Vakıf üniversitelerinde marabayız!

Dosya Haberleri —

Akademi/Çizim: Burcu MAYIS

Akademi/Çizim: Burcu MAYIS

Akademisyenlerle mektuplaşmalarımızın 4. bölümüne yer veriyoruz. Vakıf Üniversiteleri'ndeki akademisyenlerin yaşadıklarına tanıklık edeceğiz

  • Feodalitede derebeyinin topraklarında karın tokluğuna çalışan, hasattan karnını doyuracak kadar ürünün kendisine bırakılmasına şükreden marabayım ben. Bana şu dersleri vereceksin, şu işleri yapacaksın denir. İtiraz edersem nankörlükle suçlanırım.

MİHEME PORGEBOL

Söz konusu eğitim olunca en çok tartışılan ve üzerinde en çok söz üretilen konuların başında fırsat eşitliği gelir. Çoğunlukla farklı koşul ve imkânlara sahip iki öğrencinin başarı ihtimallerinin kıyası üzerinden ilerleyen bu tartışmalarda en sık duyulan cümlelerin başında "Başarı puanı yetmiyorsa, parasını verip okur" gibi cümleler gelir. Yetersiz başarı puanına rağmen parasını vererek okunabilen üniversiteler çoğunlukla vakıf üniversiteleridir. 2021-2022 eğitim-öğretim yılına girerken açıklanan verilere göre Türkiye'de 78 vakıf üniversitesi bulunuyor. Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) 2019'da yayımladığı Vakıf Üniversiteleri raporuna göre bu üniversiteler Türkiye'nin yalnızca 11 ilinde bulunuyor ve toplamda 156 bin öğrenciye eğitim veriyor.  Bu üniversitelerin de çoğu İstanbul'da. Bu üniversitelerde toplam 13 bin 843 öğretim elemanı bulunuyor. 

Şirketler yönetiyor

YÖK'ün kendisi yayımladığı raporlarda vakıf üniversitelerine dair en büyük soruna "Öğretim üyesi sayısı arttırılmalı; Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı oranı düşürülmeli!" ifadeleriyle dikkat çekiyor. Vakıf üniversitelerinin çoğunda öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 40'ın üzerinde. Yine 2021 yılı raporlarına göre vakıf üniversitelerinde tanıtım ve reklam için yaklaşık 125 milyon TL harcanırken üniversitelerin kütüphane yatırımları 100 milyon civarında seyrediyor. Büyük çoğunluğu şirketler tarafından yönetilen bu üniversitelerde çalışan akademisyenlerin özel sektörün herhangi bir alanında çalışan diğer insanlardan neredeyse hiçbir farkı yok. Hatta çoğu temel hak ve özgürlükler bağlamında birçok sektörden daha dezavantajlı durumdalar. Tahmin edileceği gibi ücretlendirmede usulsüzlükler, ağır iş yükü, mobbing, tehdit, kayırma almış başını gidiyor. YÖK'ün uyguladığı sansür ve baskının yanına bir de üniversitenin bağlı olduğu kişi, kurum ve kuruluşların sansür ve baskılarını da eklediğimizde herhangi bir vakıf üniversitesinde çalışan bir akademisyenin ne kadar özgür olabileceği apaçık beliriyor.

Dizinin bu mektubunda Yeni Özgür Politika okurlarına seslenen kişi bir vakıf üniversitesinde görev yapan bir doçent. Mektup, vakıf üniversitelerindeki sömürü ve tahakkümü içeriden birinin ağzından, tanıklıklarından yola çıkıyor. 

Değerli Yeni Özgür Politika okuyucuları,

Ben bir vakıf üniversitesinde akademisyenim; ya da akademisyen olarak kalmaya çalışıyorum diyeyim. Biz vakıf üniversitesi akademisyenleri birbirimize sık sık “Siz yine iyisiniz bilmem ne üniversitesinde hocalara şöyle şöyle yapıyorlarmış” diye teselli verecek cümleler kurarız. Hep daha fenasını yapan bir başka üniversite vardır. Akademisyenlere sabah 9 akşam 5 mesaisini zorunlu tutan bir üniversite mi mevzu bahis, hemen üniversitenin giriş ve çıkışında kart bastıran örneklerden söz açarız.

-Aa, x üniversitesini duymadın mı? Rektör herkes odasında mı değil mi her gün kontrol ediyormuş.  

-Peki ya Y üniversitesini duydun mu? Z hoca saat 16.40’da çıkmış. Genel sekreter cebinden aramış hocam geri dönün lütfen mesainiz daha bitmedi demiş adam yoldan dönmüş.

Bu diyaloglar halimize şükrederek sonuçlanır. Hangi üniversitenin ne kadar akademisyen düşmanı olduğunu birbirimize anlatır dururuz. Mobbingden şikayetçiysek daha ağırını yapan başka üniversite mutlaka vardır, maaşları asgari ücretten yatıran bir üniversiteyi konuşuyorsak ortamdaki biri çıkıp üniversitesinde ders saati ücretinin 30 TL’ den hesaplandığını söyler. Yine halimize şükrederiz. 

İrademiz de ipotek altında

Bizim maaşlar iyi ama sigortam asgariden yatıyor diyen arkadaşımızı teselli ederiz ve emekliliğine yakın tam maaş üzerinden sigorta yatıran bir üniversiteye geçmesini salık veririz. Dava açmak mı? Sigortaya şikâyet etmek mi? Yok, biz üniversite sahiplerinin mamelekine dahiliz, irademiz de ipotek altında. Hem dava açarsak başka üniversiteye geçerken bu duyulur, iş bulamayız. Hem zaten sigortayı tam yatıran ya da sözleşmede yazan rakamı maaş olarak ödeyen kaç üniversite kaldı ki? Maaşlarını aylarca alamadıktan sonra akademisyenlerin sessizce ayrıldığı bir üniversite vardı. Yerlerine ders verecek birileri peydahlandı. Bir idareci öyle demişti bir toplantıda bize. “Yeter ki ders vereyim üniversitenizde para istemem diyenler var. Kapımız açık. Beğenmeyen gider. Yerinize yenisi gelir.” 

Anonim olmasaydı yazamazdım

Sigortalarının yatmadığı için itiraz eden asistanlara "Nankör" demiş bir mütevelli üyesi, arkadaşımın üniversitesinde. "Şirket mantığıyla yönetiliyor üniversite" diyorsunuz ya hani bence öyle olsaydı vakıf üniversitesi akademisyenlerinin grevlerini ya da en azından kitlesel protestolarını görürdünüz kamuoyunda. yüzde 5 bile zam yapılmadı bu yıl çoğu vakıf üniversitesinde maaşlara. Duydunuz mu hiç? Mektup yazarlarının anonim tutulacağı sözü verilmemiş olsaydı ben bunları yazamazdım. İş güvencem filan yok benim. Kapının önüne koyarlar. Efendim? Doktorama, yayınlarıma, kazandığım ödüllere, parlak CV'me mi güveneyim? Ahaha! Güldürmeyin beni. 21. yüzyılda hortlayan bu vahşi kapitalizmin çarkları liyakat dinler mi sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Size olan biteni anlatayım.

Marabayım ben

Birçok vakıf üniversitesinde şirket mantığı filan yok. (Olanları tenzih ederim) Feodalitede derebeyinin topraklarında karın tokluğuna çalışan, hasattan karnını doyuracak kadar ürünün kendisine bırakılmasına şükreden marabayım ben. Bana şu dersleri vereceksin, şu işleri yapacaksın denir. İtiraz edersem nankörlükle suçlanırım. Bana ekmeğimi veren patronuma minnet etmem, onun refahı için çalışıp kârının azalmaması için çabalamam beklenir. Öğrenci sayıları mı düştü, hatta düşme ihtimali mi belirdi, mütevelli ilk önce bana verdiği ekmeği küçültür. Akademisyen maaşları vakıf üniversitelerinin kâra geçmesinin önünde engeldir. Kaşık düşmanı akademisyenler! Zaten ne yapıyorlar ki, taş atıp kolları mı yoruluyor? Akademisyen olmayan bir idareci bir keresinde “Herkes her dersi verir hocam" dediydi bana. "Açar kitabı önüne okur, koyar powerpointi, slaytları sıralar. Uzmanlık alanı falan filan bunları abartmayın” dedi.  "Olmaz ama! Alan, kürsü, anabilim dalı ayrımı..." deyip itiraz edecek oldum. “Yok hocam öyle şeyler artık. YÖK bile bıraktı bunları” dedi. Sonra ben de kabullendim. Uzmanlık alanım olmayan dersleri verdim.

22 saat ders zorunlu 

Sonra birden senenin ortasında önümüze yeni sözleşme metnini koydular. Haftada 22 saat ders yükü zorunlu yazıyordu. Güldük geçtik. Çoğumuz haftada 26-30 saat arası ders anlatıyorduk. Aynı zamanda idari görevleri yerine getiriyorduk ve düzinelerce öğrencinin danışmanlığını yapıyorduk. Ha bir de akademisyenler SSCI makalesi yayınlamamışsa yıllık performans puanı düşüyordu. Sözleşmesinin yenilenmesi için performans değerlendirmesinden geçmeliymiş. Yıllar içinde performans değerlendirmesinden geçemeyen hocaların sözleşmelerini yenilemeyen üniversiteleri gördük, işsiz kalışlarına tanık olduk. Atları da vurdular, biz de titreyerek izledik. Performans düşüklüğü bahanesiyle asistanları onar onar işten çıkaran ve "Susmazsanız tazminatınızı ödemeyiz" diye tehdit eden vakıf üniversitesini gördünüz mü haberlerde? Gencecik akademisyenler alkışlayarak protestolarını göstermeye çalışıyordu da rektör yardımcısı parmak sallayarak üzerlerine yürüyordu hani. "Eğitim bu değil" diyebildi bir akademisyen. “Eğitim bu!” diye celallenip tekrar üzerlerine yürüdü rektör yardımcısı. 

En sindirilmiş çalışan grubuyuz

Kime neyin hesabını sormalı bilemiyorum da rektör yardımcısına iki şeyi sorabilsem iyi olurdu:

1. Zaten işsiz bırakmışsınız bir de dövecek misiniz beyefendi? 

2. Siz akademisyen değil misiniz, neden akademisyenlerden yana değil de sermayeden yanasınız? 

Bizi bize kırdıran nedir sorusu yapısal analizleri ve tarihsel kurulmuş ittifakları çözümlemeyi gerektiriyor. Misal bizim üniversitede "Maaşınız düşürüldü" mailleri gönderildi. Kime gönderildi, kime gönderilmedi birbirimizden bile sakladık. "Küçülüyoruz, maaş politikası değişti" dediler. O sırada devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin maaşıyla vakıf üniversitesindekilerin maaşının eşitlenmesi kararı çıkmıştı yargıdan. Emsal karar diye gazeteler manşetten verdiler. Uygulanmayacağından emindik, sevinmedik bile. İş hukuku güvenceleriymiş, sözleşmeden doğan haklarımızmış, emsal kararmış bunlar bizim hayatımızı etkilemedi hiç. Biz haklarını aramak konusunda belki de en sindirilmiş çalışan grubuyuz. Örgütlenmemizin bu kadar gecikmesinin sebebinin sadece serbest piyasanın kuralları olduğunu sanmıyorum. Devlette çalışırken sendikalıydık. Bilimsel özerkliğe ve düşünce özgürlüğüne totaliter rejimin müdahalesine karşı örgütlü olarak direnen insanlardık. En azından burada yazdığım çizdiğime sansür uygulanmıyor diye mi bu teslimiyet? Öğrencilere siyasi görüşlerini ifade ettiler diye soruşturma açıp ceza vermeye bizi zorlamıyorlar burada diye mi bu minnet? Gidecek başka bir köy kalmadığı için mi bu atalet?

Değersizleştirildik 

Mesela emekli hocaları yaş bahanesiyle tasfiye ettiler. Aralarında 3-5 kuruşu kabul edenleri norm kadroda göstermek için tuttular. Adına şerefiye dediler. “Profesörmüş, doçentmiş kimse vazgeçilmez değil, hepinizi kapının önüne koyar dersleri asistanlara verdirir, ismini kullanmamıza izin veren üç beş emekli profesörün adını da YÖK’te gösteririz görürsünüz gününüzü” mesajı çok netti. "Hoca kısmısına çok yüz vermemek gerek" dedi akademisyen olmayan idareciler yüzümüze karşı. Böyle değersiz hissettirildiğimiz için mi bilmem dayanışamadık, birleşip ortak tavır alamadık. 3-5 kuruş alarak isminin gösterilmesine onay veren emekli hocalar yardımcı doçentlerin, doçentlerin işsiz kalmasına sebep olduklarını bile bile bu değirmene su taşıdılar. Birbirimize güvenemedik.

CİMER’e şikâyet eden!

Öğrencilere de güvenemedik. Duyunca çok üzüldüm, öğrenciler üniversiteyi tercih ederken kadrosunda kaç hoca var, kimler ders veriyor diye bakmıyormuş. Piyasa araştırması yaptırdıkları şirketler mütevelliye öyle söylemiş. Öğrenci nasıl olsa geliyor. Fordist üretimde üretim bandı akıyor. Diploma endüstrisinin çarkları dönüyor. Öğrenci müşteri, bizden de beklenen, çağrı merkezinde “size nasıl yardımcı olabilirim” diyen operatörlerin verdiği gibi bir hizmet. İdari kadrodan akademisyenlere yazılan o bitmez tükenmez “öğrenciye yardımcı olunması …” mailleri! “Öğrencimizin mağdur edilmemesi”, “öğrencinin mağduriyetinin giderilmesi” söz öbeklerinin anlamını vakıf üniversiteleri akademisyenlerine soracaksınız. Çoğu bilir. (Ne mutlu bilmeyene.) Sınavda sorulan sorulardan memnun kalmayan, çalışmayıp sınıfta kalan, kopya çekerek geçmeyi hak ettiğini düşünen öğrencinin mağduriyetinin giderilmesi de görev tanımında. "Bütünlemede hepimizi bıraktı" diye CİMER’e hocasını şikâyet eden vakıf üniversitesi öğrencisi, sana ayrıca kırgınım.

Sevgili Yeni Özgür Politika okuyucuları,

Gördüğünüz üzere akademik üretim buralardan taşınalı epey oldu. Akademisyen kalmaya çalışıyoruz. Öyle hissetmek meslek edindirme kursu kadar bile işlevsel olmayan bir yerde her geçen gün daha zorlaşıyor. Ama beterin beteri var. Geçen gün bir arkadaşım eski üniversitesinde genel sekreterin bölüm başkanına, "Siz bu ay printerdan çok çıktı almışsınız, çıktı alma sayınız dolmuştur" diye antetli, imzalı yazı gönderdiğini anlattı. Bizimkiler lokmamızı sayar gibi aldığımız çıktıyı saymıyorlar en azından. Her marabanın koşulları da aynı değil sonuçta. Bazı derebeyleri daha az zalim. Ne diyelim Allah razı olsun beyim.

* * * 

Not1: Bu seriye mektup yazan akademisyenlerin mevcut durumları göz önünde bulundurularak güvenlikleri öncelenmiştir. Kendilerine ve kimliklerine dair herhangi bir ipucuya dahi yer verilmemeye özen gösterilmiştir.

Not2: Dosyamızda yer alan çizimler her mektup için özel olarak Burcu Mayıs tarafından hazırlanmıştır. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.