Saray iktidarı siyasi dolandırıcı

Dosya Haberleri —

Figen Yüksekdağ

Figen Yüksekdağ

HDP'nin tutuklu bulunan önceki dönem Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ ile cezaevlerini ve kadın mücadelesini konuştuk:

  • Bugün AKP-Saray rejiminin ana taşıyıcı kolonu, yargı kurumu ve cezaevleri. Onu çektiğinizde rejim çöker. Onbinlerce siyasi tutsak ve 300 bin mahpus oranıyla, dünyada zindacıbaşılığı kimseye bırakmıyorlar. 
  • İmha saldırılarıyla, Rojava’dan İran’a kadar yayılan kadın bilinci isyanını dizginleyemiyorlar. Jîna isyanı bunun göstergesi. Kürt kadınlarının oynadığı öncü rol, bölgesel bir politik durum değişikliğine yol açmıştır.
  • Kadınların başörtüsünü çoktan güvenceye alan iktidar, canını güvenceye almıyor. Oysa erkekler tarafından hunharca katledilen yüzlerce başörtülü kadın var. Bu korkunç bir riyakarlık ve siyasi dolandırıcılık.

GÜLCAN DERELİ

Bir gün elbette 'yıkılacak duvarlar'. Şiirler de, zılgıtlar da özgürce devri alemde yankılanacak. Ama bu kendiliğinden olmayacak. Bunun için bedel verip bilinç ve mücadele azmi üretenlerin sayesinde olacak. Bu en çok da dört duvar arasında olsa da bilinci ve ruhu özgür olan kadınlar sayesinde. Figen Yüksekdağ, işte bu kadınlardan biri. HDP'nin önceki dönem Eşbaşkanı Yüksekdağ, o duvarların ardında özgürlük ufkuna bakanlardan. Yüksekdağ ile iki bölümden oluşan bir söyleşi yaptık. İlk bölümde cezaevlerini ve kadın özgürlük mücadelesini konuştuk. Yüksekdağ, siyasi dolandırıcıları, kalpazanları, zindacıbaşılarını, kendi içimizdeki, yöremizdeki kökleşmiş eril zihniyeti ve "Jin, Jiyan, Azadî"nin sonsuz ufkunu anlattı. 

Daha önce de yaşamış olduğunuz bir cezaevi tecrübeniz var. Geçmiş ve bugünkü cezaevi koşullarını kıyaslasanız ne derdiniz? Cezaevinde zamanınız nasıl geçiyor?

Geçmişte de bugün de cezaevleri zulüm, işkence ve insan onuruna aykırılık gibi kavramlarla tanımlanabilir. Hak ve özgürlük mücadelesi verenler yaşamının bir kesitinde ya cezaevine atılıyor ya da onunla tehdit ediliyor. Onlardan birisi olarak benim de yolum cezaevine düştü. Bu kadar uzun yatmadım tabii. Eskiden de koşullar sertti ama memleket bu kadar geniş ve sistematik bir cezaevi şebekesiyle kuşatılmamıştı. Şimdi “zulümlerden zulüm beğen” hesabı alfabenin neredeyse tüm harflerine yayılacak ölçüde cezaevi açıldı. Kötü ve daha kötü seçenekleri dışında bir cezaevi tarifi yok. Tecrit sistemi her geçen gün daha katılaştırıldı ve tarihteki en eşitsiz, berbat ve hukuksuz infaz yasası yürürlükte. 80’li, 90’lı yıllarda gerçekleştirilen toplu katliamlar bugün sürece yayılmış olarak gerçekleştiriliyor. Son 5 yılda cezaevlerinden çıkan cenazelerin sayısına bakın, darbe ve OHAL dönemindeki katliamların toplamından fazladır. 

Diğer yandan hapishaneler bir yönetme aygıtı olarak hiçbir zaman bu kadar merkezde olmamıştı. Bugün AKP-Saray rejiminin ana taşıyıcı kolonu, yargı kurumu ve cezaevleri. Onu çektiğinizde rejim çöker. Bu nedenle hapishaneleri boş bırakmıyorlar; şarkıcısından emekçisine muhalif olması şart değil en akla gelmedik insanı tutuklatıyorlar. Onbinlerce siyasi tutsak ve 300 bin mahpus oranıyla, dünyada zindacıbaşılığı kimseye bırakmıyorlar. Milyonlarca insan da adli takip ve tehdit altında. Hal böyleyken, 20 yıllık AKP-Saray iktidarı ve MHP ile tahkim edilmiş Cumhur İttifakı yönetiminde cezaevleri sorunu, temel siyasal soruna dönüştü.

Bizler de bu sorun merkezlerinde fiziksel ve mental olarak yaşamımızı sürdürmeye, öğütücü zulüm çarkının dişleri arasında ezilmeyecek kadar sağlam durmaya çalışıyoruz. Kişisel varlığımızı kolektif bütünlüğümüzle güçlendirme yolundan gidiyoruz. Bir siyasi mahpusun en önemli gücü, bunu bilmek ve hissetmektir. Gerisi çok da yeni ve farklı olmayan mahpusluk halleri. Okumak, yazmak, üretmek ve duvarların arkasını görebilmek için enerjini ve bakış açını sınırlandırmamak…

Cezaevlerinde baskı ve işkence artarak devam etmekte. Her gün tedavi edilmediği için ya da işkenceyle katledilen tutsak haberi alıyoruz. Siyasi bir düşmanlıkla rehin tutulan Aysel Tuğluk uzun bir mücadelenin sonrasında tahliye edildi. Zindanlarda tutsaklar bu baskı ve işkencelere karşı direniyor. Dışarıdan tutsakların  direnişine nasıl destek verilmeli?

Özellikle Aysel Tuğluk şahsında dışarıda çok önemli ve kapsamlı bir çalışma yürütüldü. Sizin şahsınızda buradaki arkadaşların da adına emeği geçen her kişiye, kuruma şükranlarımızı sunuyor ve kutluyorum. Aysel Başkan’ın tahliyesi haksız saiklerle epeyce geciktirildi ama ısrarlı sahiplenme ve vicdani duyarlılık, sorumluluk hareketi sayesinde daha geç olmadan dışarıya çıkabildi. Başta kadınlar ve kadın örgütleri gelmek üzere partimiz, demokratik kamuoyu, hukukçular, tabipler, sanatçılar, siyasetçiler, özgür medya bir yılı yayılan sonuç alıcı bir çalışma yürüttüler. Bu yanıyla elde edilen sonuç toplumsal muhalefetin başarısıdır. 

Elbette hapishanelerdeki insanlık dışı tabloyu düşündüğümüzde kısmi başarılarla yetinme lüksü yok. 600’ün üstünde hasta mahpus ölümle burun buruna ve her günü bir işkence düzeyinde yaşıyor. Duyarlılık ve eylemselliğin kesintiye uğramaması için bu gerekçe yeterlidir. Biz burada daha yakından ve en yakıcı haliyle durumu görüyor ve tanıklarından, muhataplarından bilgi alabiliyoruz. 20 yılı aşkın cezaevinde kalan, sayısız ameliyat geçiren, herhangi bir kriz anında acile yetiştirilemeyecek insanlar var. Ölümüne vade biçilenler bile bırakılmıyor. Fiziksel engelleri nedeniyle buralarda yaşaması mümkün olmayan, her gün ölüme itilen mahpus sayısı az değil. Çoğu yerde sağlığa erişim şartları sorunlu. Sevkler ayrı dert, kelepçeli muayene ayrı dert. Epeyce tutsak hayati ya da çok ağrılı-sızılı hastalığı yoksa hastaneye gitmiyor. Bazen hastaneye gittiğimiz zamanlarda çok üzücü örneklerle karşılaşıyoruz. Düşman dahi olsa birilerine bunları yaşatanlar için insanlık ayıbı bunlar. Tabii siyasi iktidarın ar damarı çatladığı için cezaevlerinden çıkan tabutlar, faaliyet bilançolarının buz kesmiş sayılarından ibaret. 

Kaçınılmaz olarak adalet ve tutsaklara özgürlük mücadelesinin büyütülmesi gerekiyor. Birinci öncelik yine hasta mahpuslar olmalı. İktidar, kamuoyu ve ailelerinin mücadelesinin basıncıyla bir yasal düzenlemeden bahsetti ama rafa kaldırıldı sonradan. Bu talep ve çabadan vazgeçilmemeli. 

Hapishanelerdeki insanlık dışı tecrit, cezalar, infaz yakmalar, mahpusların umut ışığını söndürmek için düzenlenen saldırılar, topyekün maruz kaldığımız faşist zulmün koç başıdır; bu hiç unutulmamalı. Bu nedenle topyekün siyasi mücadelenin başat gündemlerinden olmalı. Gerisi irade ve eylem kararlılığıyla ilgilidir.

Dünden bugüne kadın siyasetçi olmanın sizce zorlukları nelerdir? Uzun süredir hak mücadelesi veren bir kadın olarak şu anda cezaevinde olmanızı nasıl yorumluyorsunuz?

Erkekler için ve erkeklerin kurduğu bir sistemde karşı cins olarak daima yer bulmaya çalışırsınız. Bugün Meclis’te ve düzen partilerinde kadın oranına ve ağırlığına bakın başka bir veriye ihtiyacınız kalmaz. Kadın kurtuluşunun tarihsel ve güncel talebi “eşitlik”, siyaset sahasında sağlanmadığında, yaşamın hiçbir alanında ezilen cins için gerçek bir ilerleme kaydedilemiyor. Bugün merkez siyaset, iktidarı, muhalefetiyle kadını kendi ikbali için kullanıyor ama sayısal-formel bir eşitlik ve temsilde adalet çabası bile göstermiyor. Belli dönemlerde en fazlasından kadın genel başkan ya da Çiller gibi başbakan figürleri yaratılıp, parti ve hükümetlerin içi erkeklerle ve erkek siyaset tarzıyla, diliyle dolduruldu. 

Bizler, demokratik siyasetten gelen kadınlar olarak, bir taraftan eril faşist yapıya karşı mücadele ederek, bir taraftan da kendi içimizdeki, yöremizdeki kökleşmiş eril zihniyete ve sinsi ayrımcılıkla yüzleşerek ilerlemek zorunda kaldık. Bugün geldiğimiz noktada temel bir kazanım eşbaşkanlık, parti yönetim organlarında eşit temsiliyet, Meclis grubunda yüzde 40’a varan kota uygulamasıyla ilerlediğimizi de söyleyebiliriz. Ne var ki bunların hiçbiri zorlu mücadelelere girişmeden olmadı. Sanırım kadın siyasetçi olmanın en zor yanı, küçük bir hakkedilen için dahi gereğinden fazla mücadele etmek. 

Şu anda Kobanê Davası devam ediyor. Bu dava konusunda ne söylemek istersiniz?

Özgürlük mücadelesinde yasak eşik aşıldıktan sonra kadınların ödediği bedeller de artıyor. Önemli olan bu bedellere rağmen özgürlük fikri ve niteliğiyle güçlenmek. Ben siyasi mücadele yürüten kadınların, siyasi tutsak kadınların bunu başardığını görüyor ve inanıyorum. 

Eril faşist yapının kadına ve onun siyasi mücadeledeki devrimci-demokratik etkinliğine karşı çok özel bir kini var. Kadınla erkek egemen sistem arasındaki kıyasıya ideolojik-politik mücadelenin uzantısıdır bu da. Her yer bu karşıtlık ve mücadele sahası durumundadır. Evler, işyerleri, okullar, sokaklar, siyasi kurumlar, mahkemeler…

Kobanê Davası da bizler için bu mücadele sahalarından biridir. Kadın özgürlük hareketini, kolektif kurtuluş programını savunduğumuz ve özel saldırılara maruz kaldığımız bir mücadele zeminidir. Bugün davanın 18 tutuklusunun 12'si kadın. Bu bile tek başına anlam ifade eder. Ama eril kamuoyu ve onun türevi medya hiçbir zaman bununla ilgilenmedi. Aksine iktidar, “terörist” olarak yaftaladığı kadınları hedef gösterip katli vacip sayıyor. Bugün Kobanê Davası’nda yargılanan kadınlar da böyle hedef gösterilenler arasında. 

Geçen yıl Deniz Poyraz’ın katledilmesini dava duruşmasındayken öğrenmiştik. Aynı anda bedeni ve ruhu şiddetin her türüne maruz kalan kadınların davasıdır Kobanê Davası. Ama bununla birlikte, direnen ve özgürlük ruhunu teslim etmeyen kadınların davasıdır. 

Maalesef siz cezaevindeyken kadın cinayetleri de aralıksız devam etti. Hatta öyle ki İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı bu cinayetlerin artmasına neden olduğu söyleniyor. Ne düşünüyorsunuz?

Kadın katliamları artar çünkü saray ittifakının bundan daha önem verdiği konular var. Yine ellerini kadınların başörtüsünü doladılar. Aile yapısını güçlendirme adı altında ev içi şiddeti ve LGBTİ bireylere nefreti körüklüyorlar. Yani İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek de onları kesmedi. Kadına ve topluma yönelik her türlü şiddet, nefret ve ayrımcılık, uzun süredir gerçek bir sorun olmaktan çıkan ve kazanılmış hak olan başörtüsü gündemiyle perdeleniyor. Oysa erkekler tarafından hunharca katledilen yüzlerce başörtülü kadın da sırf kadın olduğu için can veriyor. Kadınların başörtüsünü çoktan güvenceye alan iktidar, canını güvenceye almıyor. Bu korkunç bir riyakarlık ve siyasi dolandırıcılık. En muktedir oldukları dönemde bile kadının bedeni, tercihleri, hayatı sürdürme biçimleri, iktidarın çok kullanışlı siyasi malzemesi oluyor. 

Bugün kadınların temel yaşam hakkı için yasal düzenleme yapmayanlar, varolanı ortadan kaldıranlar, başörtüsü konusunda anayasa değişikliği gündemini topluma dayatıyorlar. Bu dayatmayla Saray zevatının siyaseti, toplumu dizayn etmesine, kadının insanca yaşam ve geçinme taleplerinin görünmez kılınmasına izin vermemek gerekiyor. Mevcut şartlarda kadınların başörtüsü sorunundan değil, başının sağlığı ve güvenliği sorundan söz edilebilir. Eril ve gerici faşist egemenler bu sorunun kaynağıdır. Çözüm üretmediği gibi kayıp ve acıları katlar. Bugüne kadar olduğu gibi… Çözüm biz kadınların birliği ve mücadelesindedir. 

İran’da Jîna Emînî "ahlak polisleri" tarafından saçı göründüğü için dövülerek katledildi. Yaklaşık iki aydır Jîna'nın öldürülmesine tepki amaçlı birçok ülkede kadınlar saçlarını kesti, "Jin, Jiyan, Azadî" sloganıyla neredeyse tüm dünyada protesto eylemleri yapıldı. Kısa süre önce de Süleymaniye'de Jineloji çalışmaları yapan Nagihan Akarsel evinin kapısının önünde suikast ile katledildi. Olanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nagihan Akarsel’in katledilmesi, Kürt kadın hareketinin ve halkının ideolojik, kurumsal üretimi ve birikimi bakımından önemli bir kayıp. Anısını selamlıyor, başsağlığı diliyorum tekrardan. Suikast saldırısıyla özel hedef alınması, kadın özgürlük alanında gelişen nitelik ve birikimi ne kadar tehdit gördüklerine delalet. Son yıllarda Ortadoğu-Mezopotamya merkezli gelişen ve Kürdistani yanıyla öne çıkarak yayılan bilinç, Nagihan Akarsel gibi kadınların üretimiyle kök salıyordu. Bu nedenle tekil bir suikastten çok, kadın özgürlük mücadelesine yönelik stratejik bir saldırı diye okumak gerekiyor. 

Ama bu tür imha saldırılarıyla, Rojava’dan İran’a kadar yayılan ve kökleşen kadın bilinci isyanını dizginleyemiyorlar. Jîna Emînî isyanı bunun göstergesidir. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesinde geldiği düzey ve oynadığı öncü rol, bölgesel bir politik durum değişikliğine yol açmıştır. Kadın isyanı ve devrimci enerjisi üzerinde yükselen, devrimci politik durumdur bu. İran’a yansıyan boyutuyla kırılsa, bastırılsa dahi yenilip tükenmeyecektir. 

Kadınla birlikte toplumun harekete geçtiği hareket halindeki halkların kendini ve birbirini örgütlediği bir devrimci değişim süreci anlarından, aşamalarından biridir. Tarihsel süreç bu anların toplamıyla ve sürekliliğiyle gelişiyor. Tarih yazan ise kadınlardır; onların eyleminin sürekliliği, bilincinin aydınlanmasıdır. Jin, Jiyan, Azadî şiarı bir kadın devrimiyle doğmuştur. Bölgeye ve dünyaya yayılma gücünü de buradan alır. Bu diri enerjinin daha da geliştiğine tanık olacağız gelecekte. 

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AKP’ye katılan milletvekili Mehmet Ali Çelebi’ye "Çocuk çok önemli Allah’tan isteyelim, devam. PKK’nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var" sözleriyle başta Kürtleri ve elbette yıllardır da çocuk doğurmak üzerinden kadınları hedef alan bu sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan’ın PKK derken Kürt halkını kastettiği herkesçe malum. Özel olarak Kürt kadınlarını ve onların bedenini kastediyor. Erkek egemen ve şovenist zihniyetin nasıl şirazeden çıktığının göstergesidir o sözler. Kadın bedenin ve kimliğinin apaçık aşağılanması, araçsallaştırılmasıdır. Ülkeyi yönetenlerin kadın gerçeği ve Kürt sorununa bakışındaki temel fikirdir. Bir yanıyla da trajik elbette. Kürt sorununu siyasi olarak çözemeyen, mücadele dinamiklerini de tüketmeyen bir iktidarın Kürt nüfusundan korkar ve kıskanır hale gelmesi ziyadesiyle hazin. Türkle Kürt’ü birbiriyle eşitlik ve demokrasi temelinde kaynaştırmayı değil de çocuk ve üreme sayısında yarıştırmayı savunan bir “erk kişi”, zaten kendisi kısırlaşmıştır. Bu siyasi kısırlaşmanın sonucu ırkçı ve cinsiyetçi saçmalamalar şeklinde dışavuruyor. 

Dikkat çeken başka bir nokta da Türkiye’de rejim ve tek adam söyleminin geçmişteki klasik faşizmle daha fazla benziyor oluşu. Kadın bedeni üzerinden açık tahakküm, nüfus ve demografi operasyonları, istenmeyen toplumsal kesimleri seyreltme ve kendi “insanını” üretme faaliyetleri tarihin kara sayfalarında kalmadı ne yazık ki. Memleketi yönetenlerin zihniyetinde ve icraatında yaşıyor.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.