Hasankeyf için geç değil
Dosya Haberleri —
- Çoğu su altında olsa Hasankeyf için hala geç değil. Dicle Vadisi yeniden restore edilebilir, barajın kapıları açılarak biriken sular boşaltılabilir. Çünkü 70 bin insan mağdur durumda.
DİLAN KARACADAĞ
Batman Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü üç gün önce Ilısu barajının altında kalacak olan tarihi ilçe Hasankeyf’in 600 haneli Bahçelievler ve Kale mahallelerinin boşaltılması için Hasankeyf kaymakamlığına yazı gönderdi. Zorla göç ettirilmek istenen en az 3 bin 200 kişiye henüz alternatif yer gösterilmedi. Kararın uygulanmasıyla sokakta kalacaklarını belirten Hasankeyfliler evlerini boşaltmayacaklarını duyurdu. Hasankeyf Belediye Başkanı Vahap Kusen ise “Vatandaş tahliye edilecek ama yer yok” diye konuştu.
'Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi' Aktivisti Ercan Ayboğa ile 12 bin yıllık bir tarihin nasıl yok edildiğini konuştuk. İlçedeki son durumu aktaran Ayboğa, ''Hala Hasankeyf için geç değil'' dedi.
Belki de 50 yıl ömrü olmayan Ilısu Barajı için 12 bin yıllık tarih yok ediliyor. Hasankeyf dönüşü olmayan yeni bir döneme geçti diyebiliyor muyuz?
Bugün Hasankeyf'in çoğu su altında olsa da hayır demek gerek; hala Hasankeyf için geç değil! Hasankeyf ve bütünen Dicle Vadisi'ni kurtarmak için mücadele etmeye devam edilmeli. İlk etapta mağdur edilen 70 bin insan için. Hasankeyf için mücadeleye devam etmek aynı zamanda yıkıcı ve sömürücü projelere karşı mücadele etmektir, özellikle de kaybolmayla karşı karşıya olan yaşam alanları ve kültürel-doğal miras için. Bir başka ifadeyle mücadele edenlere 'Asla vazgeçmeyin. Bir ülkemiz var, onun da yok edilmeme ve ticarileştirilmemesi gerekir' mesajını vermeliyiz. Mücadele etmenin bir başka motivasyonu, Hasankeyf'in bulunduğu Dicle Vadisinin geri dönüşümüdür.
Bu nasıl mümkün olacak?
Teknik olarak bu mümkün. Dicle Vadisi yeniden restore edilebilir, Ilısu Barajı'nın kapıları açılarak biriken sular boşaltılabilir. Elbette baraj gövdesinin kendisi de sökülebilir, ama ilk etapta şart değil. Eskisi gibi olmasa da Dicle Vadisi doğal bir noktaya yakın dönüşebilir. Doğanın fizik kanunları bunun için uygun. Ancak bunun için ilk etapta siyasi çerçeve uygun olmalı; demokratikleşme ve Kuzey Kürdistan'ın otonom bölge olması şart. Politik olarak bu imkansız değil.
Mağdur edilenler ne durumda? Mağduriyetleri telafi edildi mi?
Yeni Hasankeyf'e yerleşenlerin yaşamı çok zor. Yeni Hasankeyf ve yapılan diğer 3 yeni köye yerleşenlerin çoğu borçlandı. Birçoğunun aldığı tazminatının iki katı pahalı daireler satın aldılar. Yeni Hasankeyf'te su hala içilemez, binalar da çatlamış ve kötü durumda. Asıl Hasankeyf'te olduğu gibi turist sayısı da yok. Geçimini turizmden sağlayanların geçimi ciddi tehlikede. 'Turizm artacak' propagandasının boşa düşeceği belli çünkü turist gelse de devlete bağlı birkaç kişi bundan faydalanacak. Bir diğer önemli kötü durum ise sosyal bağlantıların yok edilmesi. AKP devletinin başka bölgelerden insanları Yeni Hasankeyf'e yerleştirmesinde bunun etkisi var. Devlet tarafından yapılan diğer 3 yeni yerleşim yerinde de durum daha kötü.
Peki tazminat alabildiler mi?
Toprak ve evleri kamulaştırılanların bir kısmının davaları devam ediyor. Çok sayıda insan hak ettiği tazminatın ancak bir kısmını alabildi. Yerinden yurdundan edilenlerin çoğu büyük şehirlere göç etti, yeni yerleşim yeri hiç sunulmadı. Bunlar büyük sosyal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya kaldı. En az 15 bin topraksız insan ise hiç tazminat dahi alamadı. Dolayısıyla mücadele ve baskı burada ne kadar güçlü olursa o kadar çabuk ve çok mali yardım alabilirler. Gündeme pek gelmeyen, sıkça unutulan birşey daha var; evi olmasa da tarlalarının önemli bir kısmının Dicle Vadisi’nde sular altında kalan 50 bini aşkın kişi ciddi bir gelir kaybıyla karşı karşıya. Tarım arazileri su altında kaldı, köylerine giden yollar kapandı veya uzadı. Bir süre sonra köylerini de terk etmek zorunda kalacaklar; sonuçta zor şartlarda ve aldıkları düşük tazminat ile geçinemeyecekleri için yaşamları zorlaştırıldı. Bunun yanısıra insanlar memleketlerinde yaşamak istiyor. Yeni Hasankeyf'te ev almaları yasaklananlar ya Batman ya da Yeni Hasankeyf'te kirada yaşıyor. Ancak bu kiralar o kadar yüksek ki, aldıkları tazminat ile sadece birkaç yıl yetebilir.
Koşullarının yüksek olmasının yanı sıra Yeni Hasankeyf'te yaşam alanı nasıl?
Asosyal bir yer. Temelinde neoliberal kentsel düzeni olan beton ve asfalttan yapılmış uydu bir kent gibi. Gelir kaynağı sınırlı ve bazı kişilerde yoğunlaşmış, demografisi önemli ölçüde değiştirilmiş Yeni Hasankeyf'i AKP siyasi ve ekonomik olarak istediği gibi kullanmak istiyor. Demografik değişimler Türk devleti için yeni bir şey değil; Kıbrıs ve Rojava örnektir.
85 köy tamamen boşaltıldı, 124 köy daha risk altında. Yeni Hasankeyf gibi yeni yerleşim alanları inşa edildi mi?
Yeni Hasankeyf'e ek olarak üç yerleşim daha var. Bu da halkın çoğunun şehirlere yerleşmek zorunda kaldığını gösterir. Yeni yerleşim alanlarında da çözülmeyen sorun var. Yeni evler olsa da ancak neredeyse hiç toprak alanı ve gelir fırsatı yok.
Bir süre önce yayılan fotoğraflarda Hasankeyf'teki Küçük Saray'ı su bastığını ve yeni halini gördük… Bir çevre mühendisi olarak bu görüntüler size neyi ifade ediyor?
Hasankeyf'in Ilısu projesi ile kurtarılacağı yönündeki propagandanın artık bir dayanağı olmadığı ortada. 2005’te Ilısu projesi yeniden gündeme gelince bu propaganda çok yapıldı devlet tarafından. Diğer yandan Yeni Hasankeyf'te 7 anıtın taşındığı 'Kültür Park’ın inşası devam ediyor. 7 anıt nakledilirken nasıl bir hasar gördüklerini hala net bir bilgimiz yok. Bu ara tepkimizi göstererek ve baskı oluşturarak Hasankeyf'in kültürel mirası konusunda daha kötüsünü engelleyebiliriz.
12 bin yıllık tarihi yok etmenin bir de yüksek maliyeti var. Ilısu projesi ne kadara mal oldu?
Ilısu projesi resmi olarak belirtilenden çok daha pahalıya mal oldu ve özellikle kamuya daha çok mal olacak. 19 Mayıs'ta Ilısu projesinin tamamı toplam maliyetinin 18 milyar lira (3 milyar Euro) olduğu belirtildi. Halbuki yıllarca toplam maliyetinin sadece 2 milyar Euro olduğu belirtiliyordu. Bu tür büyük projelerde genellikle şirketler, önceden planlandığı gibi beklenen büyük kârı elde ederken, sosyal ve ekolojik maliyetlerin çoğunu toplum ve kamu üstlenir. Ilısu projesinin 18 milyar TL'den daha da pahalı olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, önümüzdeki birkaç yıl içinde kuraklık olduğunda, Ilısu barajı önemli ölçüde daha az elektrik üretecek. Bu da maliyetin artacağı anlamına gelir.
Bu kadar yoksulluğu getiren, tarihi yok eden, yaşam alanları tahrip eden üstüne on yılları geçmeyen bir barajın ne gibi bir amacı olabilir? Türk devleti somut olarak bu proje ile neyi amaçlıyor?
Ilısu Konsorsiyumu, Ilısu baraj ve HES'i işleterek elektrik üretiminden doğrudan yararlanıyor. Bölgedeki halk ile yerel yönetimler ise bir kuruş bile gelir veya elektrikten alamıyor. Yerel yönetimler aksine göç edenleri kabul ederek ekstra maliyetle karşı karşıya. Bu barajla hükümet elektrik siyasetini daha fazla merkezi düzeyde planlayabilir ve sömürücü kapitalist ekonomiyi güçlendirebilir. Ancak ekonomik olarak Ilısu projesinin mantıklı ve karlı olduğunu düşünmüyoruz çünkü TC'de öyle büyük bir elektrik santral kapasitesi var ki 3’te biri hiç devreye girmiyor. Ilısu da pek devreye girmeyebilir, girse bile başka elektrik santralleri devre dışı kalır. Gelecek on yıllarda bu durumda değişiklik olmayacak gibi; dolayısıyla pahalıya patlayan Ilısu projesinin belirleyici nedeni ekonomik değil, daha çok stratejik ve jeopolitik olduğunu diyebiliriz. Bunun bir tarafında Irak ve Rojava halklarına karşı suyu silah olarak kullanıp Ortadoğu'da bölgesel güç konumuna gelmek var. Diğer tarafında ise Kuzey Kürdistan halkını kentlere sıkıştırıp asimile ederek (kontrol) ve gerillanın hareket alanını daraltarak toplumun direnişini kırmaktır.
Siz aynı zamanda Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nde yer alıyorsunuz ve bunun 'kültürel soykırım' olduğunun altını çiziyorsunuz…
'Kültürel soykırım’ terimini birkaç yıl önce kullanmaya başladık. Hasankeyf'te en az 20 eşsiz kültürün izleri buluyor. Tahminimizce toplam 400 kilometre nehir yolunun üzerinde 500'den fazla arkeolojik ve tarihi alan yok oluyor. Sadece 20 alanda kazılar yapıldığı için tam olarak nelerin yok olduğunu kestiremiyoruz. Efes 100 yıldır kazılırken, Hasankeyf'te daha büyük bir alan olmasına rağmen sadece 30 yıldır kazıldı. Somut eserlerin dışında Dicle Vadisi'nde yaşayan Kürtlerin ve Hasankeyf kasabasının yarısını oluşturan Mihelmi Arapların kültürü asimile edilip yok ediliyor. Bu insanlar, yaşam biçimleri, ekonomi, edebiyat ve sanatlarıyla Dicle Vadisi'nin bugününün ve geçmişinin kültürünü somutlaştırıyor.
Uluslararası düzeyde karşılaştırmak yaparsak, Hasankeyf'teki kültürel-arkeolojik yıkım, Afganistan'daki Buda tapınağın Talibanlar tarafından ve Suriye'deki Palmira'nın DAİŞ tarafından yıkımından daha ileri düzeyde ve kapsamda. Kısaca kendimize ve dünyaya neler kaybolduğunu anlatmak için 'kültürel jenosid' diyoruz.
1998'den bu yana Ilısu projesine karşı çok sayıda kişi protesto etti, karşı çıktı ancak gerçekleştirilmesi önlenemedi?
Tarihte Türk devletin hiçbir projesine karşı bu kadar uzun süre mücadele edilmedi. Projenin en başından beri yerel ve uluslararası düzeyde protestolar sürekli oldu. Sonuçta 2002-2015 yılları arasında proje toplam 5 kez durduruldu. Devlet her seferinde yeni yasalar, yeni düzenlemeler ve yeni fonlar ve şirketlerle inşa etmeye devam etti. Devlet bu projeyi stratejik olarak gördüğü için her şeyini ortaya attı. Öte yandan Kuzey Kürdistan'daki aktivistler baskı koşulları altında kaldılar, hem 2011-2012 arası hem de 2015'den beri mücadele etmek çok zor duruma geldi.
Yeterince mücadele edilmedi mi?
Çok sayıda protesto olsa da yeterli stratejik planlama her zaman yoktu. En kararlı insanlar ve kuruluşların birçoğu bile sadece 1-2 yıldır hareketli oldular. Sadece az sayıda aktivist tarafından ayakta tutulan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi sürekli faaliyet yürüttü. Bence en büyük eksiklik her şeyden önce, doğrudan mağdur olan (etkilenen) insanların kapsamlı bir şekilde örgütlenip harekete geçirilmemiş olmasıydı.
Bunu biraz daha açar mısınız?
Proje başlarken mağdur edilenler aktif şekilde bilgilendirilip kapsamlı şekilde desteklenmeliydi. Böylece bu insanlar, geniş ve açık bir şekilde projeye karşı çıkabilmeleri daha kolay olacaktı. Mağdur olanların çok azı ciddi ve sürdürebilir bir mücadele yürüttü; veya var olan mücadeleye dahil oldu. Bu zayıflık, Avrupa fonlarının durdurulduğu 2009'dan sonra ortaya çıktı. O dönemden sonra sadece otoriter Türk hükümeti hedefte kaldı. Aynı şekilde baskıya ek olarak Türkiye'nin batısında uzun süre az sayıda kurum ve kuruluş, Ilısu Barajı’na karşı harekete geçip protesto etti. Bunda Türk milliyetçiliğin etkisi önemlidir.
Ilısu barajında su tutulacağı ilan edilince 2019'da Türkiye'de daha önce görülmemiş kadar sivil toplum örgütü, sanatçı ve aydının yer aldığı büyük bir protesto gelişti. Türkiye’nin batısında daha önce olmayan tepki ortaya çıktı. Ama yeterli değildi.
Mücadelenin bir faydası olmadı diyebiliyor muyuz?
Ilısu barajına karşı mücadele, Kuzey Kürdistan toplumunda ekolojik ve kültürel farkındalığın artmasına ve baraj ve HES'lere eleştirel bakışın yayılması neden oldu. Bu süreç içinde başka ekoloji grupları ortaya çıktı. Tüm bu grupları ve ilgi duyan herkesi bir araya getiren Mezopotamya'nın Ekoloji Hareketi 2012 yılında kuruldu.
2012'de Irak'taki sivil toplum örgütleriyle iyi ilişkiler geliştirdik ve birlikte Dicle'yi Yaşatma Kampanyası'nı (www.savethetigris.com) kurduk. Bununla Ilısu Barajı'na karşı Irak'ta da tepkinin ortaya çıkmasına rağmen, Irak hükümetinin Türkiye'ye karşı harekete geçmesi yeterli olmadı. Farklı çıkarlar üzerini örttü. Bu kampanyanın da etkisiyle Mezopotamya ve Ortadoğu düzeyinde ilişkilerimiz gelişti. Yıllar içinde ekoloji bilincin artması sonucu 2019 yılında Sileymani'de Mezopotamya Su Forumu'nu 200 katılımcı ile düzenleyebildik.