Xoybûn ve Cemilpaşazadeler

Dosya Haberleri —

  • 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında silahlı mücadelenin, yerini daha çok siyasal mücadeleye bıraktığı görülür. Bu aşamada, gerek kendi bölgelerinde, gerek İstanbul’da, gerekse Avrupa’da eğitim gören ve büyük çoğunluğu mîr ve aristokrat ailelere mensup gençlerin yürüttüğü yeni mücadele, siyasal-ulusal karakterdedir ve giderek genişleyen bir kadro içermektedir.

Mehmet BAYRAK

Bugün, gerek inceleme- araştırma alanında gerekse eski Kürt aydınlarının anıları bağlamında elimizde, XOYBÛN’dan söz açan çok sayıda bilgi ve belge bulunuyor.

Ancak, anıların ayrıntısına girmeden gazeteci-yazar Halil İbrahim Uçak’ın yıllar önce “Cemiloğlu Ailesi” üstüne hazırladığı bir çalışma dolayısıyla benden istediği yazıya özetle yer vermek istiyorum. (Bkz. Kürdoloji Belgeleri-II, 2004, 283-284).

Kürt ulusal hareketinde ana hatlarıyla şöyle bir panorama ile karşılaşırız. 19. yüzyılın başlarında yoğunlaşan Kürt-Osmanlı çelişkisi ve mücadelesinde iki mîr ailesinin ismi öne çıkar: Babanlar ve Bedirxanlar. 19. yüzyılın ikinci yarısının ortalarına kadar yurtseverlik bağlamında Kürt ulusal hareketine bu iki aile adeta damgalarını vururlar.

Bu mîr ailelerinin nüfuzlarının önemli ölçüde kırılmasından sonradır ki; dinsel-ulusal parolalarla ortaya çıkan “şeyh”, “seyyid” ve “pir” ailelerinin, mîr ailelerinin bıraktığı yerden bu mücadeleye devam ettikleri görülür.

Şeyh Ubeydullah Nehrî ile başlayan bu dinsel-ulusal önderliği, daha sonra Barzani, Talabani ve Berzenci gibi şeyh aileleri ile kimi “Ocaklar”ın sürdüğü görülür.

19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında silahlı mücadelenin, yerini daha çok siyasal mücadeleye bıraktığı görülür. Bu aşamada, gerek kendi bölgelerinde, gerek İstanbul’da, gerekse Avrupa’da eğitim gören ve büyük çoğunluğu mîr ve aristokrat ailelere mensup gençlerin yürüttüğü yeni mücadele, siyasal-ulusal karakterdedir ve giderek genişleyen bir kadro içermektedir.

İşte, bu yeni kadroda gördüğümüz önemli ve etkin ailelerden biri de Cemilpaşazadeler’dir.

1902’de vafat eden Cemil Paşa’nın Kemal ve Cevdet adındaki oğulları bu mücadelede hayatlarını kaybetmişler; büyük bölümü yüksek eğitimli çocuklarının ve torunlarının hemen tamamı da kendilerini bu milliyetçilik dalgasının içinde bulmuşlardı. 1908 Meşrutiyet devrimi sonrasında kurulan Kürt demokratik örgütlerinin birçoğunda yeraldığını görürüz.

1925 Hareketiyle ilişkilendirilip Diyarbaktır’daki Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan aydınlardan birçoğu da bu ailedendi: Cemilpaşazade Kadri Bey, Ömer Bey, Cevdet Bey, Memduh Bey, Ekrem Bey, Ahmed Bey ve Muhiddin Bey bunlar arasındaydı.

Bunlardan Kadri, Ekrem, Memduh Selim, Mehmed Cemil ve Ömer Bey’lerin; 1927’de kurulan Xoybûn örgütünde de aktif rol aldıklarını görüyoruz. Burada adı anılan ve anılmayan onlarca Kürt aydınının, büyük bölümü sürgünde olmak üzere bir ömürlük çabasına tanık oluyoruz.

Son yüzyıllık Kürt ulusal-demokratik mücadelesine tanıklık eden sayılı hatıra kitabından ikisi de Cemilpaşazadeler tarafından kaleme alınmıştır.

Bunlar, Kadri Cemilpaşa’nın “Zinar Silopi” adıyla kaleme aldığı “Doza Kurdistan” adlı hatıra kitabı ile Ekrem Cemilpaşa’nın “Muhtasar Hayatım” ( Kısaca Hayatım) adlı anı kitapçığıdır.

Kadri Cemilpaşa’nın “Doza Kurdistan/ Kürt Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları”, yakın dönem Kürt tarihini inceleyecekler için başlıca başvuru kaynaklarından birisidir. Ancak, “Muhtasar Hayatım” için aynı şeyi söyleyemeyiz. Daha önce bir “Kürt Tarihi” de yazmış olan Ekrem Cemilpaşa, anılarını neden 1973’te ölümünden yalnızca bir yıl önce ve “muhtasar” yani “özet” olarak yazdı, anlamak gerçekten mümkün değil!..

Sözgelimi 1919 yılında, Celadet ve Kamuran Bedirxan’la beraber birkaç ay boyunca Binbaşı Noel’le birlikte Fırat’ın batısındaki Kürt yerleşimlerinde bir geziye katılmış ve Noel, bu geziyi ertesi yıl “Kürdistan-1919” adıyla bir kitap bütünlüğünde sunmuşken; Ekrem Cemilpaşa bu önemli geziyi sadece iki sayfalık bilgiyle geçiştirir.

Yine, M. Kemal’in 1922’de “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi” sıfatıyla kendisine  “Kürdistan’a mahalli özerklik” verileceğine dair bir genelge gönderdiği Elcezire Cephesi Komutanı Nihat Paşa; bildiğimiz kadarıyla Ekrem Cemil’in birlikte çalıştığı bir komutandır. Ekrem Cemil’in hatıralarında buna ilişkin bir şey görmek de mümkün olmuyor. Celadet ve Kamuran Bedirxan’ın bu geziye ilişkin anılarının ise kesmen Rewşen Bedirxan’ın anlatımlarıyla Mehmed Uzun’un hazırladığı “Bîra Qederê” (Kader Kuyusu)nda ifadesini bulduğu anlaşılıyor.

Öyle görünüyor ki, Batılı kafayla Doğulu kafa arasındaki temel farklardan biri bu.

 


 

Kürt aydınlarının ‘Xoybûn’ değerlendirmesi

1993 yılında ilk kez İstanbul’da kitap fuarında yüzyüze görüşüp sohbet ettiğim Kürt romancı Mehmed Uzun, bana, “Blêç Şêrko”nun kesinlikle Dr. Celadet Bedirxan olduğunu, eşi Rewşen Hanım’dan öğrenip söyleyince; bu isimle 1930 yılında Xoybûn adına yayımlanan “Kürt Sorunu, Kökeni ve Nedenleri” konulu ünlü broşürü çevirtince “Kürdoloji Belgeleri- I”de (Ank. 1994) ilk kez doğrudan Celadet Bedirxan adıyla yayımlamıştım. Aynı kitap fuarında, bir yıl önce yayımlanmış olan “Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri” konulu çalışmamı, Mehmet Uzun’la birlikte ünlü Kürt aydınlarından yazar ve  Av. Mehmet Mihri Hilav’ın oğlu felsefeci ve yazar Selahattin Hilav ile şair ve yazar Hilmi Yavuz’a da hediye etmiştik.

Mehmed Uzun, üstteki anıları roman olarak kaleme aldıktan sonra diyor ki: “Ben tarih çalışmalarına başlayınca ve içine girince; Kürtler için çok şeyler yapmış bir aile ile karşılaştım. Bu ise Bedirxanlar ailesidir. Bu aile , kadın ve erkeği ile birlikte dil, edebiyat, siyaset ve Kürt hareketi için çok şeyler yapmıştır. Tarihini öğrenmek isteyen her Kürt bu aileyi tanımalı, hayatlarını okumalı ve onların yaşam tecrübelerinden ders almalıdır.” (Bkz. Meral Çiçek: Sureya Bedirxan; Politik Art, Sayı:46/ 2010).

İşte, bu aileden Prens Süreyya Bedirxan, 1927’de kaleme aldığı “Kürt Davası ve Xoybûn” konulu broşürde özetle şöyle diyor: “1927’de değişik politik inançları ve bağlantıları olan Kürt liderleri biraraya gelerek, Kürdistan olmadan bir Milli Antlaşma hazırlamak ve kendi ulusal amaçlarını yerine getirebilmek adına gerekli adımları belirlemek için bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda ortak fikirleri (a) en yüksek ulusal organ ya da Kürt Hükümeti Xoybûn’u kurma; (b) Hükümeti ulusal ve uluslararası güçlerle donatma kabul edildi.” (Bkz. Age, Yeni bas. Çeviri: Dîlara Zîrek, Med yay. İst. 1994, s. 55).

Gerek 1921’de Koçgiri’de gerekse 1937/38’de Dersim soykırımı sırasında yoğun bir diplomatik çaba içerisine giren  Dr. M. Nuri Dersimi, 1952’de Halep’te yayımlanan yarı- nısal eseri “Kürdistan Tarihinde Dersim”de Xoybûn’u özetle şöyle değerlendiriyordu: “Türk zulmündan Suriye, Mısır ve Irak’a iltica eden Kürt vatanperverleri tarafından 1927 yılında Xoybûn namında bir cemiyet tesis edilmişti. Bu cemiyetin birinci kongresi, 1927 senesi Ağustos ayında Lübnan’ın Bihamdun merkezinde yapılmıştı. Kongreye, Ermeni Taşnak Cemiyeti Lideri Vanlı Vahan Papazyan da iştirak etmişti.” (Bkz. Üstte age, s.253).

Önemli hatıra kitabı “Doza Kurdistan”ın yazarı Kadri Cemilpaşa, Xoybûn’un işlevini şöyle değerlendiriyor: “Kürt milletinin öz fedakâr çocuklarının meydana getirdiği Xoybûn Cemiyeti’nin kuruluşu ve Taşnak Cemiyeti ile sınırlı olarak işbirliği yapmış olması, düşmanlarımız tarafından kasıtlı olarak Xoybûn’un Ermeniler hesabına çalıştığını propaganda etmek suretiyle kamuoyunu kasden iğfal etmeye çalışmışlardır.” (Bkz. Üstte age, 1. Bas. S.106).

Xoybûn kurulduğu sırada Burdur’da sürgünde bulunan ancak yayınlardan örgütün kuruluşunu yakından izleyen, daha sonra da doğrudan yöneticilik yapan Kadri Cemilpaşa, anılarının başka bir yerinde ise şunları söyleyecektir: “Sürgünde yaşayan Kürt aydınları Suriye’ye geçerek Xoybûn Cemiyeti’nin kurulması yönünde çalışmalar yürüterek 5 Ekim 1927 tarihinde Suriye’de (Kürt Milli Genel Kurultayı) adıyla 45 gün süren bir kongre düzenlediler. Cemiyet, 1927’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta kurulduktan sonra yöneticileri Suriye’de ve ulaşabildikleri diğer alanlarda faaliyetlerini yürütmüşler ve örgüt merkezini Suriye’nin başkenti Şam’a nakletmişlerdir.” (Bkz. Selahaddin Uğur Işık: Bir Kürt Milliyetçisinin Portresi: Kadri Cemilpaşa; Kürt Tarihi, Sayı:20/ 2015).

1925’te Diyarbekir’deki Şark İstiklal Mahkemesi’nde ceza aldıktan bir süre sonra Suriye’ye geçen Ekrem Cemilpaşa ise, bu süreci şöyle anlatacaktır: “Dört amcazade (Kadri, Ekrem, Mehmed, Bedri) Suriye’ye iltica ettik. Kardeşim Mikdad Fransa’da hukuk tahsil ediyordu. Bir sene sonra o da bize iltihak etti. Biz yani Cemilpaşa torunları, Suriye’ye iltica etmeden önce İstanbul’dan ve Kürdistan’dan birçok Kürt, Mustafa Kemal’in zulmünden kaçmışlar, Suriye’ye hicret etmişlerdi. İstanbul’u 1922’de terkeden Vanlı Memduh Selim Bey, 1927’de Suriye’de Xoybûn Kürt İhtilal Cemiyeti’ni tesis etmişti. Memduh Bey büyük gayret ve himmet sarfederek Türkiye, Mısır, Suriye, Irak, Avrupa ve Amerika’da bulunan Kürtler’den mürekkep kalabalık bir mücahidin kitlesi toplayabilmiş ve bu mücahidler grubu Lübnan’ın Bihamdun sayfiyesinde ictima ederek, birçok celselerde müzakereler, münakaşalar yaparak bu Kürt ihtilal cemiyetine Xoybûn adını vermişlerdi.” Bkz. Üstte age, s.67).

Esas olarak Xoybûn’un omurgasını ve temelini teşkil eden Azadî ve diğer milli örgütlerce gerçekleştirilen 1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi dolayısıyla idam edilen Kürt aydınlarının son sözleri, Garo Sasuni başta olmak üzere birçok aydının anılarına yansımıştır. Ancak, biz bunları vermek yerine, Yılmaz Odabaşı’na (Rojvanê Civan) kaynak vererek yazılmasına katkıda bulunduğumuz Destan’ın şu dizeleriyle yetinmek istiyoruz: “O şehitler, her biri dumanlı bir yürektiler/ Dağbaşı gibi…/ Sesi o bulutlara/ Ağrısı umutlara/ Düşleri kan tarlası/ Özlemi ağıtlara…/ İstiklal mahkemelerinde/ İdam, hapis ve sürgün ömrümüz…/ Emperyalizmin salladığı ölüm beşiği: Kürdistan/ Kemalizmin yazdığı bir kanlı destan…”


Apê Musa ile iki küçük anı

1988/89 yıllarında yayımladığımız Özgür Gelecek Dergisi ve 1990’dan itibaren çıkardığımız Özge Yayınları sürecinde, Apê Musa Ankara’ya geldikçe mutlaka büromuza uğrar ve görüş alış-verişinde bulunur, sohbet ederdik.

Kendisinin uzun bir sessizlik sürecinden sonra memleketinden çıkıp İstanbul’a taşındığı sıralardı. 1988 yılında 2000’e Doğru Dergisi kendisiyle uzunca bir sohbet gerçekleştirmiş ve böylece yeniden kamuoyunun gündemine gelmişti. Büromuz, o tarihlerde Kürt aydınlarının uğrak yerlerinden birisiydi. Dergiyi öğrenen ve izleyen aydınlar, Ankara’ya geldikçe bize de uğruyorlardı.

Apê Musa’nın en yakın arkadaşlarından Canip Yıldırım ile Faqi Hüseyin ve Süleyman Kutlay gibi Kürt aydınları büromuzun müdavimlerindendi. Nitekim, Faqi Hüseyin’e Avrupa’da çıkmış bazı Kürdoloji yayınlarından verdiğim gibi; Apê Musa’ya da bir defasında çevrimyazısını yapması için, 1921’de İstanbul’a yayımlanmış olan, Türkçesiyle “Kürtçe Öğrenmek İsteyenlere Dil Rehberi” anlamına gelen “Hînkerê Zimanê Kurdî, Rehberê Zimanê Her Du Kurdî: Kurmancî, Babanî” kitapçığını vermiştim. Katledilmesinden nice sonra, aynı kitapçığın bir kapyasını da yayımlanmak üzere yazar Selim Ferat aracılığıyla Berlin’deki Kürt Enstitüsü’ne vermiştim.

Üzerinde hazırlayanın ismi bulunmadığı için o aşamada kitapçığın kime ait olduğunu bilmiyordum; çok sonraları kitapçığı hazırlayanın Ekrem Cemilpaşa olduğunu öğrenecektik. (Bkz. Doğan Ceren: Brüksel’de Bir Kürt Kadını: Perwin Cemil ve  İ. Bulak: Kürt Ulusal Davasına Adanmış Bir Ömür: Ekrem Cemilpaşa; Öz-Po, 22 Şubat 2020).

Ankara’da Mem û Zin galası

Apê Musa ile ikinci anımız daha da ilginç. Ankara’da bir sinemada “Mem û Zin” filminin galası var. Filmde, Apê Musa da “Bilge” rolünde. Davetli olarak biz de katılıyoruz filmin ilk gösterimine. Apê Musa, bizi görünce çok seviniyor ve film sonrası benimle konuşmak istediğini söylüyor. Filmi izledikten sonra, Kızılay’da kaldığı otele gidiyoruz, yanında bir yeğeni de var, kendisine yardımcı olmak üzere.

Derken, konuyu açıyor ve benim, İstanbul’da kurulacak olan Kürt Enstitüsü’nde kurucu olmamı istedi. Ben de, daha önce kurduğumuz “Kürt Kültürünü Araştırma Vakfı”nda kurucu üye olduğumu ve ortak dayanışmayla Taksim yakınlarında bir daire satın aldığımızı söyledim. Israr edince, kendisinin uzun bir inziva hayatından sonra büyük şehirlere yeni geldiğini, gelişmelerden yeterince haberdar olmadığını, ne kadar Kürt kurumu olursa o kadar iyi olacağını söyleyince ikna olup şöyle dedi: “Yahu Mehmed’im sahiden yeni bir kitap yayımlanmış, Kürtler için son derece önemli bir kitap; yazarın yakınları İstanbul’dan Dr. Nejat Cemiloğlu ile Diyarbekir’den Felat Cemiloğlu adına yayımlayanı ziyaret etmek ve onların dayanışma mesajlarını iletmek istiyorum” diyor. Lobide oturuyoruz, yeğenini gönderip odadan kitabı getirtiyor. Daha uzaktan kitabı görür görmez tanıyorum!.. Apê Musa, kitabı bana göstererek; “işte bu bizim başucu kitabımız, tabir caizse bizim Kur’anımız…” diyor.

Peki, kim yayımlamış diye soruyorum. Bilmiyorum ama içinde adres var, yarın yayınevine gideceğim, diyor. İç kapağı açıp bakar mısın, diyorum. Bakması ve “Sadeleştirerek ve Notlayarak Yayına Hazırlayan: Mehmet Bayrak” ibaresini görmesiyle,  gözleri faltaşı gibi açılıyor ve hemen boynuma sarılıp, alnımdan öpüyor… Daha sonra, yakınlarının isteği üzerine, Kadri Cemilpaşa’nın (Zinar Silopi) “Doza Kurdistan” kitabından her birine 100’er adet  gönderdik.

Daha sonra, bu aileden Ankara’da politika yapan Ferda Cemiloğlu büromuza geldi. O aşamada, henüz hiç görmediği Kadri Cemilpaşa’nın “Doza Kurdistan” kitabını ilk kez Türkiye’de yayımladığımı görünce şaşırıyor. Dahası, Ekrem Cemilpaşa’nın anılarının da Brüksel’de kızı Perwin Cemil tarafından yayımlandığını öğrenince iyice şaşırıyor ve benden telefonunu aldı. (Daha sonra 1992’de Beybun Yayınları’nda çıkan bu kitap hakkında da dava açılmış ve 1996 yılında yayıncı tutuklanmıştı).

O tarihlerde, bu ve başka kitaplar hakkında Ankara DGM’de dava açılıp, 10 buçuk sene ceza alıp 1994 Eylül’ünde Avrupa’ya çıktım. Ben dışardayken, Doza Kurdistan’ın birilerince Türkçe, Ferda Cemiloğlu aracılığıyla başka birilerince de Kürtçe olarak yayımlandığını duydum.

Derken, bir gün Perwin Cemil’den bir telefon. Cemiloğlu ailesini anmak ve bu kitabı kutlamak için Güney Kürdistan’a davet edilip-edilmediğimi soruyor. Hiçbir şeyden haberim olmadığını söyleyince çok şaşırıyor ve düzenleyicilere felaket kızd: “Nasıl olur, kitabı Türkiye’de ilk kez yayımlayan sen, iki yıl ceza alan sen ve davet edilmiyorsun!..”

Hemen ilgililerle görüşeceğini söyleyerek, telefonu kapattı. Kısa süre sonra bana bilet gönderileceğini söyledi, ancak gitmeyeceğimi söyledim.

Böylesi ilginç bir olay da, Ankara’daki evimizde yaşandı. Eşim Gülay, SHP’de Parti Meclisi üyesiyken bir gün birkaç arkadaşıyla gelmişti. İçlerinden biri de, benim dışardan tanıdığım ve Eskişehirli olarak bildiğim; TRT Muhabirlik kurslarından öğrencim olan Kadriye’nin (Kansu) eczacı ablası Nilgün Süer’di. Bir süre konuştuktan sonra kendilerinin Bedirxan ailesinden olduğunu söyleyince, kitaplığımdan Bedirxanlara ilişkin kitapları gösterdim. Resimleri inceleyip, gözyaşı döktüğünü görünce duygulanıp, üzüldü. Bu arada, bir de espri patlatıyorum: Doğrusu, öğrencim Kadriye ile Ceyhun Atuf Kansu’nun oğlu Işık Kansu’nun izdivacı ilginç bir tesadüf ve koalisyon olmuş!.. Birisi, Şark İstiklal Mahkemesi Reisi Mazhar Müfit Kansu’nun yakını, diğeri bu mahkemede yargılanan ve hüküm giyenlerin yakını…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.