Sapkınlığa karşı özgürlükçü seküler yaşam

Demir ÇELİK yazdı —

  • Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikatlar ve cemaatler, eril egemenlikçi sisteme kan taşıyan ve can katandırlar. Devlet erkektir, devleti savunan ve sahiplenen de erkektir. 

Yüzbinlerce insanımızın yaşamını yitirdiği, yüzbinlercesinin yaralı olduğu, milyonlarca insanın soğuk kış koşullarında sokaklara mahkum edildiği 6 Şubat depreminde sanki yapacak başka bir şey yokmuş gibi Diyanet fetva vermeyi görev bilir. Büyük yıkımın ve toplumsal kırımın sonrasında insanları paylaşmaya, dayanışmaya, ortaklaşmaya davet etmesi, bu yönlü çağrı ve söylemde bulunması beklenirken, devletin ideolojik aygıtı ve aparatı olmanın vicdansızlığıyla hareket etmiş, sapkın düşüncesi ile yüreklerimizi dağlamıştır.                                                                                        

17 Şubat’ta Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu; “depremzede çocuklarını evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli doğmaz…” demiştir.

Biz muhalifleri cezaya çarpıtmak için Anayasa ve yasaları hatırlatan egemenler, iş kendilerine gelince, hem Anayasayı takmıyorlar, hem de cezasızlık söz konusu olabiliyor. Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bağlayan Medeni Kanun’unun 129. Maddesi “Evlat edinen ile evlatlık ve onun çocukları arasında evlenme yasaktır” der. Söyleyen Cumhurbaşkanı, O’na bağlı bakan ve bürokrat olunca Anayasa da, ilgili yasa ve kanunlar da yok hükmündedir. Yasa ve kanunlar ezilenleri, yok sayılanları, öteki görülenleri ve en nihayetinde yönetilenleri bağlar. Onları zapturapt altında tutmak için geçerlidir. 

Ben bugün yasa ve kanundan çok, asıl olarak bu sapkın söylemin birey, toplum, din ve devlet ilişkisi üzerine biraz durmak istiyorum. Bilindiği üzere Kemalist devlet, 3 Mart 1924’te Hilâfeti kaldırır. Osmanlı Padişahlarına Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi sıfatını ve gücünü veren Halifelik güya bu kanunla kaldırılmış olunuyordu. Halifeliğin kaldırıldığı propagandasını çokça yapan devlet, bu söylemi ile başta Aleviler olmak üzere seküler yaşamı savunan toplum kesimlerini ikna ederek kendisine yedeklemeyi başarır. Bununla yetinmez asıl büyük kitleyi, muhafazakâr kesimi ikna etmesi gerekiyordu. Bu nedenle hiç beklemez, aynı gün yani 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşunu ilan eder. Ulus devlet, padişahta toplanan yetki ve gücü lağvediyor, ancak onu ortadan kaldırmıyor kendisine bağlı bürokratik kuruma devretmiş oluyordu.

Kuruluş kanunu, “İslam Dini’nin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak, ibadet yerlerini yönetmek” diye görev tanımlaması yapar. Her Anayasa’sında laik ve sosyal devlet olduğunu söyleyen T.C, görüleceği üzere laik değildir. Bir devletin laik olması demek tüm dinlere, tüm inançlara ve tüm düşüncelere karşı eşit mesafede olması; dinlere, inançlara ve düşüncelere karşı kör, sağır ve dilsiz olması demektir. Türkiye’de üç Semavi Dini’nden insanlar, Alevi ve Êzîdî inancından milyonlarca insan varken, devletin İslam Din esaslarını öğretmeyi görev edinmiş olması asla ve katiyetle laiklik olamaz.

Devlet ve iktidar toplumda rızalık üretir, toplumu yönetilmeye ikna ederler. Devlet rızalık üretmek üzere ideolojik aygıtlarını devreye koyar. Bu temelde din, eğitim, sanat, kültür, hukuk, siyaset, ekonomi, basın ve medya tarih boyunca en güçlü ideolojik aygıt olmuşlardır. Bir kısım araç ve aygıtlar süreç içerisinde değişmiş olsa da, insanlıktan sapma olan devlet ortaya çıktığından beri din ve dini değerleri kullanma değişmediği gibi bugün de kullanılan en güçlü aygıt olmaktadır. Aslında dinler; devlete ve devleti elinde tutan oligarklara karşı toplumu iyide, doğruda ve güzel ahlâkta buluşturmak için ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle Sümer rahip devletinden bu yana 124 bin peygamberin %99’u Ortadoğu’ da ortaya çıkmıştır. Çünkü zor ve baskı aygıtı olan devlet ilk kez Ortadoğu’ da ortaya çıkmış, binlerce yıl halklara zulüm yapmıştır.

Devlet olgusu Kadın Ana’yı düşürerek toplumu esaretine almayı başardığı için gelen peygamberlerin hepsi erkektir. Bu peygamberler süreç içerisinde siyasal organizasyon olan devlete karşı kaybetmiş, mücadele ettikleri devletin ve iktidarların ideolojik aygıtlarına dönüşerek toplumun yönetilmesinin araçları olmuşlardır. Devlet nasıl ki erkek eril zihniyetin vücut bulmuş hali ise, devlet adına hareket eden, onun adına söz söyleme hakkını kendisinde bulan din görevlisi de erkek eril zihniyet sahibidir. Dinin devlet dinine dönüşmesi sonucu toplumcu kesimler, sivil toplum esaslı itirazlarını geliştirmek isteseler de, dinin kuşatıcılığını aşamayarak yaygın ve örgütlü olan eril zihniyetin etki alanına hapsolurlar.

Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikatlar ve cemaatler eril egemenlikçi sisteme kan taşıyan, can katandırlar. Devlet erkektir, devleti savunan ve sahiplenen de erkektir. Onların zihniyetine göre kadın, erkeğin mutluluğu için alınıp satılan bir metadır. Erkeğin malı, mülküdür. Alınıp satılan mal olarak gördüğü kızların kaç yaşında evleneceklerine, bir erkeğin kaç kadınla evleneceğine, kadını nasıl boşayacağına, evlat aldıklarıyla evlenme hakkına, hatta babanın kendi kızına şehvet duymasının haram olmadığına karar veren bu erkek eril zihniyetten beslenenlerdir. Bu hastalıklı, sapkın düşünceyi üreten eril egemenlikçi Kemalist devlettir.

Ulus devletin çirkin ve insanlık dışı zihniyetine karşı demokratik ve özgürlükçü laik cumhuriyeti savunmak ve sahiplenmek hem insani, hem de vicdani görev olarak karşımızda durmaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.