Sovyetlerde Kurmanclıktan Kürtlüğe iki kuşak

Dosya Haberleri —

İbrahim Bulak

İbrahim Bulak

  • Müslüman Kürtlerin ulusal bir figür olmaya aday liderleri Êzîdî Kürtler için Êzîdîleri katliamdan geçirmiş bir kişidir ya da onun ailesindendir. O yıllarda her Kürt’ün bir şekilde üzerine ortaklaştığı bir Kürtlük yok en azından Sovyetlerdeki Kürtler için böyle.
  • Üçüncü bir kuşak yok. Belki Rusya, Ermenistan, Gürcistan veya Azerbaycan’da Kürtçe yazan ve önceki iki kuşağın külliyatına ilgi duyan bireyler var. Fakat bunlara ilk iki kuşaktaki gibi bir kuşak diyemeyiz. Sovyetler zamanında ulusal aidiyet ve dil belirleyiciydi. Özelikle Kürtçe ile güçlü bir bağ vardı.
  • Sovyetlerde yaşayan Kürtler ile Kürdistan veya sürgünde yaşayan Kürtler arasında ilişki 30’lı yıllardan beri var. Celadet Bedirxan, Hawar dergisinde kendisine Riya Teze ve birkaç Kürtçe kitap gönderildiğini yazar. En büyük etkiyi edebi alanda Cegerxwîn yapıyor.

Lîs yayınlarında çıkan Nûrî Hîzanî’nin Şewqa Sibê adındaki kitabını yayına hazırlayan İbrahim Bulak ile konuştuk.

ERKAN GÜLBAHÇE

Geçenlerde Lîs yayınlarında çıkan Nûrî Hîzanî’nin Şewqa Sibê adındaki kitabı, ilk modern Kürtçe öykü kitabı olması özelliğiyle dikkat çekti. Kitabı yayına hazırlayan İbrahim Bulak’ın Sovyetlerdeki Kürt edebiyatının ilk kuşağından bir yazar dediği Nûrî Hîzanî, Kürt değil bir Ermeni’ydi. İbrahim Bulak daha önce de 2019 yılında Sovyetlerdeki Kürt edebiyatının ikinci kuşağından bir şair olan Mîkaêlê Reşîd’in üç kitabını yayına hazırlamış ve bu çalışma tek kitap halinde Belkî yayınlarından çıkmıştı. Bu son kitap vesilesiyle Sovyetlerde Kürt edebiyatında kuşaklar, o kuşakların Kurmanclık-Kürtlükle ilişkileri ve Sovyetlerdeki Kürt külliyatına ilişkin araştırmalarda Sovyet karşıtı söylem üzerine Bulak’la konuştuk.  

Sovyetlerdeki Kürt edebiyatı kaç kuşaktan oluşuyor?

Daha önce birinci kuşaktan Nûrî Hîzanî ve ikinci kuşaktan Mîkaêlê Reşîd’le ilgilendiğim için iki kuşağı biraz da olsa tanıyorum. Sovyetlerdeki Kürt edebiyatı iki kuşağa ayrılıyor diyebiliriz. Birinci kuşak Osmanlı zamanında Kürdistan’da doğmuş, sonradan 'Rev’ (Kaçış) dedikleri süreçte 'Welatê Ûris’a (Rus diyarı) peyder pey geçmiş çoğunluğu yetim büyümüş bir kuşak. Bunların çocukluğu doğdukları köyde geçmiş olmasına rağmen okul hayatına Sovyetler zamanında başlamışlar. Tabii Ahmedê Mirazî gibi istisnalar var. Êzîdî olan Ahmedê Mirazî Osmanlı döneminde 5. sınıfa kadar okur, 1918 yılında da Tiflis’e geçer. Birinci kuşak için 30’lu yıllardan başladıkları yazım hayatında bu kuşak için Kürtçeyi var gücüyle ayakta tutmaya çalışan bir kuşak diyebiliriz. Bu kuşağın edebi eserleri kısmen otobiyografik özellikler taşısa da daha çok pastoral öğeler ve Kürt toplumunun sosyal sorunlarına odaklanan konular içeriyor. Sovyet eğitimiyle sosyalleşmiş ve dünyayı tanımışlar. Aynı zamanda yeni devrim olmuş bir coğrafyada Kürt toplumuna öncülük yapmışlar. İçlerinde hem Êzîdî hem Müslüman Kürtler var. Kurmanclık ise ortak kimlikleri. 

İki kuşaktan Kürt aydınları aynı karede-1982

Kürtlük değil yani Kurmanclık. Kurmanclık onlara yettiği için mi Kürtlük düşüncesi gelişmemiş?

Evet Kurmanclık. Çünkü Kürtlük henüz gelişmemiş. Aslında gelişmesinin koşulları yok. Bu Kurmanclık sosyal ve kültürel bir kimlik, içinde yalnız Kürtler yok. Söz gelimi Kürt olmayan ancak Kürtçe bilen Ermeni ve Süryani aydınlar da kendilerini bu kimliğin içinde görmüşler ve dilin gelişimi için çalışmışlar. Zaten o dönemde yayınlarda dil kategorisinde 'Kürtçe bölümü' denilmiyordu 'Seksia Kurmancî' yani Kurmanci bölümü deniliyordu. Hakeza o dönemin metinlerinde de Kürtlerden bahsedilirken çoğu zaman Kürt değil Kurmanc denilir. Sovyetlerin dinin kamusal alanda görünür olmasına sıcak bakmayan politikasının da etkisi var. Kürtlük gelişmediği için geriye kendilerini tanımlayacak en güçlü kimlik Kurmanclık kalıyor. Bir de entellektüel alanı oluşturan yekunun çoğunluğu Kürt olmayan Ermeniler ve Êzîdî Kürtler oluşturduğu için farklı bir duygu dünyası var. Kastım şu, Mesela Müslüman Kürtlerin ulusal bir figür olmaya aday liderleri Êzîdî Kürtler için Êzîdîleri katliamdan geçirmiş bir kişidir ya da onun ailesindendir. Ya da Êzîdîlerin lider olarak gördüğü bazı isimler Müslüman Kürtler Osmanlı devleti saflarında savaşırken aynı zamanda onlara karşı savaşmış. O yıllarda her Kürt’ün bir şekilde üzerine ortaklaştığı bir Kürtlük yok en azından Sovyetlerdeki Kürtler için böyle. Zaten Kürtlük dediğimiz şey zamanla şekillenen bir şey ve hala şekillenmeye devam ediyor. Sovyetlerdeki Kürtler bağlamında ulusu inşa edilmiş bir toplumsal form olarak düşünürsek orada henüz inşa süreci başlamamıştı. Bu yüzden ulusal kimliği, toplumsal ve kültürel bir kimlik olan Kurmanclık ile doldurmaya çalışmışlar. Burada dil ile yani Kurmancî ile müthiş bir bağları var. O kadar azimle ve istekle bu dil için çabalıyorlar ki insan hayret ediyor motivasyonları ne olursa olsun o şartlarda Kurmancî fizik, matematik ders materyalleri hazırlamak, öyküler, romanlar yazmak kolay değil.

İkinci kuşağın Kürtlükle bağı nasıl? Kürtlük fikri gelişiyor mu?

İkinci kuşak 50’li yıllardan itibaren eli kalem tutmaya başlayan hevesli ve meraklı bir kuşak. İkinci Dünya Savaşı’na katılmamış ama çocuk veya çok genç yaşta şahitlik yapmış. Bu kuşak önceki kuşak gibi dilin kendisini yaşatmaktan ziyade estetik kaygısı güden, eserin güçlü olması için uğraşan bir kuşak. Bu kuşakta Kurmanclıktan çok Kürtlük ön planda. Kürdistan’ı hiç görmemelerine rağmen, doğrudan bir bağı olmamalarına rağmen oraya dair çok güçlü bir özlemleri var. 'Weten’ (Vatan) bir yandan Sovyetler bir yandan da romantize edilmiş ata yurdu olarak Kürdistan. Bir de Kürdistan’da savaş var, zulüm var buna sessiz kalmak istemiyorlar. Sovyet vatandaşı olmalarına rağmen ulusal kimlik arayışları var. Bu kuşağın eserlerinde Kürdistan’a rastlamak mümkün. Bunda Mele Mustafa Barzanî öncülüğünde Güney Kürdistan’da ortaya çıkan hareketin etkisi var. Zaten Mustafa Barzanî bir süre Sovyetler’de sürgünde kalıyor. Eylül Devrimi denilen (1961-1970) yıllar aralığında savaşın Irak devleti ile KDP arasındaki savaşın kızışması ile bu kuşak ile Kürdistan arasında güçlü bir bağ oluşur. Bir de çoğu Riya Teze gazetesinin mutfağından geçtiği için bir biçimde gazetecilikle de ilişkili ve bu onların ilgisini sürekli canlı tutan bir role sahip. 

Biraz da üçüncü kuşaktan bahsedelim, üçüncü kuşağa ne oldu, nasıl bir karakter aldı?

Üçüncü bir kuşak yok. Belki Rusya, Ermenistan, Gürcistan veya Azerbaycan’da Kürtçe yazan ve önceki iki kuşağın külliyatına ilgi duyan bireyler var. Fakat bunlara ilk iki kuşaktaki gibi bir kuşak diyemeyiz. Sovyetler zamanında ulusal aidiyet ve dil belirleyiciydi. Özelikle Kürtçe ile güçlü bir bağ vardı. Sovyetlerin dağılmasında sonra dört bir tarafa dağıldılar sadece coğrafik olarak değil sosyal ve politik olarak da. Şimdi söz gelimi bir taraftan Êzîdîlerin Kürt olmadığını ayrı bir millet olduğunu hatta dilinin de Êzîdîce dininin Şerfedîn olduğunu savunanlar var. O kadar Kürtlük ile arasına mesafe koyma çabası var ki bu gruplarda mesela bu Êzîdîce dedikleri aslında Kurmancî olan dilin eğitimini bile Kiril alfabesiyle yapıyorlar. Zaten Ermenistan’da resmiyette Kürtler ve Êzîdîler iki ayrı millet. Bu gruplar dışında Êzîdîlerin Kürtlerin orijini olduğunu savunanlar gruplar da var. Azerbaycan’daki Kürtler zaten büyük oranda asimilasyona uğradı. Onlarda da Azerbaycan devletinin politikaları sonucu oluşmuş korkunç bir Ermeni karşıtlığı var. Bazen basına da yansıyor Dağlık Karabağ savaşında Ermenistan tarafında da Azerbaycan tarafında da ölen Kürt askerleri var. Çok parçalı bir Kürt toplumu var yani Sovyetler zamanı gibi bir arada yaşayan ortak bir paydada buluşan bir toplum yok artık. 

Soldan sağa Karlênê Çaçanî, Xelîlê Çaçan, Mîroyê Esed, Emerîkê Serdar ve Hecîyê Cindî- 1978

Bu iki kuşak Sovyetler zamanında ortaya çıktı. Üçüncü kuşağın oluşmamasında Sovyetlerin dağılmasının rolü var diyebilir miyiz?

Evet, elbette. Zaten ikinci kuşaktan hala hayatta olan yazarlar, aydınlar bunu söylüyor. Çünkü Kürtçe basın ve yayın devletin teşviki ve denetiminde gelişiyordu. Fakat ben bir konuya dikkat çekmek istiyorum, bu kuşak konusu dışında Sovyetlerin dağılmasından sonra peyderpey Kürt araştırmalarına ilgi duyan bazı kesimlerde anti-Sovyet bir söylem gelişti bu Sovyetlerdeki Kürt külliyatına dair yapılan araştırmalara, tartışmamalara da sirayet ediyor. Mesela Riya Teze devletin gazetesiydi, dili Kürtçe idi ama Kürtlerin değildi. Erivan Radyosu da hakeza öyle. Devletin kontrolü bu yayınlar üzerinde sıkıydı. Ama bu şu anlama gelmiyor ki tümüyle bir sansür mekanizması işliyordu. Bugün diyelim Avrupa’da ve ABD’de Kürtçe yayın yapan radyolar var, kuruluşlar var, bunlar her istediğini haber yapabilir mi? Rahatça Kürdistan diyebiliyor mu? Bu devletlerin Kürtlere yönelik siyasetinin dışına çıkabilir mi? Zaten bunlardan bazılarının yayınlarına baktığında sanki Kürtlerin hayatı kültür-sanattan ibaret gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Bu anti-Sovyet söylemin kullananlar da tuhaftır sürekli objektiflik, tarafsızlık üzerine vaazlar vermeyi de seviyor.

Mesela tarihte bir Kızıl Kürdistan tecrübesi var. Bu mesele şimdilerde öyle bir anlatılıyor ki sanki Sovyetler işi gücü bırakıp Kürtleri nasıl güçsüz bırakabilirimin derdine düşmüş ve bu yapıyı böylece ilga etmiş. Ben bunu mesela biraz 1992’de Kızıl Kürdistan’i ihya etmeye çalışan dönemin şahitleriyle de tartıştım. Kızıl Kürdistan Sovyetler için idari bir meseleydi belki politik bir yanı olabilir ama bu çok azdır. Bu politik yanda da Azeri milliyetçilerinin etkisi vardı. Zaten bu Kızıl Kürdistan’a dair üretilen hikayelerin çoğu da Sovyetler dağıldıktan sonra ortaya çıktı. İşte bu anlatıya göre de Kızıl Kürdistan, Kürtler için ulusal bir kazanımdı ve Sovyetler de bunu diğer devletlere karşı bir silah olarak kullanmış. Oysa Kızıl Kürdistan’ın kurulduğu zaman az önce de biraz bahsettim henüz orda gelişmiş bir Kürtlük bilinci yok. Bir de Kızıl Kürdistan’ın [1923-1929] ortadan kaldırılması için özel olarak çıkarılmış bir yasa yok, yapılan bir takım idari düzenleme ve değişiklerden nasibini almış. Bazen o kadar saçma şeyler söyleniyor ki insan şaşıp kalıyor, mesela İkinci Dünya Savaşı yıllarında, arifesinde, sonrasında Kürtçe kitap-yayın çıkmamasını da Sovyetlerin Kürt politikasına bağlamak cahillikten veya her şeyin merkezine Kürtleri koyup dünyaya oradan bakan içi kof bir anlayıştan başka bir şey değildir.

Günümüzde kullandığımız söylem ve çok özgün sandığımız fikirler de çağın egemen ideolojisinden bağımsız değildir. Bir zamana kadar Kürt okur yazar kesimi arasında sol-sosyalist fikirler diğer ülkelerde olduğu gibi itibarlı iken özellikle 2000’ler sonrası neredeyse başımıza ne geldiyse sol-sosyalizmden geldi ağıtları yükselmeye başladı. Belki sol düşünceler ile tanışmasaydılar hiç tanımayacağımız insanlar bir zaman sol ve sosyalizmle haşır neşir oldukları için nedamet getirmeye başladılar. Bu kişinin tercihidir anlaşılır ama Kürtler adına yazıp çizen kesimlerin bu ruh hali eserlerine de yansıyor, onları takip edenleri de etkiliyor, sorun olan bu.

Tam tersi bir yaklaşım da var mesela. Kürt külliyatının içinde Sovyet övgüsünün olduğu eserleri öne çıkartan Türk solundan bir güruh da var. Oradaki hikaye de kısaca ‘zavallı Kürt’, ‘lütufkar Sovyet’ bağlamında. Kürtçe eserleri araçsallaştıran bu güruh için de Kürtçe sadece Sovyet propagandasını pekiştiren bir unsur. 

30’lu yıllarda Celadet Bedirxan’ın çıkardığı Hawar dergisi var ve sonrasında hem Avrupa’da hem Kürdistan’da yeni kuşak Kürt yayıncıları edebiyatçıları çıkıyor. Bu iki ekol arasında bir ilişki var mı? 

Sovyetlerde yaşayan Kürtler ile Kürdistan veya sürgünde yaşayan Kürtler arasında ilişki 30’lı yıllardan beri var. Celadet Bedirxan, Hawar dergisinde kendisine Riya Teze ve birkaç Kürtçe kitap gönderildiğini yazar. Edebiyat kanalı dışında Wezîrê Nadîrî, Mehmedê Siloyê Bava gibi Sovyet adına Kürdistan’da bulunmuş diplomatlar da vardır. Fakat en büyük etkiyi edebi alanda Cegerxwîn yapıyor. Cegerxwîn’in 50’li yıllardan başlayarak Sovyet Kürtleri arasında çok büyük etkisi var. Aslında Cegerxwîn’in Kürt uluslaşmasında çok büyük bir etkisi vardır ama bu ayrı bir konu. Siyasi alanda ise Mustafa Barzanî önderliğindeki Kürt hareketi büyük bir etki yapıyor. Bu hareket ile şiirlerinde Kürdistan daha görünür hale geliyor. Ulusal olarak bir aidiyet hissi oluşur. 60 ve 70’li yıllarda Avrupa’da yaşayan Kürtlerin oradaki Kürtlerle kurduğu ilişkiler var. O yıllarda neredeyse bütün Kürt örgütlerinin kendilerini sol ve sosyalist olarak tanımladığı için şimdiki gibi Sovyet karşıtı bir söylem de yok. Maocu grupların Sovyet karşıtlığı var ama bu başka bir hesaplaşma. Sovyetlerin en güçlü savunucuları sonradan PSK adını alacak o zamanki adıyla TKSP’dir. [Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi] Kürt siyasetinde en çok Sovyet taraftarlığı yapan bu grup, Sovyetlerde yaşayan Kürtlerle daha rahat ilişki kurabiliyorlardı. Söz gelimi ta 1979’da TKSP’ye ait Özgürlük Yolu yayınları Eskerê Boyik’in şiirlerini Türkçe-Kürtçe yayımlar. Diğer örgütler de daha çok Avrupa’daki üyeleri aracılığıyla onlara ulaşır ve eserlerini dergilerde veya kitap olarak yayımlar. Bu yeniden yayımlama işi şimdi de devam ediyor, birçok eser yeniden yayımlanıyor Türkiye’deki Kürt yayınevleri tarafından. 

Peki bu eserler hak ettiği değeri görüyor mu diğer Kürtler tarafından?

İlgi var. Özellikle onlar da Serhatlı olduğu için Serhatlı Kürt okur yazarlar takip edebildiğim kadarıyla ilgili. Biraz da Serhat Kürtleri Kuzey’de modern Kürtçe yazına geç giriş yaptığı için Kafkas Kürtleri üzerinden geçmişle aralarında entelektüel bir köprü kurmaya çalışıyorlar. Mesela artık Türkçe olan veya Türkçe'nin yapım, çekim ekleri taşıdığı için kullanılmak istenmeyen Kürtçe, tabiri caizse tedavülden kalkmış sözcükleri bile onların metinlerinde gördüklerinde yeniden hevesle kullanmak istiyorlar. Nihayetinde orda yazılmış kitaplar da birer edebi eser. Fakat bazen Sovyetler zamanında yaşamış Kürt edebiyatçılarını eserleri üzerinden kusursuz ve günahsız bir figüre dönüştüren, abartılı övgülerle de karşılaşıyorum. Ne için övdüğü de pek anlaşılmıyor, doğrusu övenin kendisi de belki neden övdüğünü bilmiyor. Sanki onların yazdığı her şey eleştiriden, edebi sorgulamadan muaf sadece minnettar kalıp, kutsamamız gereken metinlermiş gibi. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.