Türkiye’nin geleceği İmralı’dan geçiyor
Hüseyin GEDİK yazdı —
- Türkiye’nin eski jeostratejik ve jeopolitik çıkarları artık yön değiştirmiştir. Coğrafik konumuna atfedilen önem aşılmıştır. Dünya yeniden yapılanırken, yeni güç dengeleri oluşurken, Türkiye’nin stratejik değişikliğe gitmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu nedenle Kürtlerle barışmak hem gereklilik hem de zorunluluktur.
İmralı’nın "Barış ve Demokratik Toplum" çıkışı Türkiye’nin geleceğini belirleyen önemli bir vizyondur. Yeni bir toplumsal inşa, köklü bir değişim, demokratik standartların yükseldiği bir Cumhuriyet vaadidir. Tabii Önder Apo’yu iyi okumasını bilenler için böyledir. Maalesef bu konuda bir körlük yaşandığını belirtmekten kendimizi alamıyoruz.
Türkiye’nin partiler üstü siyaset üretmekte son derece basiretsiz ve beceriksiz olduğunu güncel siyasetin karmaşasından anlamak mümkündür. Kafasını kuma gömen bir Türkiye, yanı başında duran ve iç içe yaşadığı Kürtlerle kavgalı olması ülkenin geleceğini berhava etmekten başka bir işe yaramadı.
Kürt düşmanlığı üzerinden Türkiye’ye açılım yaptırmanın anlamsızlığı Suriye’de kendisini göstermiştir. Kaybetmeyi bile bile lades tutmanın anlamsızlığında yine de ısrar ve kör bir inat vardır.
Rojava, Türkiye’nin saldırı tehditleri ve savaş senaryolarıyla yine gündemdedir. Saldırı müjdesini de Şam’daki geçiş hükümetinin başındaki zat, Colani tarafından verildi. Neymiş efendim; SDG, YPG silah bırakmaz ve Şam’daki cihatçı teröristlere teslim olmazsa önümüzdeki iki ay içinde Rojava’ya saldırı yapılacakmış. Rojava’ya saldırı konusu temcit pilavı gibi ısıtılarak servis edilmektedir.
Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’ın Şam’a yoğun gidiş gelişleri dikkat çekicidir. Şam’ın yollarını o kadar çok aşındırdılar ki neredeyse günübirlik rutin ziyaretlere döndü. Vizyondan yoksun yürütülen Türkiye dış politika ve diplomasisi, Suriye’de Rojava Kürtlerine saldırmaya odaklanıyor.
Türkiye’nin eski jeostratejik ve jeopolitik çıkarları artık yön değiştirmiştir. Coğrafik konumuna atfedilen önem aşılmıştır. Dünya yeniden yapılanırken, yeni güç dengeleri oluşurken, Türkiye’nin stratejik değişikliğe gitmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu nedenle Kürtlerle barışmak hem gereklilik hem de zorunluluktur. İmralı’yı muhatap almalarını bu minval üzerinden ele almak gerekir.
Kürt-Türk barışı, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek vazgeçilmez bir strateji haline gelmiştir. Sadece Türkiye değil, Ortadoğu’nun çehresi Kürtlerle değişecektir. Bölgenin demokratikleşmesinde, İsrail ve Filistin çatışması da dahil, bölgesel barışın sağlanmasında, halklar arası kurulacak demokratik ulus bağlarıyla yeni bir sistem kurulmasına vesile olacaktır. Bunun yeterince görülmemesi ve değerlendirilememesi ciddi bir kayıptır.
Türkiye, Yahudi toplumuyla barışık yaşamanın yolunu bulmadan, İsrail’e ver yansın ederek kendisine düşman üretmekten başka bir işe yaramıyor. Filistin halkını siyasi aparat olarak iç ve dış siyasetin malzemesi gibi kullanan AKP-MHP ikilisi, İsrail’i tehdit olarak algılıyor ve bunun için de Devlet Bahçeli feveran ediyor.
‘Kudüs’ün düşmesi, Ankara’nın yanması, İstanbul’un kavrulması’ anlamına geleceğini söyleyen Devlet Bahçeli, ‘ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı Türkiye-Rusya-Çin ittifakı inşa edilmelidir’ çıkışı temelsiz bir savrulmadır. Yumurta kapıya dayandığında yaşanan şaşkınlığın belirtisidir. Hatta İsrail karşıtı çıkışlar kendi içinde tutarsızlığı da barındırmaktadır. Çünkü Rojava’ya dair politikalar Kürtleri İsrail tarafına itmektedir.
Türkiye, Rojava’ya ölümü gösterip sıtmaya razı etme sevdasından vaz geçmezse, Suriye’yi tümden kaybedecektir. Bahçeli’nin bahsettiği ‘ABD-İsrail şer İttifakı’nın değirmenine su taşıyacaktır. Rojava’yı kılıçla, ölümle tehdit ederken Rojava’nın seçeneksiz olmadığını bilmeleri gerekir.
Dünya ve bölgesel gelişmeler bütünlüklü ele alındığında Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları İmralı’da kurulan barış masasında şekillenecek ve temsil edilecektir. İmralı masasını siyasi kumar masası gibi ele almak, iktidarın çıkarı için kullanmak, Rojava konusunda habire el yükselterek siyasi blöf yapmak, en hafif deyimiyle çapsızlık ve öngörüsüzlüktür, işin ciddiyetiyle bağdaşmamaktadır.
Yeni bir Türkiye kurgulanırken, başta Önder Apo olmak üzere diğer siyasi tutsaklar için yasal mevzuat gereği uygulanmayan umut hakkını dahi lütuf gibi sunmak akıl yoksunluğundan başka bir şey değildir. Uzun vadeli çıkarlar perspektifiyle sorunlara yaklaşıp çözüm üretme yerine, bireyleri hukuki ve siyasi haklarından mahrum bırakarak barışa yol alınamaz.
Kendi içinde barışık olmayan bir Türkiye’de siyaset tıkanmış demektir. İktidar ve muhalefet arasında sürmekte olan iç siyasetteki horoz dövüşü, gündemi bulandırmak ve halkı oyalamaktır. Temel sorunlar yerine tali sorunlarla vakit harcama ve efor kaybıdır. Türkiye için ciddi bir eksen kaymasıdır.
Savaş mantığıyla Kürt sorununu çözme dönemi Türkiye için kapanmıştır. Savaşla kazandıklarını günün birinde savaşla kaybedecekleri muhakkaktır. Ortadoğu’nun kanlı tarihi geçmişi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Halkların etnik ve dini inanç aidiyetlerinden türetilen bölgesel sorunları savaşla çözmek, taraflar arasında tam bir kıyıma yol açacaktır.
Gazze’de yaşanan insani kıyım buna en somut örnektir.
PKK’nin feshi ve silah yakma eylemi Türkiye için tarihi bir fırsat sunmuştur. Barış ve demokratik taleplerin yerine getirilmesi halinde Türkiye şaha kalkacaktır. Eğer varsa devlet aklı devreye girmelidir. Türkiye dar kısır çekişmelerden, polemiklerden, suni gündemlerden hızla sıyrılarak, Kürtlerle kalıcı barışı bir an önce tesis etmelidir. Kum saati herkes için dolmaktadır, yakalanan fırsat kaçırılmamalıdır.
