Suç yok talimat var

Dosya Haberleri —

Halit Karahan

Halit Karahan

Sosyolog Halit Karahan ile Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının çalışma alanlarının siyasi iklimden nasıl etkilendiğini ve Göç İzleme Derneği davasını konuştuk...

  • Suç yoktu, belli ki bir talimat vardı, bizi tutuklamak niyetindeydiler. Çalışmalarımızdan rahatsızdılar. Bilimsel bir şekilde bilgi üretimini istemiyorlar. Sahaya çıkıp veri toplayıp bunu raporlaştırılmasından rahatsız oldular.
  • Kesinlikle hukuka dayanacak bir şekilde bir yargılama değildi. Mahkeme süreci de öyle, gözaltı ve mahkeme süreci bunun kanıtı. Birileri devletin bütün imkanlarını kendi menfaatleri için hukuku hiç düşünmeden kullanabilmekte.
  • Esas sorunlardan biri de Kürt meselesi buna yönelik çalışma yürüten sivil toplum kurumu oldukça az. Maalesef riski göze alan tutuklanma cezalandırma, davalarıyla boğuşma riskini göze alan bir avuç insan var, onlar üzerinden yürüyor.

ARAM PİRO

Türkiye bir taraftan seçim gündemiyle meşgulken diğer taraftan hak savunucularına yönelik baskı artarak devam ediyor. Türkiye’nin hak ihlalleri tablosunun kabarık olduğunu belgeleyen sivil toplum kuruluşlarının raporları iktidarın politikalarını ortaya koyuyor. Mültecilere yönelik statü sağlanmayıp devlet politikalarıyla nefret suçlarına zemin hazırlaması, Kürtlerin zorla yerinden edilmesi, hapishanelerde süresi dolmasına rağmen tahliye edilmeyen tutsaklar ve tahliye edilmesi gereken yüzlerce hasta tutsak… Kadınlara ve çocuklara yönelik her türlü şiddetin ve istismarın her gecen gün artarak devam etmesi… Genç nüfusu işlevsiz hale getiren politikalar ve ekolojik yıkımlar...

Kent ve mekan çalışmaları yürüten Sosyolog Halit Karahan ile Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının çalışma alanlarını, siyasi iklimden nasıl etkilendiklerini ve kendisinin de yargılandığı Göç İzleme Derneği davasını konuştuk. 

Çalışmalarınız genellikle kentleşme, göç, mekânsal ve toplumsal değişim gibi konular üzerine. Şimdi de bu çalışmalarınızdan dolayı yargılanıyorsunuz. Toplumsal çalışma nasıl yargılama konusuna dönüştü?

Türkiye’de kent, mekan ve toplum çalışmaları akademik düzeyde görece yeni sayılır. Akademide bazı çalışma sahalarının es geçildiği bariz net, bu da Kürt coğrafyası. Kürt coğrafyasında radikal biçimde toplumsal ve mekansal dönüşümün olmasına rağmen akademide konu olmaması ilginç gerçekten. Ulusal tez araştırma, YÖK merkezi sisteminde tarama yaptığınızda Saraybosna, Filistin ve benzeri birçok yere dair mekânsal çalışmalar var. Ama Türkiye’de Kürt coğrafyasına dair araştırma neredeyse yok, radikal mekânsal toplumsal dönüşümler gerçekleşmiş olmasına rağmen yok. Yapılmışsa dahi riskli görülen bazı noktalar es geçilmiş. Bu konuda akademik çalışmalarımda henüz bir kitap çalışması yapmasamda ilerde bu yönlü çalışmalar yapmayı düşünüyorum. Mekânsal çalışmaları önemsiyorum. Zaten bu bahsettiğim süreci anlamaya çalıştığınız andan itibaren, bir aktör olarak devletin mekana ve topluma müdahalesini araştırmak durumundasınız. Onu araştırdığınız andan itibaren zaten riskli bir zeminde çalışma yaptığınızın da farkında olmanız lazım, ben bunun farkındaydım. Bu türden riskler var, siz hakkıyla gerçekten bilimsel bir çalışma yapmanız gerekiyorsa, devletin planlı müdahalelerini es geçemezsiniz. Bunu öngörüyordum, riskli sonuçta siz aşiretlerle ilgili bir çalışma yapsanız da aynı risk var. 1970’li yıllarda sızdırılmış bir aşiret raporu vardı; kimi aşiretler ve aşiret liderleri mimlenmişti o raporlarda. Bu rapora ulaşmıştım ki herkes de ulaşabilir bu raporun kaynakçasını yazdığım halde o raporun. Bunu iddianameye konu ettiler. Devlet tarafından hazırlanmış, muhtemelen istihbarat tarafından hazırlanan aşiretlerle ilgili aşiretleri damgalayan bir raporun kitabına ulaşmıştım. Aynı rapor 2000’e Doğru dergisinde yayınlanmıştı. Bunun bilincinde olmak veya bunun bilgisine ulaşılıyor olmak bile tehlikeli görülüyor.

Devlet kendi bilgisini mi yargılama konusu yaptı?

Aynen devletin resmi kütüphanelerinde bu bilgiler mevcut; aşiretlerin çeşitli liderlerinin ailelerin ve çeşitli kabile isimlerinin damgalandığı bir rapor bu. Şeyh Sait isyanına destek verdi, tarafsız kaldı, devlet yanlısı veya devlet düşmanı olarak aşiretleri kategorize etmişlerdi. Bu rapora ben İslam Araştırmaları Merkezi kütüphanesinden ulaşmıştım, internet üzerinden de bu rapora ulaşılabilir. Kaynak yayınları tarafından ve 2000'e Doğru dergisi tarafından da yayınlanmış. Bu raporun bazı sayfalarını tezimde işlemek üzere not almıştım. Bunu bile almışlardı. Halbuki devletin kütüphanesinde bu rapor var. Resmi bir kitabın notunu almak bile suç. Yani burada bir refleks var. Aynı refleks bizim muhataplığımız üzerinde tekrardan kendisini, ortaya çıkardı. Akademik çalışmaların dışında iftiralar vardı. Suç yoktu, belli ki bir talimat vardı, bizi tutuklamak niyetindeydiler. Çalışmalarımızdan rahatsızdılar. Bilimsel bir şekilde bilgi üretimini istemiyorlar. Sahaya çıkıp veri toplayıp bunu raporlaştırılmasından rahatsız olan bir kesim var. Ve bunlar bu çalışmaların yapılmaması için kamusal gücü keyiflerine göre kullanmakta bir bahis görmüyorlar. Biz böyle bir yaklaşımla karşı karşıya kaldık. Kesinlikle hukuka dayanacak bir şekilde, bir yargılama değildi. Delil toplamada aynı şekilde öyle. Mahkeme süreci de öyle, gözaltı ve mahkeme süreci bunun kanıtı. Birileri devletin bütün imkanlarını kendi menfaatleri için hukuku hiç düşünmeden kullanabilmekte.

Gözaltı sürecinde işkence veya kötü muameleye maruz kaldınız mı?

Kaldık tabi, zaten evden alınışımız bile başlı başına bir işkence ve hukuk ihlali. Bizim ne iş yaptığımız belli üniversitedeyim, kütüphanedeyim veya dernekteyim, emniyete çağırsalardı herkes ifade veremeye giderdi. Kimse kanun kaçağı değil, kimsenin gizli saklı yaptığı bir iş yok. Bizim ne iş yaptığımız belli yayınladığımız raporlar belli. Sabah saat 5’te koç başıyla kapıları kırmak tam bir çete pratiği. Yani kapıyı açacağım dememe rağmen kapıyı kırdılar. Belli ki bir senaryo yazılmış kapıyı nasıl kıracakları onlara ifade edilmiş. Bir şiddetle dehşeti yaşatma planıyla gerçekleştirildi. Israrla kapıyı açacağım dememe rağmen kapıyı kırdılar. Bütün mahalle ayağa kalktı, uyandı. Burada amaçları belli, çalışmalarımızdan dolayı bize dehşeti yaşatmak, bizi çalışmalarımızdan uzaklaştırmak, soğutmak. Bir diğeri de mahallede hedef haline getirmektir. Hakaretler ettiler, ‘devlet benim’ şeklinde bağırıyorlardı. ‘Susun lan abdestle mi gireceğiz’ diyerek ayakkabılarıyla içeri girdiler. Gerçekten de kendisini devlet sanıyordu. Bu şeklide eğitilmiş ki böyle içeri girmeyi bize karşı hak görüyor. Mahremiyet, konut dokunulmazı, kişi dokunulmazlığı gibi haklar umurlarında değildi. Zaten öyle bir kaygılarının olmadığı da ortadaydı. Elleri tetikte içeri girdiler hayatlarımızı namlulunu ucuna sürme konusunda hiç çekinceleri yoktu. En ufak bir şekilde karşı çıkarsanız daha fazla diretirseniz sizi öldürebilir, böyle pratikleri de çoktur.

Sizin de yargılandığınız Göç İzleme Derneği davasında “Köy yakmaları, zorla yerinden edilme ve Ermeni soykırımı “gibi Türkiye tarihini ilgilendiren konuları üzerine yaptığınız çalışmalar suç olarak görülüp yargılama konusu yapıldı. Bu konunun devlet politikalarıyla ilişkilisine dair ne söylemek istersiniz?

Bazı konuları hür bir şekilde araştırmak, konuşmak gerçekten de bir eziyet, risk almak anlamına geliyor. Göç İzleme Derneği’nin de bu yöndeki çalışmaları ister istemez bazılarını hışmına uğruyor. Çalışmalarından dolayı cezalandırılıyorlar. Literatürde konu ile ilgili binlerce yayın, makale ve kitap var. Kimileri buna tehcir diyor, kimileri soykırım diyor. Mesela Ermeniler, büyük felaket diyor. Bizim yörede Mardin'de, Diyarbakır'da, Urfa ve Êzîdîler de ferman diyor. Süryaniler, Seyfo Rumlar, küçük asya felaketi diyor. Bazı makaleler ve kitaplarda bu ifadeler kullanıyor. Bu yayınlar devletin kütüphanelerinde üniversitelerin kütüphanelerinde de ulaşmak mümkün. Bu kavramı Göç İzleme Derneği üretmiyor, uydurmuyor. Bilimsel araştırmayı siz olgulara dayandırırsınız ve olgulara dayanarak bir bilgi üretirsiniz. Katılmayabilirsiniz, bazılarının hoşuna gitmeyebilir. Ama bilimsel bilgi üretimine de bu şekilde cezalandırarak bir müdahale etme hakkını hiçbir devlette hiçbir kamu yetkilisine uluslararası mevzuatlar da sunmuyor, bu garanti altına alınmış haklardır. Ama farkındayız bilimsel çalışma hakkı ne kadar garanti altına alınmışsa da. Fikirlerini açma ve yayma hürriyeti, yine de bu tür hukuk tanımazlar tarafından cezalara tabi tutulabiliyor. Biz suç olarak görmüyoruz.

Kurdistan kentlerinde STK ve özellikle insan hakları mücadelesi yürüten insanlara yönelik açılan davaların ardı arkası kesilmiyor. Bu durum sosyal çalışmalar yürüten alanları nasıl etkiliyor?

Riskli bir alan olduğu için, bazı konuları konuşmak Türkiye’de gerçekten cesaret ister. Türkiye’de bu riskli alanlarda çalışan STK’lerin bir avucu sadece bu riskli alanlarda çalışma yürümekte. Örneğin Ermeni, Kürt ve Alevi meseleleri ile ilgili çalışma sahaları riskleri barındıran sahalardır. Bilimsel çalışmalar yapmak veya savunuculuk yapmak aynı zamanda devlettin ve kamu gücünün şiddetiyle de çeşitli cezalandırma mekanizmalarıyla da karşılaşması anlamına gelir. Öngörülebilir bu türden operasyonlar, çalışmaların sekteye uğratılması amacını taşıyor. İddianamede Türkiye Cumhuriyeti devletini uluslararası anlamda zor durumda bıraktığına dair ifadeler var. Halbuki alanda saha da ne olmuşsa Göç İzleme Derneği onu yazmıştır. Aynı konular ile ilintili, Birleşmiş Milletlerin, Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarıyla bizim ifade ettiklerimiz çelişmiyor. Muhtemelen bizi gözlerine kestirdiler. Bizim üzerimizden diğer bu konularla çalışan sivil toplum örgütlerine gözdağı verdiler. Tabi ki etkileyecek STK’leri. Olağanüstü bir süreçten geçiyoruz, Türkiye’nin her yerinde suç örgütleri var maalesef. İnsanlar sokak ortasında öldürülebiliyor, insanlarda güven içerinde yaşama duygusunun zedelendiği bir süreçten geçiyoruz. Müthiş bir ekonomik bunalım ve korku var bu durum insanları sindirebilir. Türkiye’de sivil toplum zaten zayıf ve bahsettiğim sahalar ile ilgili çalışan sivil toplum sayısı da az. Gözaltına alındığınız zaman davalarla boğuşturduğunuz zaman o alan elbette zayıflayacak. Örneğin Göç İzleme Derneği’nde 22 kişi gözaltına alınmış, kim çalışacak ki zaten çalışan eleman kalmaz bu durumda. Bir dernekte aktif çalışan kişi sayısı ne kadar olabilir ki. Sahaya giden kimler varsa sosyoloğu, psikoloğu, sosyal hizmet uzmanı, avukatı dernek yöneticisi kim var kim yoksa aldılar. Hepsini almışlardı dernek hiçbir şekilde faaliyet yapamaz duruma getirildi. Hem bize hem de diğer derneklere gözdağı vermeyi amaçlıyordu.

Özellikle hangi konular üzerinde daha az çalışıldığını düşünüyorsunuz? Siyasi iklimin bunda etkisi nedir?

Kürt meselesi ile ilgili çalışmaların oldukça zayıfladığı bir döneme girmiş bulunmaktayız. Şu an sivil toplum kuruluşlarının ezici bir çoğunluğu mültecilere yönelik çalışmalar yürütmekte. Bu eleştiriyi hak eden bir yerde durmaktadır. Şüphesiz Türkiye'ye göç etmiş sığınmacıların yaşadığı sorunlara gözlerimizi kapatamayız, ırkçı bir dalga ile karşı karşıyalar. Bizim de raporlarımızda var, bazı davaları takip ettik ve gündemleştirdik. Esas sorunlardan biri de Kürt meselesi buna yönelik çalışma yürüten sivil toplum kurumu oldukça az. Maalesef az önce ifade ettiğim gibi bu riski göze alan tutuklanma cezalandırma, davalarıyla boğuşma riskini göze alan bir avuç insan var, onlar üzerinden yürüyor.

Son olarak yargılandığınız davanın seyrine dair ne söylemek istersiniz?

Baştan sona kadar iddianameyi okudum. Arkadaşlar da mahkemede ifade ettiler, ‘bir kurgudan ibaret.’ Herkesin çalışma alanıyla ilgili suçla hiçbir bağlantısı olmayan deliller toplanmış. Akrabalarla ilişkileri suç sayılmış, kısacası geldiğimiz coğrafya, içinde bulunduğumuz toplum, ilişkilerimiz ve pratiklerimizin tamamına suç addedilmiş. Bu nedenle bu iddianameye ben de kurgu diyorum. Kurgunun muhayyel sanıkları olduğumuzu düşünüyorum. Eninde sonunda eğer hukukun kırıntısı varsa herkesin beraat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle olması gerekir aksi halde en son nereye kadar giderse gitsin bu işin peşini bırakmayız. AİHM gibi mekanizmalar kullanılması gerekiyorsa onu da kullanacağız. Biz bu araştırmaları tekrardan yapacağız. Toplumsal ilişkilerimizi tekrardan muhafaza edeceğiz. 2012 tarihte Almanya'da öğrenciydim ve bana ailem para göndermişti, o tarihte Göç İzleme Derneği yok. Bu da suç sayılmıştı. PKK davasından yatmayan kaynımı PKK’den yattığı varsayılmış. Benim Göç İzleme Derneği'nden para alıp ona gönderdiğim iddiası da var. Zaten devletin veri tabanına baksalar kaynımın yattığı davanın PKK davası ile alakası olmadığını anlayacaklar. Kasıtlı kötü niyetli çarpıtmalarla dolu.

***

Halit Karahan kimdir?

Sosyolog Halit Karahan, kentleşme, göç, mekânsal ve toplumsal değişim konularında çalışmalar yapmaktadır. "Politik ve Ekonomik Dinamiklerin Sınıfsal ve Mekânsal Yapıya Etkileri: Kızıltepe Örneği " adlı tez çalışmasıyla İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde master yaptı. 18 Mayıs Mahallesi adlı kitabın yazarların da biri olan Karahan, şu an Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünde doktora öğrencisi olarak tez çalışmasını, 21. yüzyılda aşiret olgusunu olarak Bêrtî/Berîtan Aşireti üzerinden yazmaktadır. Göç İzleme Derneği'nde zorla yerinden edilenlerle ilgili saha çalışmaları yapmaktadır. Yine Kürtçenin öğretilmesi ve geliştirilmesi yönünde çalışmaları bulunuyor. Komeleya Lêkolînên Kurdî Dernegi'nde de aktif olarak yer almaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.