Türk Devlet Aklı –V- : MİT ve Realite

Dosya Haberleri —

Pablo Picasso Minatour

Pablo Picasso Minatour

  • MİT, askeri-siyasal-bürokratik elitlerle rekabet halinde bir yapı olmaktan ziyade elitler tarafından devlet aklının yürütücüsü olmak adına kullanılması gereken bir kurumdur.
  • Böylelikle; PKK’nin Arap Baharı ile birlikte Güney ve Batı Kürdistan’da etki kapasitesini arttırmasına askeri gücüyle yeterli düzeyde cevap olamayan Türk devleti, MİT kozunu kullanarak durumu dengelemeye çalışacaktır.

‘Türk Devlet Aklı – IV’ başlıklı devam yazısında, Türk devlet aklının ikinci sürümünün neden/nasıl sonlandığına ve üçüncü sürüme geçişin neden/nasıl başladığına dair bir genel çerçeve çizilmiştir. Türk devlet aklının yeni bir sürüme geçişini tetikleyen ana etkenin, 11 Eylül Saldırılarının ardından uluslararası düzeninin kademeli olarak çok-kutuplu bir sisteme dönüşmesiyle bağlantılı olduğu tespitinde bulunulmuştur.Ayrıca, dünya sistemindeki değişimle ilişkili olarak istihbarat temasının devletlerin güvenlik algılarında hiç olmadığı kadar merkezi bir role sahip olmaya başladığının altı çizilmiştir. MİT müsteşarı Emre Taner’in 5 Ocak 2007 tarihinde yayınladığı, istihbarat olgusunun giderek önem kazandığı bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin olası tehditlere karşı nasıl hareket etmesi gerektiğine dair öngörülerden ve uyarılardan oluşan manifestosunun ise Türk devlet aklı açısından bir milat olduğu iddia edilmiştir. Taner’in çıkışı ile birlikte soğuk savaş koşullarının ürünü olan Türk devlet aklının ikinci sürümünün kullanım süresinin dolduğu ve devlet seçkinleri arasında amansız bir mücadelenin başladığı vurgulanmıştır. Peki, Türk devlet aklının üçüncü sürümüne geçiş aşamasında askeri-siyasal-bürokratik elitler arasındaki rekabetin seyri nasıl olacaktır?

Türk Devlet Aklı – 3. Sürüme Doğru / Rekabet Alanları

2007-2017 yılları arasına yayılan Türk devlet aklının ikinci sürümünden üçüncü sürümüne geçiş aşamasında devlet seçkinleri arasında yaşanan büyük kapışmanın kazananı siyasal elitler olacaktır. Birçok araştırmacıya göre; siyasal elitlerin önce bürokratik elitlerle ortaklık yaparak askeri elitleri darbelemesi, ardından askeri elitlerle ittifak kurarak bürokratik elitleri oyun dışı bırakması rekabetin seyrini belirlemiş ve bugünkü elitler arası vaziyete gelinmiştir. Siyasal elitlerin esnek ittifak taktiği ile hareket etmesinin önemine vurgu yapan bu çıkarım yanlış değildir. Lakin sistematik bir kavrayıştan uzak olan bu çıkarım, Türk devlet aklı rekabetini basit bir güç mücadelesine indirgeyen oldukça eksik bir analizdir. Bu eksik analiz üzerinden siyasal elitlerin merkezi gücü haline gelen AKP ve lideri Erdoğan’a övgüler dizen ya da varlığına ömür biçen varsayımların havada kalmasının temel sebebi Türk devlet aklının yeterince kavranamamasında gizlidir. Elitler arası mücadelenin cereyan edeceği rekabet alanları ve bu alanların birbiriyle nasıl iç-içe geçtiği çözümlenmeden devlet aklının tarihsel bağlantı noktalarının kurulabilmesi mümkün değildir. Öyleyse Türk devlet aklının üçüncü sürümüne geçiş aşamasında devlet seçkinleri arasındaki rekabet alanları nasıl şekillenmektedir?

Devlet aklının üçüncü sürümüne geçiş aşamasında elitler arası güç mücadelesinin seyrini belirleyen rekabet alanları, temel / miras / güncel olarak üç başlıkta tasnif edilebilir. Temel rekabet alanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne (yoğunluğu değişmekle birlikte) sürekli olarak devlet-içi tartışmaların ana gündem maddesi olan Kürdistan Meselesidir. Birbirine sımsıkı bağlı kimlik ve toprak kavramları etrafında şekillenen Kürdistan Meselesinin toplumsal yönü kadar jeopolitik karakteri ile de öne çıkıyor olması, onu diğer rekabet alanlarından daha öncelikli bir hale getirmektedir.Miras rekabet alanı, Türk devlet aklının önceki sürümlerinin karakteristik özelliklerini yansıtan konuların dönüşerek gelecek sürümlere aktarılmasına işaret eder.Türkiye’nin nasıl bir ulus-devlete ve nasıl bir toplumsal kültüre sahip olacağına ilişkin tartışmalarının odak noktası olan tamamlanamayan ulus-devletleşme projesi, devlet aklının birinci sürümünden miras kalan rekabet alanıdır.Spesifik suikastlar, faili meçhul cinayetler, toplu katliamlar, devletin narkotik ve mafyatik organizasyonlarının idaresi için kullanılan kayıt-şiddet kapasitesi ise devlet aklının ikinci sürümünden miras kalan rekabet alanıdır. Birbiriyle etkileşim içinde olan miras ve temel rekabet alanları, aslında esaslı çözümlere ihtiyaç duyulan toplumsal sorunlar olarak tahlil edilebilir. Lakin devlet seçkinleri açısından bu rekabet alanları tutarlı sosyo-politik çözümlerin değil, üstünde söz sahibi olmaya çalışarak devlet içinde merkezi bir güç olabilmenin adresleridir.

Güncel rekabet alanı ise ilk iki rekabet alanından farklı olarak tarihsel bir mahiyete ya da toplumsal bir içeriğe sahip değildir.Bu rekabet alanını biçimlendiren ana dinamik, dünya sistemindeki değişimlerin Türk devletinin güvenlik perspektifinde yarattığı hareketlenmelerdir. Hareketlenmelerden kast edilen, uluslararası düzendeki değişimlere paralel olarak devletin yeni güvenlik doktrininin hayata geçirilmesi ve bu doktrin ile temas içinde olacak şekilde yeni kurumların oluşturulması ya da mevcut kurumların revize edilmesi için alınacak kararlar ve üretilecek pratiklerin toplamıdır. Dünya sistemindeki değişimlerin sıklığına ve değişimin hangi güvenlik teması üzerinden gerçekleşeceğine bağlı olarak devlet seçkinleri arasındaki mücadelenin güncel dinamikleri de biçimlenmektedir. Fakat güncel rekabet alanı sadece elitler arası güç mücadelesinin sahnelenmesini değil, aynı zamanda tüm rekabet alanları arasındaki etkileşimin de düzenlenmesini sağlar. Farklı bir deyişle, güncel rekabet alanında rakiplerine karşı üstünlük sağlayabilen bir aktör, diğer rekabet alanları arasındaki bağlantı hatlarını da birbirleriyle senkronize ederek devlet aklının yürütücüsü olmak noktasında büyük bir mesafe kat edecektir. Bu yüzden güncel rekabet alanı, Türk devlet aklının üçüncü sürümüne geçiş aşamasında elitler arası güç mücadelesinin seyrini belirleyen yöntemin adıdır. Peki güncel rekabet alanın istihbarat teması üzerinden şekillenecek olması elitler arası ilişkileri nasıl etkileyecektir?

Türk Devlet Aklı – 3. Sürüme Doğru / MİT vs. Siyasal Elitler

Dünya sistemindeki değişimlerin bir yansıması olarak yeni güvenlik konseptlerinde istihbarat olgusunun başat unsuru olması, devlet seçkinleri için bir teyakkuza geçme durumuna işaret eder. Zira Türk devletinin güvenlik sisteminin askeri bir mantaliteye sahip olmasından dolayı modern istihbarat düzeyinin gelişkin olmadığı ve istihbarat paylaşımı açısından birbiriyle koordine olamayan kurumların varlığı aşikardır. Bu noktada, askeri-siyasal-bürokratik elitler hem genel anlamda devletin istihbarat sistemini modernize etmeye hem de istihbarat kurumları sayesinde devlet aklı rekabetinde güç kazanmaya çalışacaklardır. 2000’lerin başı itibariyle Türkiye’deki istihbarat kurumlarının karşılaştırılması yapıldığında; bürokratik elitlere bağlı polis istihbaratının ve askeri elitlere bağlı jandarma ile genelkurmay istihbaratlarının sahip oldukları insan kaynağı, operasyonel güç, teknolojik kapasite imkanları karşısında siyasal elitlere bağlı olan MİT’in en zayıf kurum olduğu görülecektir.

Fakat, dünya sistemindeki değişimlerin istihbarat alanında yarattığı etkiler her ne kadar kurumların altyapılarının ve maddi kaynaklarının güçlendirilmesine vesile olsa da, değişimin merkezinde dış istihbarat ve stratejik istihbarat temaları vardır. Türk devlet aklı açısından, spesifik olarak PKK ile mücadele bağlamında toplanacak dış istihbaratın uzun vadeli bir eylem planlaması için stratejik istihbarata dönüştürülecek olması oldukça mühim bir konudur. Yine aynı istihbarat alanlarının, etkileri on yıllarca sürecek ‘Arap Baharına’ müdahil olma noktasında kritik bir rol üstleneceği akılda tutulmalıdır. Dış istihbarat ve stratejik istihbarat alanlarındaki potansiyeli yeteri kadar iyi olmasa da, MİT teknik açıdan bu alanlarda Türk devleti adına söz sahibi olan istihbarat kurumudur. MİT’i dönemsel olarak diğer istihbarat birimlerinden daha kıymetli hale getiren bu durumun Türk devlet aklı rekabetinde bir fırsata dönüştürülmesi ise kaçılmazdır. Peki bu nasıl olacaktır?

MİT’in özerk bir güç haline gelebilmesinin ve siyasal elitlerin Türk devlet aklının dümenine geçebilmesinin yolu her iki yapı arasında yürütülecek bir kazan-kazan ilişkisine bağlıdır. MİT için, askeri ve bürokratik elitlerin sunacakları hamilikten ziyade, siyasal elitler tarafından çıkarılacak MİT kanunları ve onaylanacak bütçe planlamaları hayati önem taşımaktadır. Ayrıca dış istihbarat ve stratejik istihbarat temalarının uygulama sahalarının siyasal elitlerin yetki alanı içinde kalan dış işleri bakanlığı ile bağlantılı olduğu göz-ardı edilmemelidir. Öte yandan, siyasal elitlerin mücadele halinde oldukları askeri ve bürokratik elitleri alt edebilmek için MİT’in yardımına ihtiyaçları vardır. Zira devlet seçkinleri arasındaki kapışma sadece istihbarat alanında cereyan etmemektedir. Siyasal elitler açısından güncel rekabet alanı olan istihbarat hususunda sağlanacak verimlilik, tüm rekabet alanlarına etki eden elitler arası bir mücadele-metodu işlevini uygulamaya koyabilmek anlamına gelecektir.

Emre Taner’in müsteşar olduğu yıllar (2005-2010) MİT’in elitler arası ilişkilerde izleyeceği güzergahın yol haritası olarak görülebilir. Örneğin; 2005 yılında dönemin Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök, MİT’e ordudan bir müsteşar yardımcısı atamak ve buna mukabil 50 kişilik bir kurmay albay ekibini MİT’e tahsis ederek, askeri elitlerin teşkilat içinde bir kadro oluşturmak istediğini iletmiştir. MİT ve siyasal elitlerin ortak tutumu ile bu talebin önüne geçilirken her iki yapı arasındaki işbirliğinin ilk adımları da atılmış olacaktır. Ardından, Abdullah Öcalan ile devlet adına yapılan görüşmelerde ilk defa askeri elitler dışında bir kişi (Emre Taner) İmralı’ya gidecektir. Bu ilk görüşmeyi takip eden, kademeli olarak hem İmralı’da hem de Kürdistan Özgürlük Hareketinin temsilcileri ile Ankara, Brüksel ve Oslo’da yapılan tüm görüşmelerde siyasal elitlerle koordineli olarak MİT’in varlığından bahsedilecektir. Yine askeri elitlerin AKP’ye açıktan ikazı olarak değerlendirilen 27 Nisan 2007 e-muhtırasından hemen sonra dönemin başbakanı Erdoğan ile müsteşar Taner’in olağanüstü bir sıklıkta görüşme trafiği içine girecek olması siyasal elitler ve MİT arasındaki işbirliğinin bir yansıması olarak ele alınmalıdır. Öte yandan; Ergenekon soruşturması kapsamında 2009 yılında Erzincan’da üç MİT mensubunun ve 2011 yılında ‘ünlü’ MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu’nun tutuklanmalarına siyasal elitlerin ses çıkarmadığı görülmektedir. Fakat siyasal elitler, 2012 yılında KCK soruşturması kapsamında Hakan Fidan ve Emre Taner’in de içinde bulunduğu bir grup eski-yeni MİT görevlisinin ifadelerine başvurulması adına savcılığa getirilmesi talimatına karşı çıkacaklardır. Bu olaydan sonra, askeri elitlere karşı ortak cephede konumlanan siyasal-bürokratik elitler ittifakının sonlanışına ve MİT’in devlet seçkinleri arasındaki rekabette tayin edici bir rolde olduğuna tanıklık edilecektir.

Türk Devlet Aklı – 3. Sürüme Doğru / MİT’in Revizyonu

Temelleri Emre Taner ile atılan MİT ve siyasal elitler arasındaki ilişkinin Hakan Fidan’ın müsteşarlık görevine getirilmesiyle birlikte daha stratejik bir düzeyde ele alındığı ve MİT’in kapsamlı bir dönüşüm içine girdiği görülecektir. Revizyon süreci başlamadan önce MİT yapılanmasının temel eksiklerinin neler olduğuna ve akabinde MİT’in ne gibi değişiklikler geçirdiğine göz atmak faydalı olabilir. Hakan Fidan’ın müsteşar olduğu 26 Mayıs 2010 tarihi itibariyle MİT’in dünyadaki kalburüstü istihbarat örgütlerine göre; teknolojik alt yapı eksikliği, istihbarat personelinin eğitiminde ve tedarikinde başarısızlık, istihbarattan sorumlu kurumlar arasında bilgi alışverişinin hiçbir zaman koordineli yapılamayışı, teşkilata ayrılan bütçenin kısıtlı oluşu, yurt-içi ve yurt-dışı operasyon yetkilerinin sınırlı olması, dış istihbarat kapasitesinin yetersizliği, toplanan verilerin uzun vadeli bir perspektife dönüştürülmesi için gerekli olan stratejik istihbarat becerisinin yokluğu gibi birçok temel yetmezlik söz konusudur.

MİT’in gelişim süreci devlet aklının kendisini yenileme süreciyle birlikte ele alınmazsa, MİT’in siyasal elitlerin merkezi gücü olan AKP iktidarının tekelinde olduğu ve AKP’nin iktidardan düşmesi ile MİT’in de sahip olduğu güç potansiyelinin boşa çıkacağı hatasına düşülebilir.

Bu yetmezliklerin giderilmesi hususundaki ilk adım, 21 Kasım 2011 tarihli ‘Genelkurmay Elektronik Bilgi Sistemleri Komutanlığının Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına Devrine Ait Protokol’ ile olmuştur. Devredilen kurumun (GES) Türkiye’ye komşu olan ülkelerin sınır hatlarında uydu ve yer sistemleri aracılığıyla elektronik dinleme ve takip yapabilmesi MİT’in teknolojik açığını kapatacaktır. İkinci adım; 17 Şubat 2012 tarihinde 2937 sayılı kanunun 26. Maddesi’nde yapılan düzenlemeyle, MİT mensupları hakkında soruşturma yapılması Başbakanın iznine bağlanmış ve böylelikle personel dokunulmazlığı sağlanmıştır. Üçüncü adım; 26 Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6532 sayılı kanun değişikliğiyle, MİT’e yurt-dışında operasyon gerçekleştirme, tüm kurum ve kuruluşlardan belge temin edebilme, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nden alınacak onay ile yurtiçinde sınırsız dinleme yapabilme yetkileri verilmiştir. Böylelikle MİT’in ülke içindeki ve dışındakioperasyon kapasitesi arttırılmıştır. Dördüncü adım; 25 Ağustos 2017 tarihinde yayınlanan 694 sayılı kanun hükmünde kararnameyle, Türkiye’deki tüm istihbarat birimleri MİT’in gözetiminde Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) altında toplanmış ve MİT’e TSK personeli hakkında istihbarat yapabilme yetkisi verilmiştir. Bu son hamle ile birlikte,hem Türk istihbarat sisteminin en büyük handikabı olanistihbari bilgilerin tek bir havuzda toplanamaması sorununun aşılabilmesinin imkanı yaratılmış hem deyıllar boyunca askeri elitlerin boyunduruğunda kalan MİT’in artık Türk güvenlik sisteminin yönetmen koltuğuna oturması sağlanmıştır.

Tüm bunlara ek olarak; MİT bünyesindeki daire başkanlıklarının genişletilmesi ve personel eğitimi için modern istihbarat akademisinin açılması, Gölbaşı’ndaki GES dinleme merkezine bitişik 6000 dönümlük bir arazide sinyal-verici sistemleri için elektronik istihbarat köyünün kuruluşu, karasuları içinde dinleme-takip yapabilen bir casus gemisinin ve havadan sinyal-görüntü paylaşımı yapabilen bir istihbarat uçağının temini, biri Ankara’da biri İstanbul’da olmak üzere donanımlı iki yeni hizmet binasının inşa edilmesi ve 2010 yılındaki 523 milyon lira olan MİT bütçesinin 2021 yılı itibariyle 2.6 milyar liraya çıkarılması gibi teşkilat yapılanmasını baz alan çalışmalar söz konusudur. Peki, zamana yayılacak bir biçimde MİT’in yetki ve kapasite açısından güçlendirilmesini hedefleyen tüm bu adımlar hayata geçilirken devlet seçkinleri arasında rekabetin değişim-dengesi nasıl belirlenecekti?

Türk Devlet Aklı – 3. Sürüme Doğru / Realite

Siyasal elitler ile dirsek teması içinde gerçekleştirilen MİT’in revize edilme sürecine askeri ve bürokratik elitlerin seyirci kaldığı söylenemez. Özellikle MİT’in yetki kapasitesinin güçlendirilmesine dönük neredeyse atılan her adımda elitler arası ilişkilerin çatışma dinamiklerinde yeni bir denge durumunun oluştuğuna tanıklık edilecektir. Örneğin 2011 yılında, Türkiye’nin en donanımlı elektronik istihbarat merkezi olan GES Komutanlığının MİT’e geçişi esnasında askeri elitlerin Balyoz ve Ergenekon Davaları ile cebelleşiyor olması devir-teslim sürecini kolaylaştıran bir etkendir. Yine 2012 yılında; MİT görevlilerine hukuki dokunulmazlık sağlayacak kanunların çıkışında bürokratik ve siyasal elitler arasındaki ittifakın çatışmaya doğru evirilmesi belirleyici faktör olacaktır. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen ‘mucizevi’ darbe girişimi sırasında devlet seçkinleri arasında yaşanan can pazarından siyasal elitlerin güçlenerek çıkmış olması ise nihai bir sonuç olacaktır. 2017 yılı itibariyle; siyasal elitlerin Türk tipi başkanlık sistemini hayata geçirmesi ve MİT’in kurumsal dönüşümünü tamamlayarak Türk güvenlik sisteminin maestrosu olması, Türk devlet aklının ikinci sürümünden üçüncü sürüme geçişin tamamlanışına işaret edecektir.Böylelikle; bir önceki sürümde kurumsal olarak MGK ve yürütücü aktör olarak askeri elitler ile özdeşleştirilen Türk devlet aklı, artık kurumsal olarak MİT ve yürütücü aktör olarak siyasal elitler üzerinden anılacaktır.Fakat, bu noktada altı çizilmesi gereken oldukça şaşırtıcı bir durum söz konusudur.

Türk devlet aklının bir sürümünden diğer sürümüne geçiş süreçleri hiçbir zaman sütliman bir ortamda gerçekleşmez. Öyle ki, elitler arası rekabetin parçası olanlar birbirlerine karşı hukuk dışı bir mücadele içinde olduklarını bilirler ve yeri geldiğinde kanlı senaryoları devreye sokmaktan da çekinmezler. Zirageçiş süreci esnasında cereyan eden elitler arası kapışmanın kazananları aynı zamanda devlet aklının bir sonraki sürümünün de yürütücüleri olacaktır. Öte yandan; devlet aklının bir sürümünden diğerine geçiş esnasında elitler arası ilişkilerde bir yıkım hali mevzu bahis iken aynı zaman diliminde devletin güvenlik sistemi de yenilenmektedir. Peki Türk devlet aklına özgü olan bu realite,üçüncü sürüme geçiş aşamasına yaşananlar ile birlikte düşünüldüğündenasıl izah edilebilir?

Öncelikle, Türk devlet aklının karakteristik yapısı ile MİT’in gelişim evreleri arasındaki ilişkinin yerli-yerine oturtulması gerekir. MİT’in revize edilerek özerk-güç haline getirilmesi; bir amaç olarak dünya sistemindeki yapısal değişimlerle başlayan, devlet seçkinlerinin birbirleriyle rekabet ederken alacakları rasyonel kararlar ile şekillenen, nihayetinde Türk devlet aklının kültürel sürekliliğine hizmet eden bir sürecin bütünü olarak anlaşılmalıdır.Eğer MİT’in gelişim süreci devlet aklının kendisini yenileme süreciyle birlikte ele alınmazsa, MİT’in siyasal elitlerin merkezi gücü olan AKP iktidarının tekelinde olduğu ve AKP’nin iktidardan düşmesi ile MİT’in de sahip olduğu güç potansiyelinin boşa çıkacağı hatasına düşülebilir. Bu hatayı tetikleyerek hedef şaşırtmasına sebep olan bakış açısı ise 2010 yılından beri MİT müsteşarı olan Hakan Fidan ve Erdoğan arasındaki ilişkinin bir kafa-kol münasebeti olarak görülmesi ve Fidan’ın biyografisinin realist bir okumaya tabi tutulamamasıdır.*

Unutulmamalıdır ki, istihbarat olgusunun Türk devletinin güvenlik algısında öne çıkması bir kişinin ya da grubun arzusu ile değil, dünya sistemindeki yapısal değişimler ile alakalıdır. Bu yüzden MİT, askeri-siyasal-bürokratik elitlerle rekabet halinde bir yapı olmaktan ziyade elitler tarafından devlet aklının yürütücüsü olmak adına kullanılması gereken bir kurumdur.Örneğin; 2014 yılının yazında IŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle başlayan rehine krizi MİT tarafından karşılıklı takas yoluylaçözülecektir. Olayın gerçekleşmesinden birkaç ay önce (26 Nisan 2014) çıkarılan MİT’e dış operasyon yetkisi veren kanunun önemine vurgu yapan siyasal elitler, rehinelerin kurtarılmasını propaganda malzemesi haline getirecektir. Halbuki bu kanun;Arap Baharı başladıktan sonra MİT’in Türk devleti adına özellikle Suriye sahasındafiili olarak yürüttüğü cihatçı grupları eğitme, silahlandırma ve himaye etme faaliyetleriniresmileştirme girişimidir. Yine aynı kanun vesilesiyle, PKK ile mücadele bağlamında adam kaçırma, sabotaj, suikast gibi MİT’in Türkiye dışındaki örtülü operasyonlarının altyapısı hazırlanmıştır. Böylelikle; PKK’nin Arap Baharı ile birlikte Güney ve Batı Kürdistan’da etki kapasitesini arttırmasına askeri gücüyle yeterli düzeyde cevap olamayan Türk devleti, MİT kozunu kullanarak durumu dengelemeye çalışacaktır. Sonuç olarak, elbette MİT devlet seçkinleri arasındaki ilişkilerin seyrinden etkilenecektir. Lakin devlet seçkinlerinin de Türk devlet aklının üçüncü sürümünde dünya sistemine ayak uydurulması hususunda MİT’in anahtar bir role sahip olduğunu göz-ardı etmeleri mümkün olmayacaktır.

Perde Kapanırken

Elitler arası rekabetin tarihin en yüksek seviyesine ulaştığı ikinci sürümünden üçüncü sürümüne geçiş döneminde Türk devlet aklının zarar görmemesi sadece MİT’in ‘kıymeti’ ile açıklanabilir mi?Türk devlet aklının miras rekabet alanları olan tamamlanamayan ulus-devletleşme projesi ve kayıt-dışı şiddet kapasitesi konularındadevlet seçkinlerince öne çıkarılan stratejiler neler olacaktır? Devlet-içi dengeler kadar devlet-dışı dengelerin de son yüzyılın en hassas günlerinden geçtiği esnada Türk devlet aklı açısından temel rekabet alanı olan Kürdistan Meselesinin ‘kontrolü’ nasıl sağlanacaktır?

* Türk Devlet Aklı / Portre yazısı ile Hakan Fidan ‘hadisesinin’ realist okuması yapılacaktır.

Sonraki bölüm: Türk Devlet Aklı -VI- : Kürdistan Meselesinin Serencamı

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.