Yasakladıkça direnç kazanıyoruz

Kadın Haberleri —

Begüm Kovulmaz

Begüm Kovulmaz

  • Türkiye’de kadınların toplumsal alandaki rolü anne, eş veya başörtü simgesinin taşıyıcı olmaktan ibaret. Çevirmen Begüm Kovulmaz, “Kadın kimliğinin gerçek hayattaki çeşitliliğini yansıtan her adımın, sözün, cümlenin, göstergenin, imgenin önemi büyük” dedi.

MIHEME PORGEBOL

Ezilen toplumsal kesimler Türkiye tarihinin hiçbir döneminde ne yeterli bir temsiliyet alanı ne küçük de olsa özgürlük alanları bulabildi. Ezilenler, bütün kazanımlarını dişiyle, tırnağıyla, alın teriyle elde ederken, yine cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde iktidarların hedefinden çıkmadı. Ancak son 21 yıllık AKP dönemi kadar iktidar yanlısı olmayana düşmanlık güden bir iktidar daha olmadı.

Bu dönemde ezilen ve düşman ilan edilen toplumsal kesimler genişledi ve güdülen düşmanlık politikaları, iktidara yakın olmayan her kesime nefes almayı dahi çok görür hale geldi. İktidarın hedef aldığı en geniş toplumsal kesim ise kadınlar oldu. İşte bu yüzden 14 ve 28 Mayıs seçimleri Türkiye’deki tüm ezilenler için olduğu gibi kadınlar için de bir değişim ihtimali taşırken ne yazık ki bu ihtimal gerçekleşemedi. Haliyle kadınlar için de mücadeleyi büyütmek ve mücadele zeminini genişletmekten başka yol kalmadı. Başta çeşitli siyasi parti ve örgütlerin kadın hareketlerinin önlerine koydukları programlar olmak üzere, birçok zeminde mücadele kararlılığını büyüttüğü görülen kadınlar aynı şekilde sanat, kültür ve edebiyat alanında da oldukça aktif.

Biz de 2000 yılından beri farklı mecralarda editörlük ve çevirmenlik yapan, Türkiye’deki en üretken çevirmenlerden biri kabul edilen Begüm Kovulmaz’la bu meseleleri konuştuk.

Bildiğiniz gibi AKP ve ittifak ortakları (Yeniden Refah, MHP, Hüda-Par ve diğerleri) 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde galip geldi ve bu ittifak en çok da kadın düşmanlıklarıyla biliniyor. Bir kadın olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalnızca İslam’a atfedilemeyecek kadim ve ilkel patriyarka geleneğinin günümüzde bu ülkedeki temsilcileri oldukları yönünde değerlendiriyorum. Herhalde AKP bile gerici uygulamaları açıkça sahiplenmek konusunda isteksiz ki Fatih Erbakan yeni dönemde hükümetin kadın düşmanı uygulamalarının taşeronluğunu üstlenecek gibi görünüyor. Seçim sürecinde "6284 sayılı kanun kırmızı çizgimizdir" hattını çeken AKP milletvekili Özlem Zengin’e cevap verenlerin sözcüsü kendisiydi. Yeniden Refah Partisi’nin ittifaka katılma şartları arasında süresiz nafakanın kalkması, LGBT derneklerinin kapatılması, ahlak ve maneviyat ağırlıklı bir eğitim sistemi ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 6284 sayılı kanunun iptali yer alıyor. Diğer yandan son seçim sürecinde herhalde Macaristan başkanı Orban’ın 2022 seçim kampanyasından ithal edilen bir kimlik siyaseti söylemiyle karşımıza çıktılar. "Bunlar LGBT’ci biz milli ve aileciyiz" gibi söylemler anlaşılan hükümet için aynı cephede açılacak en önemli çarpışma alanları ve karşılığında hedeftekilerin dayanışma içinde direnişini gerektiriyor. Güçlü, etkili ve kapsayıcı bir kadın hareketimiz olduğu için şanslıyız.

Türkiye’de her ne kadar yeterli imkân bulamıyor ve dünya kadar engellemeyle karşılaşıyor olsalar da kadınlar edebiyat ve sanat alanında oldukça yoğun bir şekilde varlık gösteriyor. 20 yılı aşkın AKP iktidarındaki kadın politikalarını ve cumhur ittifakının son seçimlerdeki galibiyetini göz önünde bulundurduğumuzda sizce kadınların edebiyat ve sanattaki etkinliğinde ne gibi bir dönüşüm olur?

Kadınlar ülkede sivil toplum siyaseti alanında etkili bir konumda ama aynı gücün edebiyat ve sanat alanına da taşınması lazım. Örneğin yayınevlerinde çalışan editör, düzeltmen, grafiker işçilerin çoğu kadın ama yayınevi sahipleri ve yöneticiler genelde erkek.

Kültür sanat alanında da durum böyle. Diğer yandan, kadınlar elbette edebiyat ve sanatta üretken ama zaten kültür sermayesinin tüketicileri de ağırlıklı olarak kadınlar. Özellikle çağdaş edebiyat bu ülkede genç kadınlar sayesinde sattığı kadar satıyor, okunuyor. Genç kadın okurların bunu bilmesi ve üretimi daha bilinçli taleplerle yönlendirmesi iyi olurdu. Baskı uygulanan yönünüz kimliğinizin ana unsuruna dönüşür. Kadınlar hem kamusal hem özel alanda topyekûn baskı altında olduğundan kadın mücadelesinin güçlenmesinden başka şansı yok. Güçlü kimlikler daha güçlü üretimler ortaya koyar, Türkiye’de de yakın ve orta vadede bu böyle olacak.

Kadın düşmanı bu ittifak, son seçimden sonra iktidarını bir 5 yıl daha garantiledi. Böyle bir durumda kadınların edebiyat ve sanattaki etkinliğinin önemine dair neler söylersiniz?

Bu iktidar için kadınların toplumsal alandaki rolü anne, eş ve başörtüsü simgesinin taşıyıcısı olmaktan ibaret. Az sayıda tokenizm unsuru açık kadının da muhafazakârlığı açıkça desteklediği sürece ‘kazanan’ tarafta boy göstermesine icazet veriliyor. Tektipleştiren, silen, yok eden bu kimlik dayatmaları Türkiye’de kadınların olduğu ve olmak istediği her şeyin ufacık bir bölümünü bile kapsayamaz. Dolayısıyla kadın kimliğinin gerçek hayattaki çeşitliliğini yansıtan her adımın, sözün, cümlenin, göstergenin, imgenin önemi büyük. Edebiyat ve sanat alanında kadınların her hamlesi gelecek ve varoluş mücadelesinin bir parçası olarak değer taşıyor.

Geçmişe dönüp baktığımızda bu coğrafyada bin bir baskı ve zorbalığa karşı kadınlar bütün toplumsal alanlarda her türlü koşulda öncülük rolü üstlendi. Bugün de kadın mücadelesi bütün topluma ilham veriyor. Edebiyat ve sanat alanında da bugün böyle bir mücadele öncülüğünden bahsedebiliyor muyuz?

Bahsedebiliyoruz. Başarılı kadın yazarlar, sanatçılar, müzisyenler, eleştirmenler, sinemacılar, belgeselcilerin sayısı özellikle son yirmi yılda, AKP hegemonyası döneminde hızla arttı. Hem popülerlik hem içerik yönünden erkeklerin domine ettiği bir alan, belki hip hop hariç kaldığını düşünmüyorum. Muhtemelen daha protest, siyasi içeriği daha yoğun işler açısından soruyorsunuz ama Türkiye koşullarında bir kadının popülist üretimi bile kadınların mücadele alanını genişletme amacına hizmet ediyor çünkü kadınlar sistemik toplumsal cinsiyet önyargılarına rağmen üretiyor.

AKP ve ortakları son yıllarda kültürel iktidarlarını kuramadıklarından yakınıp bu anlamda çalışmalarını arttıracaklarını söylüyorlar. Siz bu “itirafı” nasıl okuyorsunuz?

Erdoğan bu kültürel iktidar olamadık yakınmasını ilk olarak sanırım beş altı yıl önce dile getirmişti ve o zamandan beri arada tekrarlıyor.

Evet ilk olarak 2017’de söyledi...

Kültürel iktidara hâkim olmak için kültürel üretimde bulunmak gerektiğini ve bunun talimatla yapılamayacağını kabullenemiyor. Son zamanlarda bazı üniversitelerde Gençlik ve Spor Bakanlığı destekli İslam ‘klasikleri’ yayınlandığını gördüm ama bunlar bakanlık destekli küçük çaplı vurgunlardan ileri gitmiyor. O yüzden AKP’nin kültürel iktidarı ele geçirmek için dönüp dolaşıp yapabileceği tek şeyin baskı, sansür ve yasaklama uygulamaları olduğunu görüyoruz. Festivaller ve konserleri yasaklamak artık milli ve yerlilerin hobisi haline geldi. Türkiye’nin hâlâ en önemli kitlesel medyası olan televizyon tamamen ellerinde; sosyal medyada, hatta sokak röportajlarında iki çift laf edenler hapsi boyluyor ama kültürel iktidarı ele geçiremediklerini biliyorlar çünkü tüm ekonomik gücüne rağmen üretim kapasitesi, evrensel düzeyde kültür üretimi için beslenecek kaynakları yetersiz ve ürettikleri kısıtlı bir kesime hitap ediyor. Bana biat eden zenginleşir, etmeyen ibret vesikası olur düsturu yazılı kültür sanat alanında işlemiyor. Diğer alanlarda da yasakladıkça direnç kazandırıyor, bastırılan güçlenerek dönüyor. Bu iktidardan geriye beton yığınlarından başka bir üretim kalmayacak gibi görünüyor ve betonun ömrü epey kısadır aslında.

Türkiye’nin en üretken ve başarılı çevirmenlerinden birisiniz, dünyanın her köşesinden nitelikli eserler çevirdiniz. Haliyle diğer coğrafyalara dair gözlemleriniz olduğunu da düşünüyorum. Konumuz olan meselede dünya ne durumda?

Benim daha yakından takip ettiğim Anglo-Sakson ülkelerde edebiyat sahnesinde kadınların, LGBT’nin ve azınlıkların öne çıktığı bir dönemdeyiz. Olumlu ayrımcılık olarak çevirebileceğimiz dönemi bu. Zorlama ve yapay bir değişimden söz etmiyoruz, insanlar artık şimdiye dek duyamadıkları sesleri, deneyimleri, varoluşları merak ediyor. Farklı sesleri bu seslerin 'işitilmesini sağlamayı' amaçlayan kendinden menkul ‘temsilcilerden’ değil bizzat sahiplerinden duymak istiyor. O yüzden kadın, LGBT, azınlık mensubu yazarların özellikle son 10-15 yıldır yükselişte olduğunu, ilgi gördüğünü rahatlıkla söyleyebilirim.

Tüm edebiyat tarihinin bu bakışla yeniden hesaptan geçirildiğini de görebiliyoruz, örneğin Batı edebiyatının temel yapı taşlarından Yunan mitolojisinin o hikâyelerde nesneleştirilen kadınların özne olduğu yeniden yazımları çok popüler veya onlarca İngilizce çevirisi olan Odysseia’nın kadın ve feminist bir klasikçi tarafından yeniden çevrilmesi büyük heyecan uyandırabiliyor. Yani edebiyatta beyaz erkek anlatıcının konu dışı kalarak bir anlamda ölümüne şahit olduğumuz bir dönemdeyiz. Fakat yazılı tarihin başlangıcından beri erkek seslerine ve yorumlarına maruz bırakıldığımızı düşününce aslında bu çok seslilik dönüşümü için geç bile kaldık.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.