Savaşa karşı ortak yaşamı savunmak!
Demir ÇELİK yazdı —
- Siyaset belgesini emir telaki eden Kılıçdaroğlu, Alevi olduğu halde; “…Allah bu mübarek ayda, Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” demeyi görev bilmiştir.
Türk devleti bir kez daha, Medya Savunma Alanları’nı işgale kalkıştı. 2021 Şubat’ın da Gare’ye dönük işgal saldırısı sonuçsuz kalınca, 24 Nisan 2021’de daha büyük bir güç ve daha ayrıntılı bir planla Zap, Metina ve Avaşin’e saldırıda bulunmuştu, Türk devleti. Sekiz ay boyunca karadan ve havadan devam eden bu işgal saldırısının yerel gücü; KDP’ye bağlı Roj Peşmergesi olmuştu. 2022 baharında yeni bir operasyonunun olacağının konuşulduğu son haftalarda, önce Federe Kürdistan Bölgesi Başkanı Nêçîrvan Barzan’i, sonrasında da bölgesel yönetim Başbakanı Mesrur Barzan’i Erdoğan tarafından ağırlandı.
Uluslararası ve devletler arası görüşmelerde esas kadar usulde önemlidir. Görüşmenin tarafları, karşılıklı nezaketi elden bırakmadıkları bu görüşmelerde, eşit statü sahibi oldukları ön kabulü ile hareket ederler. Ülke bayrakları önünde yapılan görüşmelerde kürsü ve oturma pozisyonları uluslararası görüşmelerin ruhuna uygun olarak ayarlanır.
Halbuki gerek Nêçîrvan Barzani, gerekse Mesrur Barzani görüşmesinde uluslararası norm ve kurallar geçmişte de işletilmemiş, bu yeni görüşmelerde de işletilmedi. Görüşmeler de bulunan her iki Kürt lidere de sömürge valisi muamelesi çekilmiş, MİT Müsteşarı ile denklik dayatılmıştır. Irak Anayasasında Kürdistan Bölgesel Yönetim statüsü güvence altında olup, devletçi sistem tarafından statüsü tanınan ve dikkate alınan konumdadır. Uluslararası güçlerin meşru olan bu statüyü tanımalarına karşın, Türk devletinin statüye yaklaşımı; dün olduğu gibi bugünde kendi stratejisine yedekleme anlayışıdır. Ulus devletin inşası dönemindeki Kürt ve Kürdistan karşıtlığı stratejisi ile hareket eden AKP-MHP faşist iktidarı ve Erdoğan, bu strateji gereğince Federe Kürdistan Bölgesi’ne yaklaşmaktadır. PKK’nin mücadelesi olmazsa, bırakınız görüşmeler, 2017 bağımsızlık referandumu sırasındaki saldırgan, irade kıran, ekonomik ve diplomatik ambargoları da aşan ölçekte kendilerine savaş gerekçesi yapacakları açık olan bir durumdur.
Bunu hem uzun geçmişten, tarihten hem de son yüzyılda Kürtlere yaşatılanlardan biliyoruz. Türk devlet geleneğinde devlet ve iktidar mutlaktır. Devlet ve iktidar için baba oğlunu, oğul babasını, kardeş kardeşini katletmeyi görev bilmiştir. Osmanlıda yaşananları bir yana bıraksak bile, yakın tarihe baktığımızda da bu zihniyeti görmek mümkündür. Devlet ve iktidar için başbakanını, bakanlarını idam eden, cumhurbaşkanını zehirlemeyi görev bilen Türk devlet geleneği, çıkarı olmazsa bırakınız resmi görüşmeleri, Kürt’e selam bile vermez.
Nasıl ki Yavuz, Kürt Alevilerin katliam ve kırımında İdris-i Bitlisi’yi kullanmış, Abdülhamid de Hamidiye Alayları aracılığıyla başta gayri Müslimler olmak üzere Alevilerin kırımında Kürtleri kullanmayı kendisine hak görmüşse, bugünün iktidar sahipleri de direnen ve ulusal demokratik hakları için mücadele eden Kürt’e karşı Barzani ailesini ve onun iktidar gücünü kullanmaktadır. Barzaniler ikbal ve iktidarları için Türk devletinin kendilerini kullanmasına razı olabilirler, rızalık verebilirler. Ancak dört parça Kürdistan’da 50 milyon Kürt, buna itiraz ediyor, haklı ve meşru talepleri için mücadele edenlerin yanında olmanın onurunu taşıyor.
Türk devleti, aynı yöntemi Kürt Alevileri üzerinden de yürütmektedir. Kaset operasyonu ile Kemalist derin devletin siyasal aktörü Deniz Baykal’ı CHP genel başkalığından uzaklaştıran özel savaş aygıtı, Alevileri Kürt mücadelesinden uzak tutmak için Kürt ve Alevi Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin genel başkanlığına oturtur. On iki yıldır CHP genel başkanı olan Kılıçdaroğlu, Kürt ve Alevi kimliğine sahip çıkmamış, her iki kimliğin değerlerine hep sırtını dönmüştür.
AKP’nın sınır ötesi operasyon teskerelerine olur veren, “Anayasaya aykırıda olsa dokunulmazlıklara evet diyeceğiz.” diyerek faşizmin kurumsallaşmasında olma ‘şerefine’ nail olan bir kişiliktir. Devletin kurucu iradesiyim diyen CHP’nin başına Kürt Alevi birisinin getirilmesine rızalık veren, on iki yıllık başarısızlıklarına rağmen bunda ısrar eden özel savaş aygıtı, 30 Ekim MGK’un siyaset belgesinin gereklerince hareket etmektedir. Siyaset belgesini emir telaki eden Kılıçdaroğlu, bu nedenle Alevi olduğu halde; “…Allah bu mübarek ayda, Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” demeyi görev bilmiştir. Hem mübarek ay deyip Ramazan’ı kutsayacaksın. Hem de kutsal gördüğün bu ayda mazlum halka karşı yürütülen savaşı alkışlayacaksın.
Halbuki 72 milleti bir nazarda biliriz diyen Alevi düsturuna göre, Alevi Kılıçdaroğlu savaşa karşı barışı dillendirmesi gerekirdi. Keza canlı- cansız tüm varlıklarla ikrarlı olduğunu söyleyen Alevi anlayışı; cümle varlıkları eşit haklar sahibi, ‘Bir’ e, bütüne ulaşmanın olmazsa olmazı gören anlayıştır. Aslını inkâr eden, egemenin ve zalimin iktidarı ve çıkarı için Pîr Sultan’ı asan Hızır Paşalardan biliyoruz ki, kendisi olmayanın, zalimin hizmetçisi olması büyük olasılıktır.
Zalime karşı mazlumun yanında olma onurunu taşıyan Aleviler, nasıl ki tarih boyunca ne şah, ne padişah, ne de kral tanımamışlarsa, bugünün iktidar tapıcılarına karşı mazlumun yanında olmayı görev bilmelidirler. Mazlum; iktidarın zor aygıtının baskı ve sömürüsüne maruz kalandır. Mazlum; dili, kimliği, kültürü ve inancı inkâr edilendir. Mazlum; farklılıkları nedeni ile katledilen, katliam ve soykırımlara uğratılandır. Zalim ise inkâr eden, katliam ve soykırımı yürütendir. Asimilasyon ile farklı halklara ve inançlara ‘Türk Sünni İslam’ olmayı dayatandır. Bunun ayırdında olmayanların, bırakın Kürt ve Alevi sorununu çözmesi, çözümsüzlüğün parçası olmaktan başka bir işlevi olmaz.