Tev-Çand 7. Konferansı, sanat ve sanatçı üzerine

Forum Haberleri —

  • Kürdistan’ı müziğin ülkesi ve Kürt halkını da müzik halkı diye tanımlarsak abartılı olmayacaktır. Özgürlük direnişinin sesi olan sanatçı ise, düşmanın her türlü özel savaşına rağmen sesini yükselten kişidir.

XEBAT MED

7. TEV-ÇAND Konferansı soykırımcı faşist Türk devletinin yoğun saldırılarına karşı çok büyük bir direnişin sergilendiği bir süreçte büyük bir coşkuyla gerçekleşti. Kültür ve sanat alanında yaşadığımız yetmez yanlar, eksiklikler ve hataları açığa çıkaran Konferansımız aynı zamanda bunları aşmanın çok güçlü perspektiflerini de net bir biçimde ortaya koymuştur. Bu anlamda müzik alanında çalışma yapan bir insan açısından bu konferansa baktığımızda bazı değerlendirmeler yapmak mümkündür. Bu çerçevede;

İlk olarak belirteceğimiz konu Önderliğimizin esaretidir. Önderliğimizin yıllardır ağır tecrit altındaki direnişi en temel gündem olmalıdır. Bu direnişi en derinden hissederek sesi olmayı bilecek güç, sanat ve sanatçı olmalıdır. Bu bizim için en temel görev olmaktadır.

Öncelikle sanat ve sanatçı hakikati üzerinde çok ciddi yanılgılı ve hatalı yaklaşımlar vardır. Yani Kapitalist Modernitenin ideolojik bombardımanının etkisinde kalma durumunun yaşandığını söylemek abartılı olmayacaktır. Toplumdan, doğadan, kültürden ve ülke değerlerinden kopuk bir bireyi en büyük özgürlük olarak tanrısallaştıran liberalizm ideolojisi, bu ahlaktan düşüşü gerçekleştirebilmek için önce sanatçıyı ve sanatı bu bütünlükten koparmak gerektiğinin bilincinde hareket etmektedir. Sanatın ve sanatçının insanla, toplumla, doğayla, kültürle, coğrafya ve ülkeyle olan bağı bilinçli olarak koparılmak istenmekte ve tüm bunlardan kopuk ‘sanat sanat içindir’ safsatasının ucube militanları yaratılarak toplum bu yollarla düşürülmek istenmektedir. Bundandır ki, televizyon ve sanal medyanın bütün mecraları adeta her gün yeni bir sözde sanatçı tiplemesi üreterek toplumu bombardımana tabi tutuyor.

Kürdistan açısından değerlendirdiğimizde bu durum kültürel soykırım düzeyinde ele alınmakta ve çok sistematik bir biçimde uygulanmaktadır. Kürdistan’ı müziğin ülkesi ve Kürt halkını da müzik halkı diye tanımlarsak abartılı olmayacaktır. Bu kadar köklü ve yaygın olan müzik Kürdistan’da doğal yaşamın en ayrılmaz bir parçasıdır. Kendi dilini, kültürünü, tarihini, eğitimini, acılarını, sevinçlerini destanlarını ve kahramanlıklarını belki de en iyi ve en güzel bu yolla anlatmıştır, anlatmaktadır. Kuşkusuz sadece müzik değil, birçok kültürel ve sanatsal alan için de aynı durum geçerlidir. Bu nedenle çok güçlü bir kültüre sahip bir halkı yok etmek istiyorsanız, onun kültürünü yok etmeden, eritmeden veya yozlaştırmadan başarmanız mümkün değildir. 

Varlık demek çokluk demektir

Yine sanat ve sanatçılık özü gereği duyarlı, vicdanlı, ahlaklı, şerefli ve onurlu bir eylemdir. Bu özellikleri onu toplumun öncüsü konumuna yükseltmiştir. O halde bunun tam tersi de elbette ki doğrudur. Bu özelliklere sahip olmayan bir kişi sanatçı ve öncü olamayacağı gibi onun eylemi de sanat olarak değerlendirilemez. Hele hele bizim durumumuzdaki bir halk için bu durum kat be kat daha geçerlidir. Yüzyıllardır savaş bölgesi bir coğrafyada savaşarak yaşamış bir halk, son yüzyılda ülkesi 4 parçaya bölünmüş ve soykırım bıçağı altında en büyük acıları ve kahramanlıkları eşine ender rastlanır bir düzeyde yaşayan bir ülke ve halkın sanatı bunları anlatmayacak da neyi anlatacak! Bunun dili olmayacak da neyin dili olacak? Bunları anlatmayan bir “sanat ve sanatçı’ya’’ nasıl duyarlı, vicdanlı, ahlaklı, şerefli, ve onurlu diyebiliriz ki? Böyle kişilere sanatçı ve bunların eylemlerine sanat demek vicdan sahibi, ahlaklı, şerefli ve onurlu tüm insanlara hakaret değildir de nedir? Gerçekten de soykırımcı bu sistem bu tiplemelerle toplum ve onun bütün erdemlerine her gün hakaret etmektedir. Bunu iliklerine kadar hissetmek insan olmanın gereğidir.

Tüm bunlarla bağlantılı olarak bir başka konuda elbette ki kişilik mücadelesi ya da başka bir deyişle iç mücadeleyle oluşma mücadelesidir. Kişilik, benlik ve birey olma hakikatinin toplumla olan optimal dengesiyle sağlıklı var olunabileceği gerçeğinden uzaklaşma ve liberalizmin parçalayan saldırılarından etkilenme vardır. Yani sanki toplumdan kopuk bir birey olabilirmiş gibi bir yanılgı yaşanmaktadır ve bu hem bireyi hem de toplumu kanserleştiren ölümcül bir hastalıktır. Örneğin bir insandaki milyarlarca hücrenin her biri kendi başına benim diğer hücrelerle işim olmaz ben tek başıma da yaşarım derse ne olur, bir düşünelim. O hücrelerin birleşerek oluşturdukları organlar dağılır ve yok olur. Böylece insan diye bir şey kalmaz ve ölür. İnsan ölürse o hücrelerin de yaşam mekânı kalmaz ve ölürler.

Doğa ve evrendeki her şey birleşerek var oldu. Evrende teklik diye bir şey yoktur. Varlık demek çokluk demektir. Anlam bu çokluğun birbiriyle olan ilişkisinin sonucudur. Bu sonuçlar yeni varoluşların anasıdır ve bu denklem hiç bozulmadan devam etmektedir. Bu hakikate saldırmak varoluşa ve anlama saldırmak demektir. İnsan da var oluşunu ve yarattığı maddi manevi her şeyi bu birleşerek var olmaya yani toplum olabilmeye borçludur. İnsan toplumu, toplum da insanı var eder. Bu ilişki koparılırsa toplum da insan da ölür. Bu hem fiziki olarak hem de anlamsal olarak böyledir. Açığa çıkarılarak kazanılmış en büyük erdemler bu ilişkinin manevi sonuçlarıdır. Ahlak gibi vicdan gibi şeref ve onur gibi vs… 

Hakikati bilmek ve buna göre yaşamak

Maddiyat ve maneviyat da bütündür ve birlikte var olurlar. Biri yoksa diğeri de yok olur. Biri zayıflarsa diğeri de zayıflar. Zaman bu hakikati hep ispatlamıştır. Ayrıntıya fazla girdiğimiz düşünülebilir, fakat gerçekten de topluma ve kişiliğe yönelik sistematik saldırılar ve verdiği hasarlar algılanıp en derinden hissedilmeden kişilikte buna karşı oluşum mücadelesi verilemez. Sistemin onu ne kadar zehirlediğini ve bunlardan kendisini arındırmak için dur durak bilmeyen bir çabanın sahibi olmalıdır. Güzellik, estetik ve yüceleşmenin buradan başladığını en iyi bilen ve uygulayan olmalıdır. Kendisini oluşturamayan kimseyi oluşturamaz, kendisine öncülük yapamayan kimseye yapamaz. Bu hakikati bilmek ve buna göre yaşamak en büyük sanattır. Sanatçı bunu hiç unutmayandır.

Yine bir başka konu da özel savaştır. Psikoloji ve moral değerlerine anı anına yönelen bir manipülasyon savaşı da diyebiliriz. Soykırımcı ve faşist sistemin en büyük saldırısı bu alanda olmaktadır. Buna karşı en büyük görev yine sanatçılara düşmektedir. Bu anlamda anı anına saldırılara cevap veren ve boşa çıkaran bir kültürel ve sanatsal düzeye ulaşmak en temel görev olmaktadır. Bunun için de kendini oluşturma mücadelesinde düzey yakalamış sanatçı kişiliklere ihtiyaç vardır. Sanatçı, özgürlük direnişinin sesi, bu direnişin yarattığı moral değerlerin, düşmanın her türlü özel savaşına rağmen sesini yükseltilmelidir. Hatta düşmanın moral değerlerini düşüren düzeye ulaşarak psikolojik üstünlüğün yakalanması gibi konularda sanatçıların öncülük görevlerini layıkıyla yerine getirebilen bir düzeye kendilerini ulaştırmaları çok önemlidir ve önümüzdeki en temel görev olmaktadır.

Tecridin parçalanarak Önderliğin fiziki özgürlüğü, Bakur’da soykırımcı sistemin yıkılarak özgürlüğün sağlanması, Rojava’da Serêkaniyê, Girê Spî ve Efrîn’in özgürlüğü Başûr’da ve medya savunma alanlarında gerillanın ve halkın işgale son verme kararlığı ve inancıyla verdiği mücadele sürecinde sanat ve sanatçının da öncülük rolünü layıkıyla yerine getirme sorumluluğu vardır. Şehitlerimiz bu yoldaki en büyük moral kaynağımızdır. Ş.Mizgin ve Ş.Sefqan şahsında, en son şehit düşen Ş.Bager yoldaşımıza kadar şehit düşmüş tüm şehitler yolumuza ışık tutmaya ve en temel gücümüz olmaya devam edecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.