Özel savaş ve toplumu karaktersizleştirme

Forum Haberleri —

.

.

  • Bu karaktersizliğin sonucudur ki, Kürt’ün ölüsü dahi yakılıyor. Konya’da yaşanan tam da budur; rejimin ve yarattığı güruhların karaktersizliğinin zirve halidir…

DOĞAN AMED

Özel savaş rejimleri toplum kırım rejimleridir; kuruluş ve ayakta kalışları tekçilik üzerinedir; varlıklarını sürdürmeleri dil, kültür, inanç ve kimliklerin yok edilmesi ile mümkündür.

Fiziki şiddet pratiklerini yoğun kullanmakla birlikte, topluma karşı yürütülen kırım politikalarının incelikle yürütüldüğü; algılarla oynayarak, hedef kesim üzerinde kendi zihniyetini egemen kılma, toplumu kendisi gibi düşündürtme, hareket ettirme rejimleridir. 
Köksüz ve karaktersizdir, özel savaş rejimleri; bunu gidermek için kendilerine suni dayanaklar oluşturmak isterler. Ancak tarihsiz oluşlarından kaynaklı karaktersizlikleri her seferinde yüzlerine vurulur.

“Dismorfobik” hasta misali, kendiyle yüzleşmek yerine, aynalara savaş açarlar; toplumun değer yargılarıyla oynamak, tarihsel, kültürel, inançsal ve insani özelliklerin tümünü ortadan kaldırarak toplumu kendisiyle benzer kılmak, böylece kendi karaktersizliğini toplumu karaktersizleştirerek gidermeye çalışmak bu tür rejimlerin temel özelliğidir.

Türk devleti özel savaş rejimidir

Osmanlı’nın devamı! olarak kur-duru-ulan Türk devleti, böylesi bir özel savaş rejimidir. Coğrafya üzerinde hiçbir dayanağa, hiç bir insani ve kültürel değere sahip olmayan; ahlak, üretim, bilim, sanat, edebiyat yoksunu köksüz bir rejim olarak Kürdistan ve Anadolu coğrafyasına bir hançer olarak sokulmuştur; Köksüzlük ve karaktersizlik bu özel savaş rejiminin yegane kimliğidir. Köksüzlüğünü, toplumun kökünü kazıyarak unutturmak, karaktersizliğini ise toplumu kendisine benzeterek gidermek istemektedir.

Herşeye ama her şeye düşmandır, Türk devleti; Kürt’e, Kürt şahsında insana, doğaya, kadına, çocuğa ve dahi Kürt’ün ağaç dalına düşmanlık etmektedir. Kürt toplumunun her ferdine, toplumsallığına, doğasına ve doğada kök salacak her şeye saldırması bu nedenledir.

“Eşikteki eşikte, beşikteki beşikte yok edilmeli” düsturu sadece fiziki imha ile sınırlı tutulmaz, bu rejimde; dil, kültür, inanç, politika ve ahlaki alanlarda da uygulanır.

Soykırım siyaseti ile toplum kılcal damarlarına dek kırıma tabi tutulur; toplumsallık, insan, tarih, kültür ve doğa adına geride bir şey bırakılmak istenmez; zira bilir ki, geride kalan, tohum olup toprağa kök salacak, bu da rejime kendi köksüzlüğünü hatırlatacaktır.

Katliamlar sonrası, geriye kalan her şeyi yakması, (bkz. Ermeni ve Süryani katliamları) yıkması, (bkz. Sur, Şırnak, Gever, Cizre) yer isimlerini değiştirmesi, (bkz. Kürdistan köy ve kasabaları) beton dökülmesi (bkz. Şêx Seid ve 46 Kürt önderi) bu nedenledir! 

Ancak tüm bunların yapılıyor olması, Türk özel savaş rejimi için yeterli olmamaktadır; köksüzlük ve karaktersizliğine korkuları eşlik etmektedir. Kurulduğu günden bu yana Kürt toplumuna karşı uyguladığı tüm özel ve kirli savaş yöntemlerine rağmen sonuç alamayan ve halklar tarafından sürekli reddedilen Türk devleti, çareyi, karaktersiz kılarak güruh haline getirdiği yığınları Kürt toplumuna saldırtmakta görmüştür.

Karaktersizliğin toplumsal özellik haline gelmesi

“İnsan, göre göre kötülüklere alışır, yapılanları boş verir; önce yapılan kötülükleri onaylamaya başlar, sonunda kendisi de yapar. Hiç durmadan utanç verici ve sonu gelmeyen uzlaşmalarla lekelenen ruh, zamanla pörsür; asil düşüncelerin zembereği paslanır, bayağılığın zıvanaları yıpranır ve kendi kendine dönüp durur. Karakterler gevşer, yetenekler, yozlaşır.” (Balzac)

“Sürekli kılınmış bir belirsizlik, şok ve dehşet içerisinde yaşayan Türk toplumu, olgusal hakikatlerin dahi iktidar tarafından reddi karşısında, ne yapacağını bilemez bir hale gelmiş durumda.” Bu bilememe hali savunmasızlığa, devamında ise her alanda bir savrulmaya yol açıyor.

Türk toplumunda yaşanan bu savrulmuşluk ve savunmasızlık, iktidar tarafından uygulanan kötülüğün önce sıradanlaşıp kabul edilmesine, oradan katlanılan bir durum halini almasına, ardından ise kötülüğün bizzat talep edilip uygulayıcısı olmasına yol açmış durumda.

Kaynağını Osmanlı kapı kulluğu ve Türk devletinin kuruluş sürecinden alsa da, özellikle son 20 yıldır AKP tarafından yoğunlaştırılarak yürütülen politikalar, bu durumu zirveye çıkarmış durumdadır. Sonuç ise yığın haline gelen kalabalıkların karakterden yoksun hale gelmesidir.

Konya’da savunmasız Kürt aileye yönelik gerçekleştirilen katliam, önceki örnekler gibi kuşkusuz ki bir kontrgerilla eylemidir. Tıpkı HDP İzmir il örgütüne yollanarak Deniz Poyraz’ı katleden kontrgerilla tetikçisi gibi, tıpkı Sakarya’da linç edilerek katledilen Barış Çakan’ın failleri gibi ve daha yüzlerce örnek gibi. Ancak bütün bu olaylarda karşımıza başka şeyler de çıkmaktadır, oda özel savaş rejimi olan Türk devletinin, Türk toplumunda yaratmış olduğu karakter yoksunluğudur!

Özel savaş rejiminin 100 yıldır Kürt düşmanlığını temel politika olarak belirleyip bunun propagandasını yapması, Türk toplumunun Kürtleri düşman olarak kodlamasına yol açarken, Türk toplumunda Kürtlere karşı oluşan sıradan bir düşmanlığın yetmediğini anlamasıyla birlikte, ikinci bir aşamaya geçmiş ve toplumun karakteriyle oynayarak karaktersiz güruhlar oluşturmaya başlamıştır.

Kendini kuramayan “insan”

Biliniyor ki insan, ancak kendini bir insan olarak kurabildiği ve farklılıklarını koruyarak eyleyebildiği oranda insandır. Bunun yolu ve veya koşulu ise çevresiyle; eş, arkadaş, kardeş, komşu, tanış, yoldaş vb. tüm toplum üyeleri ile paylaşılan müşterek bir dünyanın ve bir dünyalılık fikrinin varlığıdır. Bu fikrin yitirilmesi, ahlak ve karakter yitimine yol açar ki, buna dahil olan “insanın” insan olarak adlandırılması artık mümkün olmamaktadır.

Günümüz Türkiye’sinde ve Türk toplumunda kaybedilen tam olarak budur, desek, yanlış olmayacaktır…

Özel savaş rejimi uyguladığı politika ile, Türk toplumu içerisinde bir yandan bireylerin kendilerine ait farklılıkları yitirmelerine, düzleşip tek tipleşmelerine ve bu tek tipleşmenin sonucu olarak farklılıkların kendini sergileyeceği bir sahneye olan ihtiyaç ve talebi ortadan kaldırırken, öte yandan ise kendisinden farklı olanı yok edilmesi gereken varlıklar olarak görmeye yol açmış halde.

Dejenere olma

Dejenere olma, hem ahlaki kişiliğin hem de tüzel-yasal kişiliğin yitirilmesi anlamına geliyor; güruh halinde yaşayan kalabalıkların oluşmasına yol açıyor.

Dejenere hale gelen kalabalıklar, yeni bir şeylere başlama ve kendini yaratma gücünden mahrum kalıyor; yığın halinde yaşayan, ama boş bakışlarla etrafında olup bitenleri izlemek dışında hiçbir insani tepki veremeyen, yüzünde ölü maskesi olan ve solgun kuklalardan oluşan karaktersiz bir kütleye dönüşüyor

Dejenere olup toplum olmaktan çıkan kalabalıklar ise her türlü politikaya teşne oluyor.
Bu karaktersizliğin sonucudur ki, Kürt’ün ölüsü dahi yakılıyor.

Konya’da yaşanan tam da budur; rejimin ve yarattığı güruhların karaktersizliğinin zirve halidir…

Böyle bir “toplum” ile bir yere varılamayacağı bir yana, böylesi bir “toplum” ile ortak bir gelecek tasavvuru da mümkün değildir

Soru şudur: özellikle Türk kentlerinde yaşayan Kürtler, böylesi namert bir düşmana ve karaktersiz hale gelen yığınlara karşı nasıl bir tutum alacak?

Örgütsüz, dağınık, savunmasını yapamayan bir toplum ayakta kalabilir mi, gelecek günlerde daha da artacağı belli olan böylesi katliamların önüne geçebilir mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.