zordur. Benim adıma söz söylemek de zordur. Sizin bundan sonraki yaşamınızı değiştirecek, özel yaşamınızı da bireysel yaşamınızı da değiştirecek bir süreçle karşı karşıyasınız. Ben sizi zorlamak istemiyorum, zorlamıyorum. Bundan sonra gelmeyebilirsiniz. Niye gelmediniz, niye gelmiyorsunuz demem, yaptıklarınız için tekrar teşekkür ederim ama karar verin sizi zorlamak istemiyorum. -Tamamen böyle birkaç defa tekrar etti- Eğer benim avukatım olarak devam edecekseniz de bunu sonunu göze almalısınız.”

Tabi hepsi birebir aynı olmayabilir ama mealen böyleydi. Yani bizi nelerin beklediğini o andan itibaren biliyordu. Çünkü ilerleyen süreçlerde örneğin Türkiye'de, Kurdistan'da, Avrupa’da yoğun şekilde çeşitli halk toplantılarına gittik, çeşitli diplomatik görüşmelerde bulunduk. Yani rolümüzün artık klasik avukatlıktan temsili görevli o misyona doğru giden durumu görünce işimizin ne kadar zor olduğunu daha iyi görmeye başladık. Ama Sayın Öcalan bizi başından itibaren uyarmıştı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.