Türkiye savaş dışında nasıl kalabilir?

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Kürt’ün elindeki silah çözüm sürecinin önünde, ulusalcıların ve devletin iddia ettiği gibi bir engel değil, Türkiye’nin savaş dışında kalmasının ve kaosa sürüklenmemesinin garantisidir.

Gelin çözüm sürecine bugüne kadar olduğu gibi “demokrasi” penceresinden değil de, “savaş” penceresinden bakmayı deneyelim.

Tüm Avrupa silahlanıyor. NATO devletleri savaş bütçelerini milli gelirlerinin yüzde iki buçuğundan yüzde beşine çıkardı. Almanya’da medya “sığınak”lardan, “on günlük içecek, yiyecek depolayın” çağrılarından bile söz ediyor. Haritaya bakıyoruz. Savaş Ukrayna’da sürüyor. Polonya diken üstünde. İsveç gibi Soğuk Savaş’ın barışçı bir ülkesi militaristleşiyor. Ortada bir 'Avrupa Ordusu' hazırlığı var ve Türk devleti bu orduya gönüllü asker yazılmaya can atıyor. Trump, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı vergileri yüzde 150’ye çıkardı bile. Ticaret savaşı demek, nükleer savaşın eşiğine gelmenin ilk aşaması.

Uzatmayayım. Yani NATO savaşa hazırlanıyor. Ve Türkiye NATO üyesi.

Devlet Bahçeli’nin Kuzey Kıbrıs’ı ilhak çağrısını hiç kimse “faşist hezeyan” diye küçümsemesin. Ve hiç kimse Erdoğan’dan bakanlarına kadar iktidar sözcülerinin Kuzey Kıbrıs seçimlerini kazanan CTP’yi “kutlamasına” aldanmasın. Türk devleti açmazda. Gözlerini Rusya’ya dikmiş, Kırım’a bakıyor. Putin’in Kırım’ı ilhak etmesi Türk devletine ilham veriyor. İlhak Türk devletinin tek seçeneği. Aksi halde Kuzey Kıbrıs’ı kaybedecek, Ortadoğu’da hegemonya planları kökten çöpe gidecek. Ve ABD ve İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silahlandırıyor. İngiltere ve Türkiye gibi Yunanistan da Kıbrıs’ta “garantör” ve şu anda NATO’nun sınırları artık Türkiye’den değil, Yunanistan’dan geçiyor. Türkiye’nin az sonra uçamaz hale gelecek F-16 filosu, Yunanistan’ın F-35’leriyle tartışmalı hava sahasında bırakalım savaşmayı “it dalaşına” bile giremeyecek. Erdoğan’ın “yeni nesil savaş uçağı”nın kaportasında motor yok.

Ve saire…

Hiç kimse Erdoğan-Trump buluşmasında ne gibi “gizli savaş anlaşmaları” yapıldığını bilmiyor. Ama “gizli savaş anlaşması” yapıldığını biliyor. Bu anlaşmada neler olabilir? Ben diyeyim: Yarın mı, yoksa beş yıl sonra mı bilemesem de, bu gizli anlaşmada İran’a karşı Türkiye ve Azerbaycan’ın İsrail ve ABD desteğinde “kara harekatı” stratejik bir opsiyon olarak mutlaka yer alıyor.

Türk devleti Kuzey Kıbrıs’ı ve 2015 yılından beri işgal ettiği Efrîn ve diğer Rojava topraklarını kaybetmeme karşılığında ülkeyi Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni aşamasında sonu karşılıklı yıkım olacak Türk-Fars savaşına gözünü kırpmadan sürükleyecektir. Hani “Irak’tan, Suriye’den, Filistin’den, Lübnan’dan sonra sıra Türkiye ve İran’da” deniyor ya, sıra işte böyle bu iki devletin birbirini mahvetmesiyle gelecek. Sonuç: ABD ve İsrail hegemonyası…

Savaşta “sıra” böyle. Biz yazımızdaki “sıraya” gelelim ve tüm muhalefete, daha çok CHP’ye, daha daha çok da CHP’deki aşırı ulusalcılara soralım: Türkiye, sizlerin tabiriyle bu “beka” meselesini nasıl ve kimle birlikte çözecek? Emekli general Babüroğlu’nun ifadesiyle “Cumhuriyet tarihinin en büyük tehditlerini” nasıl göğüsleyecek?

İşte çözüm sürecine “askeri” açıdan bakma sırası bu sorularla gelmiş oluyor.

Ben Türk ordusunda bir gün bile askerlik yapmadım. Elime üniversite işgali sırasında birkaç günlüğüne “kuşandığım” 6.35’lik bir tabanca dışında silah yüzü görmedim. Ama biz komünistler Engels’in konuya olan müktesebatından geliyoruz. Kendimi Türk Genel Kurmayı’nın yerine koyarak ve açık enformasyon kaynaklarına dayanarak böyle bir Dünya Savaşı ortamında şöyle düşünüyorum:

60 milyonluk Kürt halkıyla, Başkan Apo’nun gösterdiği yoldan içeride derhal barışırdım. Barışmak için iktidara Kürt sorununu çözmenin önündeki bütün engelleri kaldırması, yani demokratikleşmesi için, bu defa “demokratik bir muhtıra” verirdim. Dışarıda ise, tüm Kürdistan parçalarıyla derhal diplomatik ilişkiye girer, hepsiyle statüsü var mı, yok mu bakmadan “saldırmazlık, iyi komşuluk, üçüncü bir gücün saldırması durumunda askeri yardımlaşma” anlaşması için, rütbesi hala Astsubay olan Hakan Fidan’ı onun “üstü” olarak görevlendirirdim.

Ve 60 milyonluk Kürdistan halkını Rojava’da, Başûr’da, Rojhilat’ta ve Bakur’da “silahsızlandırmayı” aklımın ucundan bile geçirmezdim. Mesela Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin silahlı güçlerini, İsrail ve ABD ajanı Şara’nın derme çatma ordusuyla entegre etme aptallığından vaz geçer, bu dost orduyla, elbette Kürt düşmanlığından arındırılma şartıyla TSK’nın, ikisi de varlığını koruma temelinde entegrasyonu için çalışırdım.

Akıl var, yakın var. Silahsız 60 milyonluk Kürdistan halkı savaş ortamında askeri strateji bakımından neye yarar? Uçaklar havalandığı ve tanklar harekete geçtiği an, bu silahsız 60 milyonun yapacağı tek iş savaş alanlarından göç etmektir.

Aklını peynir ekmekle yiyen Türk devleti, Üçüncü Dünya Savaşı şartlarında 60 milyon Kürt halkını “tepeden tırnağa silahsızlandırmaya” kalkışıyor. Oysa hem İsrail, hem ABD, hem Rusya, hem de İran, bu savaşta “silahlı 60 milyonluk Kürt halkıyla” ittifak yollarını arıyor. Türk devleti neden “silahlı 60 milyonluk Kürt halkıyla” ittifak yollarını aramıyor? Yapacağı zor ama zorunlu iş, Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürt halkıyla Türk halkını kardeşleştirmek, Kürt halkının silahlı güçleriyle ittifak ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın dışında kalacağını dünyaya ilan etmekten ibaret. Bu da, 130 milyonluk insan gücü ve seferberlik halinde üç-dört milyonluk müttefik bir silahlı “barışçı” kuvvet demek. Böyle bir kuvvet yaratıldığı gün, Şara gider Suriye devleti, Irak devleti, İran devleti Türkiye’yle “bloksuz” ülkeler birliğine katılır. Bunun anlamı Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da son bulması demektir.

Kürtler top yekun silahsızlanmalıymış. Silahsız Kürt halkıyla ne ittifak kurabilirsin, ne de kardeşleşebilirsin. İkinci Dünya Savaşı’nın kızgın günlerinde Stalin’e “Vatikan’la ittifak imkanı var, harekete geçelim” diyenlerle Stalin, “Vatikan’ın kaç tümeni var” diye alay etmişti.

“Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ne bir de “askeri” pencereden baktığımızda “manzara-i umumi"yi işte böyle görebiliriz.

Kürt’ün elindeki silah çözüm sürecinin önünde, ulusalcıların ve devletin iddia ettiği gibi bir engel değil, Türkiye’nin savaş dışında kalmasının ve kaosa sürüklenmemesinin garantisidir.

Yazıyı okuyanlar haklı olarak “Türk devleti demokratikleşecek, sömürgeci-hegemonyacılıktan vazgeçecek, hele vahşi tümenleri terbiye edilecek, Genel Kurmay Kürt halkının elindeki silahı dost silahı sayacak, küreseller bu gelişmeyi seyredecek… Ölme eşeğim ölme” diye düşüneceklerdir. Ben de okurlarım gibi düşünüyorum düşünmesine de, Türkiye’nin, Kürdistan’ın, tüm Ortadoğu’nun daha öte cehenneme dönmesini önleyecek bir başka yol olmadığını da devletin ya da küresel güçlerin ajanı değillerse, muhalefet partilerine, ulusalcılara ve aşırı ulusalcılara anlatmaya çalışıyorum. Anlasınlar ki, Başkan Apo’nun çizdiği çok zor, ama zorunlu yolun önünde engel olmasınlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.