Sokağın toplumsallığı, evin yalnızlığı
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Distopyaya tanık olmak istemiyorsak, ütopyaya ve onun gerçekleşme ümidine daha güçlü sarılmalıyız. Zira, "Ümit, ancak onu gerçek kılacak eylemle, militan bir iyimserlikle meşru olabilir."
Leyla Roj NURHAK
Çoğumuz eskiye özlem duyarız. "Nerde o eski arkadaşlıklar, nerde o eski bayramlar, nerde o eski günler, nerde o eski cadde ve sokaklar, peki ya o sokakların sesi?"
Nedir bu eski? Özleniyorsa neden eskimiştir, niçin eskittik ve eksilttik o günleri?
Geçmişe duyulan bu özlemli cümleler kurulduğunda hep bunu düşünmüşümdür. Nostalji yapmayı seviyor muyuz yoksa gerçekten "eski" dediğimiz o anılarla yüklü geçmişin dokusu, ruhu, tadı farklı mıydı?
Değişen ve dönüşen her şey olumluya tekabül etmiyor demek ki. Değişen şey gerilemeyi, yani değişenin olumsuz yöne evrilmesini beraberinde getiriyor bazen. Bu çağımız açısından çok daha geçerli bir durum. Teknoloji çağı olarak tanımlanan içinde yaşadığımız bu "ilerleyen devranda" anlam kaybına uğrayan, dejenere olan, bencilleşen, teması kesen o kadar çok şey var ki. Üstelik çoğu da kontrolümüz dışında bizlere aşılanıyor, tıpkı bir salgın hastalık gibi toplumun her kesimine arsızca hücum ediyor. Sonrası ise gönüllü bir teslimiyet; ruhun iflası, bedenin iflası, bireyin ve toplumun hazin çöküşü…
"Utanması kalmamış bu çağın" derken doğru demiş bir devrimci büyüğümüz ve yüzün kızarmasını bu dönemin en kutlu erdemleri arasında sıralamış. "Uygarlaşma barbarlaşmadır" diye devam ederken, kapitalist uygarlığın büyük bir 'kıvançla' bizlere sunduğu 'teknolojik gelişmelerin' bizlerden alıp götürdüklerinin geride bir 'insanımsı posa' bıraktığına dikkat çekmiş.
Düş kuramayan bir nesil
Etrafımıza biraz bakalım hep birlikte. Gerçekten ruhu hırsızlanmış ve posaya dönmüş ne çok insan var. Biraz canlı kalabilenler ise işte şu yukarıda bahsettiğimiz geçmişin suyundan içebilenler. Günümüz teknolojisi bize distopik bir gelecek kurgulatmaktan öteye gitmiyor. Özellikle yeni kuşakların gelişimine tanık oldukça kapıldığımız korku sırtımızdan soğuk terlerin boşalmasına sebep oluyor.
Bakalım hele bir çocuklarımıza, yeğenlerimize, komşu çocuklarımıza; ellerine tutuşturulan telefonlar, tabletler, oyun konsolları onları koca bir yalnızlık deryasına sürüklemiyor mu?
En korkunç olanı ise artık düş kuramayan bir nesil ile karşı karşıya olmamız. Hayalleri yok bu çocukların, birbirlerine anlatacakları anıları yok. Çünkü sadece son hız önlerinde akıp giden görüntüleri boş ve kızarmış gözlerle izliyorlar.
Sokağa çıkabilen, arkadaşlarıyla oynayan, sınırlı sayıda oyuncağı olan fakat buna rağmen mutlu olabilen çocukların hayal dünyası mı büyüktü, yoksa günümüzde evin içine sıkıştırılmış, önüne tonlarca oyuncak dökülmüş ama her biriyle oynamaktan sıkılmış, içine kapanık, ürkek çocukların hayal dünyası mı?
Sokaktaki çocuğun psikolojisi mi sağlıklıydı, yoksa her şeyin önüne hazır sunulduğu eve hapsolmuş çocuğun mu?
Eline birer tablet ya da telefon tutuşturduğumuz çocuklardan iyi bir gelecek beklememiz çoklu çelişkiyi içinde barındırır. Çünkü o çokça bahsini ettiğimiz geleceğe karşı korunaksızdırlar. Yol bilmez, iz süremezler. Çünkü bunu deneyimlemişlerdir, sadece işte o telefonlardan izlemişlerdir. Bu çocuklar karakter oluşturamazlar, topluma dahil olamazlar ve öz güvenlerini yitirmeye meyillidirler.