Uçurumlar: Umarım annem intihar etmez

Kültür/Sanat Haberleri —

Pilar Quintana

Pilar Quintana

  • Pilar Quintana’nın “Uçurumlar” kitabı ihmal edilmiş 8 yaşındaki Claudia’nın ailesine tutunma çabasıyla ilgili. Hikaye yazarın doğduğu Cali şehrinde geçiyor.

BİLGE AKSU

Üç beş yıl önce elime geçen bir kitapta, çocukların büyüme döneminde çeşitli aile yapılarında nasıl sonuçlarla karşılaşacağı üzerine örnekler veriliyordu. Tavsiye eden kişinin etkisiyle mi bilmem, başta kitapçı raflarının en popüler kısmını dolduran kişisel gelişim soslu psikoloji kitaplarından sandım. Elimde epeyce süründükten sonra o yılın ders programındaki devasa boşluklardan birinde, giren çıkanın ve tantananın eksilmediği öğretmenler odasında kapağını açmaya karar verdim. İronikti biraz. Kitabın adı da Boşluk Hissi’ydi çünkü. Buraya kadarki gidişattan yanıldığımı çıkarmışsınızdır, daha fazla yorum yapmayayım.

Jonice Webb’in, epeyce ses getirdiğini sonradan anladığım bu kitabı 10’dan fazla sınıflama içeren ve çocuk-ebeveyn ilişkisinde yapılması korkunç sonuçlar doğurabilen davranış örüntülerine ilişkindi. Akabinde kimi sohbetlerde bu sınıflamalardan bazılarını sayarak, “Sen hangisisin seç bakalım!” diyerek darladığım insanlar oldu. İnsan tanımanın etkili bir yöntemi. Kendi sınıflamamı elbette ilk anda bulup üzerine uzun uzun düşündüysem de, beni hiç alakadar etmediği halde içime en çok oturanı, “Çocuk Ebeveynler” diye özetleyeceğim talihsiz kişilerin anlatıldığı kısımdı. Bir cümleyle anlatırsak, bu modelde ebeveynler kendi aile ilişkilerinde öylesine ihmal edilmiş haldedir ki, yıllar sonra kendi çocukları olduğunda onlara çocuk gibi davranmak isterler; böylece krizleri çözmek zorunda kalan ufaklıklar, zaman içinde kendi anne-babalarının ebeveynlerine dönüşür. Yıllar sonra onların çocukları ise aynı kitapta geçen başka sınıflamalara dahil bulurlar kendilerini. İhmal meselesi biraz böyledir, birinin çıkıp zincirleri kırması gerekir.

 

 

Uçurumlar: İhmal edilmiş bir çocukluk

Pilar Quintana’nın geçen yıl Türkçede yayınlanan “Uçurumlar” kitabı ihmal edilmiş bir çocuğun ailesine tutunma çabasıyla ilgili. Yazarın daha çok bilinen ve pek sevilen “Köpek” adlı kitabını belki duymuşsunuzdur. Daha kısa, daha kolay okunan ve çeşitli yorumlarda farklı yönleriyle düzenli olarak ele alınan bir kitap. Kimi izlekler ortak. Kolombiya’nın ortalama bir şehrinde, bir yanı Pasifik’e açılan bir evrende, sınıfsal çatışmaları da içeren, ırkçılıktan sokak hayvanlarına kadar uzanan bir hikaye. Uçurumlar ise bana göre daha dertli. Çünkü girişte bahsini ettiğim konuya dair: İhmal edilmiş bir çocukluk ve onun ihmal edilmiş ebeveynleri.

200 küsur sayfalık bu roman yazarın doğduğu Cali şehrinde geçiyor. Claudia isimli çocuk henüz 8 yaşında. Onunla aynı adı taşıyan annesi, kendinden epeyce büyük biriyle evlenmiş mutsuz bir kadın. Babamızsa çok gerekli olmadığı durumlarda hiç konuşmayan, içe dönük biri. Yazarın atmosferi oluşturmak için daha ilk sayfadan giriştiği betimlemeler anlatı boyunca sürüp giden önemli bir detay. Orta sınıf bir aile bu. Salonlarında onların orman diye nitelediği, annenin adı konmamış yaralarını sarmak için benimsediği çiçekler ve saksılar var. Kitabın adını oluşturan uçurum kavramı ilk olarak küçük Claudia’nın üst kata çıkan merdivenden aşağıdaki çiçeklere bakarak yaptığı benzetmede çıkıyor karşımıza. Ve elbette mecazen anneyle babanın arasındaki, hatta çocukla ailenin arasındaki uzaklığa da işaret ettiğini sonraları anlıyoruz.

Esasen Kolombiya’nın örf ve adetlerine, aile yapısına ve gündelik yaşantısına dair bir roman bu. Anne Claudia’nın yine büyük yaş farkına sahip ebeveynleri bir şeyleri doğru yapsa biz belki bu kitabı okumayacaktık. Dedemiz oldukça öfkeli, kimi betimlemelerde belirtildiği üzere vücudunun her yerinden kıllar fışkıran bir “bozayı”. Ninemizin oyun partilerine ve sosyal ilişkilerine bakarsak epeyce uyumsuz bir evlilik bu. Dolayısıyla bizim 8 yaşındaki zavallı Claudia’mızın bu hale gelmesi kendi annesinden ya da onun ebeveynlerinden değil, en az üç üst kuşaktan, şöyle böyle 70-80 yıl öncesinden ileri geliyor. İnsanları bazı evliliklere zorladığınızda bunun kötü sonuçları olur.

Babamızda da durum farklı değil. Doğduğu esnada annesi ölmüş. Anlayışsız babası ise bunu bir cinayet olarak yorumlamış. Hayırsız bir evlat olmak, çoğu zaman iyi kötü akıl sağlığınız geliştiğinde edindiğiniz kimi tutumlara dairdir ama burda doğum esnasında annenizin ölmesi yeterli. Dolayısıyla küçük Claudia’nın babası, doğuştan hayırsız ve öksüz bir evlat. Babası tarafından teyzesine terk edilmiş. Zaman içinde düzelmesi beklenmeyecek bir travma.

Claudia’nın hikayesi

Neyse biz sonuca bakalım. Eski aşkları ve hayata dair özlemi her şeyin önüne geçen bir anne ve öksüz başladığı yaşantısını sessizce sürdüren bir babanın etrafında, 8 yaşındaki zavallı Claudia’nın hikayesi bu. Annesiyle ilişki kurmak için tıpkı onun gibi magazin dergileri okumayı, kimi ünlü kadınların üzgün yaşantısını dert edinmeyi yahut salondaki çiçeklerin nasıl daha iyi görüneceğine kafa yormayı kabullenmiş bir çocuktan bahsediyoruz. Arka kapakta da söylendiği gibi, hayatı yetişkinlerin gözünden görmekten başka çaresi yok, çünkü ona kimse ne yapması gerektiğini yeterince söylemiyor. Annenin gizli aşkları, babanın paranoyaları onun şahitliğinde yaşanıyor. Çünkü tüm bunlar ebeveynlerin saklayamadığı şeyler değil, aksine onun fikrine yahut “casusluğuna” ihtiyaç duydukları şeyler.

Yazarın üslubu çoğu noktada başarılı. 8 yaşındaki bir çocuğun zihninden tüm bunları anlatmak kolay iş değil. Bazen böyle bir çocuktan beklenmeyecek ifadeler, iç konuşmalar geçse de genel olarak kimi meseleleri ele alırken lafın tamamını söylemeyip okuyucuya alan bırakmak için iyi bir yöntem. Çocuğun halası Amelia’nın uçarı halleri ve yıldırım hızında evlendiği Gonzalo’nun tuhaf tavırları, anneyle yasak ilişkisi başlamadan önce bile sezdiriliyor. İlişki başlayıp ifşa olduklarında annenin yaşadığı utanç ve ayrılık yassı da aynı biçimde verilmiş. Anne aniden alerjik rinite yakalanıp yataktan çıkmıyor, şiş gözlerle ve kapalı perdelerle bütün gün uzanıyor öylece. Bunu daha önce dedemiz ve ninemiz öldüğünde, bir de sonraları en yakın arkadaşı Gloria Ines intihar ettiğinde görüyoruz.

Önemli temalardan biri de intihar tabii. Annenin adı konmamış depresyonu sonrasında çocuğundan uzak kalmak için harcadığı çaba bazen duvara tosladığında karşılaşıyoruz bununla. Ha bire magazin dergileri okuyan bir anneniz varsa, onunla konuşmak için sizin de biraz bilgilenmeniz gerekir. 80’lerin önemli figürleri, 90’ların magazinel olayları bunun için yeterli olabilir. Mesela Monaco Prensesi Grace Kelly bile intihar etmişse, bunun önemli ve gerekli bir sebebi vardır diye düşünürsünüz. Bunu annenizle konuşmaya kalktığınızda, hasbelkader zavallı kadıncağıza hak verdiğini görürseniz içinizdeki kimi ipler kopuverir. Grace Kelly, geride kalan çocuklarına rağmen intihar etmişse, sizin anneniz de bunu kolaylıkla yapabilir örneğin. İşte size yepyeni bir travma. Lady Diana’nın tuhaf ölümü, aile dostları Rebeca’nın bir gece yarısı sarhoş şekilde ve kocasıyla kavga ettikten sonra ortadan kaybolması da bunlara eklenince, 8 yaşında bir çocuk olarak zihniniz allak bullak olur. (Hiçbir şeye yorum yapmayan baba figürünü unutmayalım.)

 

 

Efsaneler, eski hikayeler

Aile ilişkilerini de içerse bile, bana göre kitabın en önemli bağımsız izleği doğayla kurulan ilişki. Uçurumlar adı verilmesinin sebeplerinden biri aynı zamanda. Annenin Gonzalo’yla yasak ilişkisi ifşa olduktan ve çoğu ailede olduğu gibi, kısıtlı bir gerilim sonrası her şey halının altına süpürüldükten sonra annenin isteğiyle gidilen çiftlikten bahsediyorum. Küçük Claudia’nın annesine dair endişelerinin zirveye ulaştığı, terk edilme hissinin yoğunlaştığı bu kısımlarda bir çocuğun, karar alma mekanizmalarından uzakken hayatla baş etme çabasının zirveye ulaştığını görüyoruz. Yazarın ülke panoramasına dair bana göre zayıf kalan ama yeterince çabaladığı kimi efsaneler, eski hikayeler ve göndermeler içeren anlatılarının da etkisiyle buralarda kimi zaman bastıran sisin içinde eskiden intihar etmiş mutsuz kadınların hayaletleriyle, kimi zaman annenin samimi olmayı yasakladığı kahyanın hayali karakterleriyle, kimi zamansa anneyi sarhoş halde yakaladığımız dipsiz uçurumlar ya da üç beş renkli yılanların zehriyle başbaşa buluyoruz kendimizi.

Anlatının sınıfsal katmanı da burada zirve yapıyor. Annenin gözünden ilerlersek, çoluğu çocuğu bırakıp gitmek için dahi belirli bir ekonomik rahatlığa sahip olmak lazım. Çiftliğin asıl sahibi Rebeca’nın yahut Grace Kelly’nin yaptığı gibi, arkada çocuğumuz varken uçuruma arabayı sürüvermek kolay iş değil. Küçük Claudia’nın bu kısımlarda, henüz intiharı yahut ölüm konseptini anlamadan sorduğu sorulara en fazla anne gibi, “Mecburiyetlerden yorulmuşlar!” diyip geçebiliriz.

Sembolizmin had safhaya ulaştığı son bölümde, anneyi bir iki kez uçurum kenarından alan küçük Claudia’nın, o ana kadar hayali arkadaş klasmanına sokmayı başardığı güzeller güzeli oyuncak bebeği Paulina’nın kendini uçurumdan atması kimilerine göre ucuz bir numara olsa da benim için yazar açısından oldukça makul bir kaçış yöntemi. Koskoca annenizi kendini uçurumdan atmamasına ikna etmenin yolu her neyse onu devreye sokar ve sonucu beklersiniz. Ama elbette bu kısımda artık küçük Claudia’mızın resmen büyüdüğünü, yaşam ve ölüm konseptini anladığını ve bir oyuncak bebeğin, bir hayali arkadaşın kendini uçurumdan atmasının yine de makul olamayacağına herkesi ikna etmeyi başardığını kabul etmek şartıyla. 8 yaşında bir çocuk olarak, ölüm konseptini anlamış ve ebeveynlerinizi bunu anladığınıza ikna etmişseniz, yazar açısından nihai hedefe de ulaşmışsınızdır.

Girişte bahsettiğim çocuk ebeveynlik meselesi, finalde somutlaşıyor. Çiftlikten döndükten sonra, bebeğimizi uçuruma atarak önemli bir ders verdikten sonra bir şeyleri başardığımızı sanıyoruz ama okuldaki bir ödevde öğretmen, çocuklar yapamaz diye ısrarla “Bu ödevde annenizden yardım alın.” dediğinde annemiz tam da bir çocuğun yapması beklenen hatayı yapıp bize koca bir sıfır aldırınca, vereceğimiz derslerin bir önemi olmadığını anlıyoruz. Çocuk ebevenle çocuk olmamak gerekir. Tam da yazarın söylediği gibi, bu koca sıfırı hak ettikten sonra eve döndüğümüzde, artık çiftlikte olmamanın getirdiği rahatlıkla, Cali’nin dağlarından esen rüzgar evdeki ormanı şöyle bir dalgalandırıp serinlettiğinde, tam da kitabın son cümlesi gibi “evde anneye rağmen bir bahar havası estiğinde” daha iyi anlıyoruz bunu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.