Yaşar Kemal ve Dağın Öte Yüzü

Kültür/Sanat Haberleri —

Yaşar Kemal'in kitapları

Yaşar Kemal'in kitapları

  • Yaşar Kemal, her ne kadar Türkiye’de üzerine en çok yazılan, eserleri en çok incelenen isimlerden biri olsa da, edebi ve zihinsel dünyasının yeterince algılanamadığını düşünüyorum. Başyapıtı kabul edilen Dağın Öte Yüzü üçlemesi, yazarın bu konudaki eğilimlerini incelemek için en uygun anlatısı.
  • Ölmez Otu’nda Memidik karakterinin sanrıları ve psikozları, anlatıcının olaylara olan mesafesini ve güvenilirliğini de etkilemiş, okuyucuyu neyin gerçek neyin sanrı olduğu konusunda ikilemde bırakan güvenilmez anlatıcı üslubunu ortaya çıkarmıştır.
  • Yer Demir Gök Bakır geleneksel anlatımdaki kalıpları yıkarak, kronolojik bir olay örgüsünü öncelemediği bir eser olarak karşımıza çıkar. Kitaptaki korku atmosferi, tekrarlanan söylemler etrafında oluşturulmuş ve sosyal psikolojinin işleyişini son derece ince ayrıntılarla önümüze sermiştir.

BİLGE AKSU

 

Game of Thrones’u yaratan George R. R. Martin’le ilgili bir konu açıldığında, ortamın gayri ciddi oluşuna da sığınarak, onun kitaplarını Türkçeye Yaşar Kemal’in çevirmesi gerektiğine dair düşüncelerimden ne zaman bahsetsem aldığım tepki hep aynı olmuştur. Bir yanda ‘yeni’ bir türün dünyaca ünlü ve ‘çoksatar’ bir yazarı, diğer yanda ise Anadolu köylüsünün ‘acılarını’ işleyen bir köy romancısı… Haliyle insanlar, bu ikisini bir araya getirme cüretine nasıl sahip olduğumu hep sorgulamıştır.

Yaşar Kemal, her ne kadar Türkiye’de üzerine en çok yazılan, eserleri en çok incelenen isimlerden biri olsa da, edebi ve zihinsel dünyasının yeterince algılanamadığını düşünüyorum. Elbette çoğu noktada, onun mitoslara olan düşkünlüğünden, halk söylencelerini başrole aldığı anlatılarından herkes haberdar. Çukurova’yla somutlaştırdığı coğrafi temsilleri, köylü-ağa çatışmasıyla öne çıkardığı sınıf temelli yaklaşımları ya da hemen her cümlesinde saklı duran adalet arayışıyla Yaşar Kemal, çok yönlü ve etkileyici bir edebi külliyat sunmuş durumda bizlere. Ama ben bu yazıda, onun evrensel edebi izleklere olan eğilimini öne çıkarmak istiyorum. 

Dağın Öte Yüzü

Birçoklarına göre başyapıtı kabul edilen Dağın Öte Yüzü üçlemesi, yazarın bu konudaki eğilimlerini incelemek için en uygun anlatısı. 1960’ta Ortadirek romanıyla başlayan bu hikaye, 1963’te Yer Demir Gök Bakır’la devam edip, 1968’deki Ölmez Otu romanıyla sona erer. İnce Memed’de yine Çukurova üstlerinde yer alan bir köyün etrafında gelişen tipik bir eşkıya öyküsü anlatan Yaşar Kemal bu kez, yine benzer bir mekan tasarımıyla, tek bir köyün etrafında gelişen olaylara yer verir. Ortadirek’in başlangıcında, yaz ortasında Çukurova’ya inip pamuk toplamak için yola çıkan köylülerin yolculuğunu görürüz. Öne çıkan karakterler arasında Uzunca Ali ve anası Meryemce, Muhtar Sefer, Koca Halil ve Taşbaşoğlu gibi isimler bulunur. Bunlardan Koca Halil, Uzunca Ali’nin babasının askerlikten arkadaşıdır. Anlatıldığına göre Yemen’de savaşmış, yaşlıca bir kişidir. Ki bu yolculuk esnasında yaşlılığından ötürü Uzunca Ali’den, kendisini onun halsiz atına bindirmesini talep edip durur. Fakat Ali’nin anası Meryemce, bir sebepten Koca Halil’i hiç sevmez. Bunu bilen Ali, bir müddet Halil’in isteğini görmezden gelse de, onun iki büklüm halde yürüyüşünü gördükçe dayanamaz ve adamı kucakladığı gibi ata bindirir. Kısa bir süre ilerleyen kafile, Ali’nin atının ölmesiyle duraksar. Bu andan sonra Meryemce’nin dillere destan inadının ortaya çıkışını izleriz. Atın başında oturup tek laf etmeyen yaşlı kadın, Koca Halil ve oğlu Uzunca Ali’nin bütün dil dökmelerine rağmen yerinden kıpırdamaz. Kafile onları arkada bırakıp yola devam ederken, biz Ali ve Meryemce arasında olup bitenlere odaklanırız. 

Yazarın, üçleme boyunca odaklanacağı mit yaratma amacının ilk tohumları bu kısımlarda başlar. Atın ölümünden sorumlu tuttuğu için Ali’ye küsen Meryemce, inat edip bir kelime dahi konuşmadığı gibi, yerinden kıpırdamamaya yemin etmiştir. Ali mecburen, hem attan kalan yükleri hem de anasını sırtında taşımak zorundadır. Bu anlarda Meryem’in öfkesi iyice kabarır. Küs olduğu oğluna muhtaç hale gelmesi ağırına gider ve ona beddualar okumaya başlar. Beddualarda ‘karagözlü Allah’ım’ gibi ifadeler kullanması ise dikkat çekicidir. İslamiyette şirke eşdeğer tutulan bu yakıştırmalar, onun gibi yaşlı bir Anadolu köylüsü için bir sevgi ve yakınlık göstergesi sayılır. Zira kimi zaman ağaçlarla, toprakla ya da hayvanlarla da konuşan Meryemce’nin karakteri, Yaşar Kemal’in çizmek istediği animist eğilimli Anadolu inanışlarına yer vermek için uygun bir araçtır. 

Karakterlerin tuhaf özellikleri

Eserde birçok karakterin ‘tuhaf’ özelliklerine rastlarız. Örneğin köylüler, pamuk toplama konusunda kendilerini diğer köylere nazaran şanslı addeder. Çünkü Koca Halil gibi biri, sadece bu köyde mevcuttur. Onun, nereden geldiği bilinmez bir sezgi sayesinde, tam olması gereken zamanda yolculuğu başlatacağına inanılır. Koca Halil, köyün bulunduğu rakımda açan Döngelelere bakıp pamuk zamanının geldiğini köylülere haber vermektedir. Bu da yine, doğanın işaretlerini okuyabilme hususunda bir motif olarak işlenmiştir.

Bir diğer tuhaf karakter, Taşbaşoğlu’dur. İlk kitapta köylünün saygı duyduğu bilge ve mantıklı biri imajı çizen Taşbaş, Muhtar Sefer’in yalanlarına ve bencil kararlarına karşı köylüyü uyaran ve haklarını korumak isteyen biridir. Sefer’in, verimsiz çiftlik sahiplerinden rüşvet alıp köylüyü, kimsenin istemeyeceği bu tarlalara sürdüğünü iddia eder. Topladıkları pamuğun ağırlığınca para kazanacak olan köylüler için bu durum neredeyse açlıktan ölmeleri ihtimalidir. Fakat Taşbaş ne kadar uğraşırsa uğraşsın, köylüyü birlik olup direnmeye ikna edemez. Muhtar Sefer, bir şekilde onların kanına girmeyi her fırsatta başarır ve sonuç olarak köylü, pamuk sezonunu epey kötü bir hasılatla bitirmek zorunda kalır. Geri döndüklerinde Taşbaş’ın köylüye oldukça öfkeli olduğunu görürüz. Meydanda nutuk çekerken bu öfkesinin gazıyla onlara lanetler eder. Köylü, onun haklı olduğunu bildiğinden ses çıkarmaz ama bu lanetler de akıllarında yer eder. ‘Toprağa bir daha yağmur düşmeyecek! (…)köyü salgınlar, seller, hörtükler, zelzeleler alıp götürecek! (…)yüzbin yılan gelip köyü dolduracak!’ nevinden bu cümleler, köylülerin belki de yıllardır içlerine ekilmiş korku tohumlarını canlandıracaktır. Ki bu söylemlerin arasında, Şahmeran mitindeki motiflerden birine rastlamamız tesadüf değildir. 

Taşbaş karakteri, ikinci kitap olan Yer Demir Gök Bakır’ın ana karakteri olma yoluna girer böylece. İlk kitap boyunca köylülerin verimsiz pamuk tarlalarında vakit harcayıp, neredeyse elleri boş şekilde geri dönmelerinin ardından Yer Demir Gök Bakır’da, önlerinde bekleyen kışın karanlığı hakimdir. Komşu kasabada bir tüccar olan Adil Efendi’den veresiye alışveriş eden köylüler, her sene pamuk hasadının dönüşünde borçlarını kapamayı adet edinmiştir. Bu kez bunu beceremediklerinden, köylüde bir Adil Efendi korkusu baş gösterir. Bir gün ansızın köye gelip, herkesin nesi var nesi yoksa alıp gideceğini düşlemeye başlarlar. Bunun üzerine bir de saygı duydukları Taşbaş’ın lanetleri eklenince, Adil Efendi artık bir korku mitine dönüşmüştür. Muhtar’ın akıl vermesiyle evlerinde kıymeti olan bütün eşyalarını toprağa gömer, beraber yaşadıkları hayvanlarını tepelerdeki mağaralara götürüp bağlarlar. Hayvanların evden uzaklaşmasıyla evler soğur, tereyağıydı bulguruydu birçok malzemelerini gömdükleri için hafiften bir açlık ortaya çıkar. Kışın gelmesiyle günler kısalır, hava bulutlanır. Kararan havaya bakıp Adil Efendi’yi ve Taşbaş’ın lanetini düşünür köylüler.

Taşbaş’ın laneti

Yaşar Kemal’in kendi mitini kurgulama amacı, Yer Demir Gök Bakır’da incelikle işlenen unsurlara alan açar. Örneğin köyde birbirini seven iki aşık, birbirlerine kavuşup aşklarını yaşamak için köyden kaçmaya karar verdiklerinde kış iyice bastırmıştır. Fazla uzaklaşamadan, bir derenin kenarında, birbirlerine sarılarak donmuş halde bulunurlar. Onları bulan Vurgun Ahmet, büyük bir öfke ve hayalkırıklığı içinde köylüyü suçlar. Kapılarını tek tek vurup hepsine lanetler yağdırırken, Taşbaş’ın söylediklerine benzer cümleler kullanır. Bütün köyü lanetledikten sonra, nedendir bilinmez, Taşbaş’ın kapısına geldiğinde birden sakinleşir ve kutlu bir mekana girermişçesine saygılı hareketler içinde eve yaklaşır. Taşbaş’ın kapısını ve evinin içindeki ortadireği üçer kez öper. Köylüler onun bu hareketlerini gördükten sonra zaten saygı ve korku duydukları Taşbaş’ı ermiş seviyesine yükseltirler. Artık onlar için, dışarıdan gelecek bir Adil Efendi tehdidi olduğu kadar, onları koruyacak bir Taşbaş Hazretleri vardır. Zamanla bu söylentiler iyice yayılır ve Taşbaş hakkında birbirinden farklı sürüyle mit ortaya çıkar. Özellikle bu kitapta ortaya çıkan Memidik karakteri, Taşbaş’ın ulu bir kişi olduğuna yürekten inanmıştır. Onun evinin üstünde her daim yedi top ışık bulunduğunu, kutlu bir ulu cevizin bütün dallarıyla evi sardığını, zirvesi bulutlara değen Tekeç Dağı’nda perilerle Taşbaş’ın yoldaşlık ettiğini söyler durur. Muhtar Sefer, zayıf ve çelimsiz bulduğu Memidik’i esir alıp hapseder. Söylediklerinin uydurma olduğunu köylüye duyurmazsa onu öldürmekle tehdit eder. Fakat Memidik, büyük ihtimalle söylediklerine gerçekten inanmaktadır. Bu yüzden geri adım atmaz ve muhtarın adamı Ömer’den ölümcül bir dayak yer. Memidik’in yediği bu dayak onun gururunu kıracak ve bozulan psikolojisiyle, üçüncü kitabın ana karakterine dönüşmesini sağlayacaktır. 

Taşbaş, mantıklı biri olduğundan köylülerin bu hareketlerine anlam veremez. Ermişlik iddiasına şiddetle karşı çıkar. Fakat zamanla zorlaşan şartlar onu da yorgun düşürür. Adil Efendi korkusu, Muhtar’ın bitmeyen entrikaları ve iyice bastıran kış nasıl ki köylüye bir kurtarıcı fikrini aşılamışsa, Taşbaş için de benzer bir sığınma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Köylülerin el birliğiyle kendisine olan saygısı öyle bir noktaya gelmiştir ki, Taşbaş’ın karısı ve çocukları da ondan korkmakta, ev içindeki hal ve hareketlerine büyük dikkat göstermektedir. Hal böyle olunca Taşbaş da bir an için kendisi hakkındaki iddialara inanmaya meyleder. Soğuk bir kış gecesi, Memidik’in iddia ettiği şekilde evinin üstünde yedi top ışık oluşup oluşmayacağını kontrol etmek için uzun saatler dışarıda bekler. Sabaha karşı iyice soğuyan hava sinirlerini öylesine yıpratır ki, kendini o ışığı gördüğüne inandırmaktan başka çaresi kalmaz. Böylece artık o, köylülerin de iddia ettiği gibi ermiş, ulu bir kişidir. Bu gelişme üzerine, daha evvel onu jandarmaya ermişlik taslıyor diye şikayet edip sonuç alamayan Muhtar Sefer, bir kez daha aynı şeyi yapar. Jandarma komutanı, hasta kılığında tebdili kıyafet gönderdiği askerlerin de durumu doğrulaması üzerine köye baskın yapıp Taşbaş’ı tutuklar. Komutanı karşısında görünce durumu fark edip büyük bir utanç yaşayan Taşbaş, tutuklu halde köyden çıkarılırken köylülere dönüp kimsenin muhtarla konuşmaması gerektiğini, aksi halde hepsini lanetleyeceğini söyler. Daha sonra jandarmalarla birlikte yola devam ederken bastıran tipiden korunmak için bir mağaraya sığınmalarını fırsat bilip ellerinden kaçar ve bir daha izine rastlanmaz. 

Ölmez Otu

Serinin üçüncü kitabı Ölmez Otu’nda ise artık yaz gelmiş ve köylüler yeniden Çukurova’ya inmiştir. Bu kitapta öne çıkan karakter, bir öncekinde Taşbaş’ı gereğinden fazla kutsallaştırıp muhtardan dayak yiyen Memidik olacaktır. Memidik, bu dayaktan sonra insanların yüzüne bakamaz hale geldiğinden, kendince bir intikam yemini etmiştir. Çukurova’ya inildiğinde bir fırsatını bulup muhtarı öldürmeyi tasarlamaktadır. Bir gece vakti, muhtarın peşine düştüğü zannıyla başka bir köylüyü öldürür. Bu kısımlarda anlatıcı, Memidik’in bozulan psikolojisini bire bir yansıtmak için olup biten her şeyi muğlak bırakmıştır. Memidik, peşine düştüğü adamı öldürdükten sonra onun başkası olduğunu anlar fakat ne yapacağını bilemez. Önce suyun içindeki bir ağaç köküne bağlar cesedi, sonra içi rahat etmez ve bir kuyuya atar. Bir süre sonra kuyunun başına leşçi kuşların üşüştüğünü fark edip, cesedi oradan çıkarır. Bir odun yığınında yakmaya çalışır. Fakat alevler tam büyüdüğünde, içten gelen bir dürtüyle, kendini yakma pahasına cesedi çekip alır. Bu noktada Memidik’in cesetle tuhaf bir bağ kurduğu görülür. Sonunda cesedi toprağa gömer ve bu defteri şimdilik kapatır.

Köylüler Ölmez Otu’nda, Yer Demir Gök Bakır’da olduğu gibi yine ufak olaylardan büyük sonuçlar çıkarmaya devam ederler. Geçen yaz ovaya inerken kendisine eziyet eden anasını bu kez köyde bırakıp gelen Uzunca Ali’nin, Meryemce’yi öldürdüğü dedikoduları yayılır. Bir yandan pamuk toplayıp gün boyu yorulan köylüler, geceleri bir bulut gibi üstlerine yığılan sivrisinekler yüzünden uyku uyuyamaz hale gelmişlerdir. Psikolojileri iyice harap olduktan sonra, sanrılarla gerçekler tıpkı Memidik’teki gibi karışmaya başlar. Bir anda galeyana gelip Uzunca Ali’ye meydan dayağı atılır. Hemen ardından, jandarmaların elinden kaçmış ve bir süre saklanmış olan Taşbaş Efendileri ortaya çıkar. Ama onun bitkin ve harap halini gören köylüler, gelenin Taşbaş Efendileri değil de onun sureti olduğunu düşünürler ve saygı duymazlar. Bir önceki kitapta neredeyse peygamber seviyesine çıkartılan Taşbaş, onların alaycı bakışlarını gördükçe dayanamaz ve intihar eder. Böylece yaratılan mitos, yine yaratanlar tarafından söndürülmüştür. Tabii buradaki en büyük etken, Yer Demir Gök Bakır’da bir kurtarıcıya ihtiyaç duyan köylülerin, pamuk hasadının iyi geçtiği bu dönemde ona ihtiyaç duymamalarıdır. Hatta kendi yarattıkları bu kutsiyetin bitap düşmüş son hallerine baktıkça esasen kendi saçmalıklarını hatırlamaları sebebiyle, gelen kişiyle Taşbaş Efendileri’ni ayrı yere koyarlar. Bu yeni suret, yalnızca bir taklittir ve kendi yarattıkları ulu kişi çoktan kırklara karışmış, Tekeç Dağı’nın başındaki tahtına kurulmuştur.

Yaşar Kemal’in antropolojik tespiti

Yaşar Kemal, pek öyle bilinmese de bu üçlemesinde son derece modern edebi teknikleri kullanarak, Türkçede bu konudaki ilk denemelerden birini yapmıştır. Özellikle Ölmez Otu’nda Memidik karakterinin sanrıları ve psikozları, anlatıcının olaylara olan mesafesini ve güvenilirliğini de etkilemiş, okuyucuyu neyin gerçek neyin sanrı olduğu konusunda ikilemde bırakan güvenilmez anlatıcı üslubunu ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, fantastiğin sınırlarına girmese bile, tam da bu yıllarda Marquez’in en önemli örneğini sunduğu büyülü gerçekçiliğe yakın bir tarz geliştirmiştir. Yer Demir Gök Bakır ise geleneksel anlatımdaki kalıpları yıkarak, kronolojik bir olay örgüsünü öncelemediği bir eser olarak karşımıza çıkar. Bu kitaptaki korku atmosferi, tekrarlanan söylemler etrafında oluşturulmuş ve sosyal psikolojinin işleyişini son derece ince ayrıntılarla önümüze sermiştir. Sıradan bir köy halkının çaresizlikle ortaya çıkardığı bu mitos, Yaşar Kemal’in antropolojik bir tespiti olarak okunmalıdır. İnsanlık tarihi, en çaresiz anlarda bilinmezliğin içinden çıkıp gelen yarı tanrısal figürlerle doludur ve onlara karşı beslenen umudun kökeni, bu üçlemede bütün sebep ve sonuçlarıyla önümüze serilmiştir. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.