'İstanbul’u özlemeyi çok isterim'

Dosya Haberleri —

Aslı ile Ulaşcan

Aslı ile Ulaşcan

  • Kendilerinden olmayan tüm kesimleri ‘terörist’ ilan eden AKP-MHP iktidarı, insanların Türkiye'den kaçışında baş rol oynuyor. Göç edenlere söz verdiğimiz röportaj dizimizin ikinci bölümünde Aslı ve Ulaşcan çiftinin hikayesine yer veriyoruz.

 

BİLGE AKSU

Son yıllarda Türkiye’den Avrupa’ya çok ciddi bir göç dalgası yaşanıyor. Türkiye'de yaşanan savaş hali, iktidarın baskıcı politikaları ve ekonomik krizle birlikte derinleşen yoksulluk insanların Avrupa'ya göç etmesinde başat rol oynuyor. Özellikle AKP-MHP iktidarı kendisinden olmayan tüm toplumsal kesimleri "terorist" olarak ilan etmesi de göç dalgasının bir başka nedeni olarak ortaya çıkıyor. Bu röportaj dizisinde, göç eden yurttaşların anlatımlarına yer vereceğiz. Almanya'da özellikle Berlin’de yoğunlaşan göçlerin nedenleri irdeleyeceğiz. Bu haftaki konuklarımız Aslı ve Ulaşcan çifti. İstanbul'da yaşayan genç çiftin, Berlin'e göç hikayesini kendilerinden dinleyeceğiz. İyi okumalar...

Hangi rüzgar attı sizi buralara? Ne zaman ve neden gelmek istediniz?
Aslı: 2018 Ekim’de taşındım, yüksek lisans vesilesiyle. Belki çoğumuz gibi benim için de eğitim, buraya taşınmak için kestirme bir yoldu.
Ulaşcan: Ekim 2018’de taşındım Berlin’e. Yüksek lisansa başlamak için büyük bir akademik motivasyonla başvurdum üniversiteye bu niçin burada olduğumun bir tarafı.  Diğeri ise zannediyorum benimle birlikte ve benden sonra gelmeye devam eden çoğunluğun cevabı ile aynıdır. Benim için eğitim, Almanya ’yada yaşama başlamak için uygun bir köprü de oldu.

Aklınızda hep var mıydı yurtdışına gitmek? Belli bir olaydan sonra mı karar verdiniz?
Aslı: Berlin’e 2016’da Erasmus için geldiğimde burada yüksek lisans yapmak istediğime karar verdim. Yurt dışı hiçbir zaman uzak bir seçenek değildi benim için fakat 2013’ten sonra yükselen otokrasi, baskı vs. bu kararıma sağlam bir gerekçe oldu. 2017’de mezun olup bir sene sivil toplumda çalıştım. O süreçte de hak ihlalleriyle yakından ilgilenmek gidişimi kesinleştirdi.
Ulaşcan: Kim olduğum ya da en azından kim olacağıma karar verilmesine izin vermeyeceğimi anladığım zamandan, yani liseden beri aklımda vardı Türkiye’den taşınmak fikri. Belli bir olaydan değil ama belli sebeplerden kesinleşti.

Burada sahip olduğunuz yaşam şartları ne kadar ideal sizce? Kendinizi biraz da buna mecbur kalmış hissediyor musunuz? Ya da şöyle sorayım, bu kararınızdan hiç pişmanlık duyduğunuz oldu mu?
Aslı: Sorunun ilk kısmı ve ikinci kısmına cevaplarım baya farklı olacak gibi. Geldikten 5 ay sonra bir ofis işi buldum ve iki sene çalıştım orada. Gelirimin yarısı kira ve faturalara, diğer yarısı rahat yaşaya yetiyordu. Orada kontratım uzatılmayınca paçalarım tutuştu biraz, Euro 10 olmuş. Ailemden para almam pek mümkün olmayacak. Barda çalışmaya başladım ve yaşam standartlarımda baya bir düşüş oldu. Dışarıda yemek yemek için, bir etkinliğe gitmek falan için çok daha fazla düşünmeye başladım. Biraz kaybolmuş hissettim, bir buçuk senedir teze başlayamadım, başvurduğum tüm işlerden ret alıyorum, ya vakit ya para ya da enerjim olmadığından Almancayı bir türlü öğrenemedim. Sosyoloji alanında iş bulmak zor, rekabet fazla. 20’lerin başında yaşayacağım bir hayat tarzına sıkışmış hissettim. Ne yapıyorum ben hayatımla falan gibi sorgular içindeyim uzun zamandır. Tüm bunlara rağmen, Berlin’de olmaktan hiç pişman olmadım. Şu yukarıda saydıklarımı Türkiye’de de yaşayabileceğimi biliyorum. En azından burada, tüm yabancılığa ve zaman zaman çeşitli alanlarda uğradığım ayrımcılığa rağmen, özgür hissediyorum.
Ulaşcan: Bu sorulduğunda anlattığım kısa bir anekdotum var. İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimimi tamamladıktan sonra pedagojik formasyon alıp özel bir kurumda tam zamanlı İngilizce öğretmenliği yapmaya başlamıştım. Amacım yurtdışında yüksek lisans yapabilmek için para biriktirmekti. Çocuklar ve gençlerle çalışmak kişisel olarak keyifli ve öğretici bir deneyimdi, fakat öğretmenlik elbette son derece zor ve olağanüstü bir meslek. 2 sene çalıştım, maaşımla buradaki yaşantım için bir bütçe oluşturdum. Berlin’de kabul aldığım okul ücretsiz bir devlet üniversitesi olmasına rağmen, buraya taşınma sürecinde harcadığım miktardan sonra bütçemden kalan para ile üç aylık kiramı ödedim. Tam zamanlı yaptığım iki senelik öğretmenlik deneyimimden sonraki birikimim birkaç ay barınma ihtiyacımı karşıladı ancak. Çok geçmeden burada çoğunlukla üniversite öğrencilerinin çalıştığı yarı zamanlı bir işe girdim. Yarı zamanlı çalışan öğrenciyken elde ettiğim maaşım Türkiye’deki öğretmen maaşımın neredeyse üç katıydı. Kararımdan pişmanlık duymadım hiç. Bu bahsettiğim, neden pişmanlık duymadığım sorusunun yalnızca ekonomik yaşamla ilgili kısmı elbette.

Türkiye'de insanlar epey uzun süredir olağanüstü bir baskı rejimiyle karşı karşıya. Özellikle 25 yaş ve altındaki gençlerin alternatifini dahi tahayyül edemediği uzun süreli bir düzen mevcut. Almanya'da ilk fark ettiğiniz 'lüks' ne oldu? Türkiye'de olmayan ne var burada?
Aslı: İlk fark ettiğin dediğin için şöyle hiç düşünmeden dökülüyorum: her yerde çocuklu babalar var hafta içi gündüz saatlerinde (ne iş yapıyor bu insanlar, anneler nerede gibi afallamalar yaşattı); her sınıftan insan, işten sonra beş gibi barlarda bira içmeye buluşuyor. Gelirler arası uçurum yok, yazılım mühendisi de boyacı da hafta sonu aynı kulüpte eğlenebiliyor. Sokakları insanın üzerine gelmiyor. Sadece havaya ve keyfime göre giyinmekte özgür hissediyorum. -Travmalardan dolayı ne kadar mümkün oluyorsa- Yeni şeyler deneme cesareti buluyorum; insanları daha ulaşılabilir görüyor ve daha tasasız/çekincesiz ilişki kurabiliyorum. Bunlar ilk aklıma gelenler ama genel olarak huzur ‘lüksü’ buldum diyebilirim.
Ulaşcan: Bu sorunun cevabı çok uzun. Çünkü nerede olursa olsun bir yerde göçmen olarak yaşamak birçok zorluk çıkarıyor insanın karşısına. Zenofobik tavırlarla karşılaşılabiliyor. Yaşadığım apartmandaki kendisi de göçmen olan kat görevlisinden de yabancılar dairesinde çalışan memurdan da “Almanya’da yaşıyorsan neden Almanca konuşmuyorsun” sorusunu duydum. Ama kendi adıma göçmenliğin getirdiği yabancılık hissini kıran birçok şey de var. En önemlisi taciz eden gözler yok üstümde. Ne, nasıl göründüğüm ne de ne söylediğimle ilgili tehdit altında hissetmiyorum. Belki de şöyle ifade etsem daha kapsamlı olur: olması gerektiği gibi bir adalet sisteminin varlığı sosyal ya da profesyonel hayatımda güvende hissettiriyor.

Yine genç kuşaktan söz edersek, Almanya ve Türkiye gençliği arasında gördüğünüz benzerlikler ya da farklar var mı? Örneğin kültür-sanatta, politik duruşlarınızda, genel bilgi ve kültür düzeylerinizde siz ne durumda hissediyordunuz, şimdi ne durumdasınız?
Aslı: Benim çevrem genelde göçmenlerden oluşuyor. Arkadaşım diyebileceğim 2-3 Alman vardır. Berlin’de her yerden göçmen olduğu için belki diğer şehirlerdeki kadar salt Alman kültürü ile haşır neşir olmuyoruz. Örneğin kültür-sanatta çok fazla alt-kültür ürünü görüyoruz, nerede yabancılık anlatan sergi, film vs. varsa insan çekiliyor bir yandan. Ama spesifik olarak Alman gençliğinde gördüklerim, politika ile keyfi bir alakaları olduğu. Örneğin, bizdeki gibi hayat memat meselesi değil. Bira seviyorlar, mesafe seviyorlar, özel alan algıları epey sağlam, duygulardan çok fazla bahsetmiyorlar, doğum günlerinde hediye almayı çok önemsiyorlar, sportifler. Çocukluklarından beri hayatlarında kamp, tırmanış, paten falan gibi türlü sporlar yer almış. Biz dershanelerde çürürken dünyayı gezebilmişler falan gibi insanı hüzünlendiren farklar çok. Genel olarak özellikle ayrıcalıklarının farkına varıp, dünyanın doğusu ile önyargılardan arınmış bir ilişki kurmaya çabalamadılarsa bilgi/kültür düzeyleri epey sığ kalıyor bence.
Ulaşcan: Almanya’da  devletin kontrolünde olmayan tamamen bağımsız bir medya mevcut. Aynı şekilde bağımsız sendikalar, dayanışma örgütleri, devlet ve pek çok özel sponsordan destek alan canlı bir sanat hayatı da devam ediyor. Bunlarla birlikte, korundukça sonraki jenerasyonlar için daha da yerleşik hale gelen ifade özgürlüğü yakın geçmişte katliamlara sebep olmuş radikal milliyetçiliğin önüne geçiyor. 1 Mayıs’ın da Onur Ayı gösterilerinin de bir şenlik gibi kutlandığı özgür bir anlayış hakim sokaklarda. Fakat aynı sosyo-ekonomik refahtan kaynaklı, yani Avrupa Birliği sınırlarının dışında kalan pek çok ülkenin insanlarının anlayacağı gibi, ayrıcalıklı bir yaşam sürülüyor burada. Almanya içinde parlayan sosyal ve ekonomik standartlar dolayısıyla buranın dışında yaşanan, Almanya’yı doğrudan etkilemeyen meselelerle ilgili seçilen bir cahillik de var diye düşünüyorum. Türkiye’deki gençlik ise ülkesinin tüm büyük şehirlerde bombalamalara şahit olmuş, tamamen baskıcı bir rejimden ötürü ne sosyal ne de ekonomik anlamda gelecekten büyük bir umudu olmayan ve kendisini ancak kendisi kurtarabilecek, büyük toplumsal travmalar altında yaşamaya çalışan insanlardan oluşuyor. Bazen tüm bunların Türkiye’deki genç bireyleri, demokratik düzen darbe aldığında ne olabileceğini gördükleri için yaşama dair farkındalığı daha yüksek kişiler kıldığını düşünüyorum.

Belki defalarca karşılaştığınız klişe bir soru olacak ama yine de sormak isterim... Günün birinde Türkiye'de ne olursa geri dönmeyi düşünürsünüz? Ya da öyle bir ihtimali göz önünde bulunduruyor musunuz?
Aslı: Şu an için öyle bir niyetim yok, kalmak isteyenin de bir şekilde kaldığını görüyorum ama İzmir’li biri olarak her Türkiye ziyaretimde belki bir gün İzmir civarında rahat, arzuladığım bir yaşam kurabilirim kendime diyorum. Freelance bir iş ile biraz burada biraz Avrupa’da... Neden olmasın. Aslında bu kadar çilesini çekmişken Berlin’de rahat ve ekonomik olarak daha özgür bir hayat ısrarım ve hırsım var şu anda. O yüzden dönmeye dair kafamda pek bir şey yok şimdilik.
Ulaşcan: Türkiyeli olmak kaygan bir zeminde bırakıyor insanı burada; o yüzden her ihtimal için ayrı planı olması gerekiyor kişinin. Fakat hayır, geri dönmeyi düşünmüyorum.

Bütün bu yaşananlar sizce bir beyin göçü mü, yoksa yaşam tarzına dayalı bir 'sığınma' refleksi mi?
Aslı: İkisi de. Hem insanların kendilerini onca zorlukla besleyip büyütüp Türkiye’deki çalışma koşullarına yedirmek istememesinin hem de yaşam tarzlarının marjinalize edilmesinin sonuçlarını görüyoruz bence. İnsanın içinde öfke büyüyor, adalet arzusu büyüyor, umutsuzluk büyüyor, bir de umarsızlık büyüyor sonunda maalesef. O yüzden köklerimizi, ev hissini, biriktirdiğimiz her şeyi bırakıp bizlere öyle çok da kucak açmayan bir eve sığınıyoruz. Türkiye bu kadar yokuş aşağı gitmese dönmek isteyecek çok fazla insan tanıyorum. Buradaki yaşamın güzellikleri yanında, geçmeyen bir yersiz yurtsuzluk da var.
Ulaşcan: Her ikisi de. Özgür düşüncenin zincire vurulduğu bir düzen altında yaşamak istemiyor insanlar. Tüm bilgi birikimini ve yeteneğini yatırdığı alanla ilgili özgür bir ortam sağlanmadığı gibi kültürü değiştiren toplumsal baskıların da arttığı bir yerde devamlı olarak var olma mücadelesi vermek son derece yorucu da aynı zamanda.

Son olarak eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?
Aslı: Bu röportaj dizisi fikri ile bizlere de alan açtığın için teşekkür ederim. Hem gelmek, hem kalmak isteyene gerçekçi bir manzara sunacağını düşünüyorum. Son olarak yurt dışına taşınmak isteyenlere iletmek istediğim bir şey var. Entegrasyonun anlamının bütünleşme olduğunu ve karşılıklı olması gerektiğini; ev sahiplerinin de bizden, bizim kültürümüzden öğrenecekleri çok fazla şey olduğunu hatırlatmak isterim. Bu sebeple benim hissettiğim geri çekilme ve her an ev sahiplerine uyum sağlama kaygısını gütmemenizi dilerim. İnsan kendine yakın bulduğu kültürel değerlerini özgürce yaşamalı. Göçmenlikte değersizlik hissinin önüne geçmekte bunun payı büyük diye düşünüyorum.
Ulaşcan: Türkiye’yi, doğup büyüdüğüm şehir olan İstanbul’u özlemeyi çok isterim bir gün. Orada yaşayan ailem, arkadaşlarım ve toplumsal baskı ve şiddete maruz bırakılan herkes için kaygı duymamayı çok isterim. Eşit ve adil bir düzen için özlem duyan ve bunun için mücadelesini sürdüren herkese, uzun yıllar her alanda aynı mücadeleyi vermiş fakat güvende hissetmeyi özlediğinden oradan ayrılmış biri olarak kalpten bağlıyım. Türkiye’de yaşanan her acıyı paylaşıyor ve adaletsizliğe karşı mücadelesini sürdüren herkese derin saygı ve sevgilerimi iletiyorum. 

Emekli

 

Rentner

Emekli ve Rentner'in görseldeki farkı!

Malum, Euro-TL paritesi 1/10'ları geçti. Bu sizi etkiliyor mu, maddi olarak ya da manevi anlamda? 
Aslı: Etkilemez mi? İşsiz kalırsam/kaldığımda ailemden destek alamayacak olmak buradaki stresimi çok arttırıyor. Üstelik Türkiye’den ailem ve arkadaşlarım ziyaretime gelemiyor. Aramıza dev bir kur duvarı çekildi. Çok üzgünüm bunun için. Manevi olarak zaten sinir harbi, Almanya’dayız ama Twitter hesabımız Türkiye’den.
Ulaşcan: Elbette. Söylediğim gibi, Almanya’da yarı zamanlı çalışılan bir iş ile Türkiye’de tam zamanlı emek verilen birçok işten daha fazla kazanılıyor. Adil değil bu ve üzgünüm kendi ailem dahil hayatlarını çalışmakla geçirmiş fakat hak ettiğinin hiçbir karşılığını bulamamış herkes için. İlk geldiğim senenin bir bahar ayıydı. Gün boyu yüzleri gülen, hak ettikleri refahı neşe içinde yaşayan birçok yaşlı insan gördüm sokakta. O dönem yine emeklilerle ilgiliydi gündem Türkiye’de. Aklıma bir şey geldi o akşam. Emekli sözcüğünü bir Türkçe bir de Almanca ‘rentner’ şeklinde arattım internette. Çıkan sonuçları karşılaştırırsanız bu sorunuzun cevabı sanırım güzelce özetleniyor. Google fotoğraf aramalarında, ‘emekli’ sözcüğünün karşılığında Türkiyeli yorgun ve mutsuz yaşlılar çıkıyorken, ‘rentner’ sözcüğünü arattığınızda güler yüzlü, neşeli ve dinç Almanlarla karşılaşıyorsunuz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.