24 Nisan’da hepimiz katledildik

Mihraç URAL yazdı —

  • 24 Nisan 1915, Ermeni katliamının Anadolu uygarlıklarına bir hançer gibi saplandığı gündür. Uygarlığın ilk ışıkları, Anadolu’dan tüm insanlığa yayıldı. Uygarlık öncüleri, bunun bedelini ise “kılıç hakkı” adı altında, akıllara ziyan zorbalık, kıyım ve yıkımla ödedi.

24 Nisan kanlı bir tarihi gündür. Bu acıyı, yüz binlerce Ermeni canıyla ödeyerek geride aç susuz bıraktığı perişan yakınlarıyla iliklerine kadar yaşadı. Bu toprakların en yerlisi en kadim tarihiyle insanlığa uygarlık ışıkları saçan Ermenilerin katli, yerli olmamanın korkularıyla akılları kuşatılmış barbar göçebelerin eliyle oldu. Bu topraklara hiçbir emek katkısı yapmayanların, kurulu uygarlıkları yıkanların, kılıç zoru istila çabalarıyla giriştikleri cürüm sadece Ermenileri değil, hepimizi katletmiştir.

Bu kıyımın üzerini ne tarih, ne insanlık vicdanı ve iradesi örtemez, örtülmesine de göz yumamaz. Hepimizin üzerinde sorumlulukları olan bu vahşeti gidermenin tek yolu mazlumun haklarını alması için mücadele etmektir. Kendi ana yurdundan, vatan haline getirdiği bakir topraklardan kılıç zoruyla yok edilen Ermenilerin hakkı hepimizin boyun borcudur. Bu gün, 24 Nisan’ı anarken, havanda su döken timsah gözyaşları değil, hala kendi halkını bile kıyan bu zalim ve barbar yönetimlerin artık tarihe karışması için mücadele edilmelidir. Bu hepimizin insan olarak görevidir.

Bu coğrafyanın insanı da toprağı da yakılmıştır; doğası tahrip edilmiş, kimyası bozulmuştur. Binlerce yıllık dengeleri, insanlığa ışık saçan uygarlıkları, at nalları altında ezilmiş, kılıç darbeleriyle yere serilmiştir; “kılıç hakkı” adı altında, zenginliğinin mozaik dokusu tek boyutlu sefilliğe sürülmüştür.

Geleceğimize barikat kuran geçmiş budur.

Bunun adı tarih, belleklere kazılı, gelecek kuşakların yollarına döşeli, geleceğin içindeki geçmiş olarak bizimle yaşayan, yakamıza yapışan, gerçeğin ta kendisi olan tarih, işte bu tarih.

Yüzleşmemiz gereken tarih, aşmamız gereken geçmiş, içimizi kemiren kıyım ve yıkım tastamam budur.

Tarihle cesurca hesaplaşmalı

Geleceğimizi kurup, kurgularken her basamağında yüz yüze kaldığımız, kaoslarımızın derinleşmesinde keskin rolleriyle karşımıza çıkan, utancımızı suratımıza bir şamar gibi vuran bu tarih, cesur bir yüzleşmeyle aşılmayı bekliyor.

Anadolu’nun kaderi makus halkları, bu barbar sürüne ve cürümlerine dur diyecek dirayettedir. Kürt halkı bunun için şehit üzerine şehit vererek bağımsız siyasal iradesini tarih sahnesine bir sigorta olarak koymaktadır. Bu halkın mücadelesine destek olmak bu açıdan hepimizin tarihle cesurca hesaplaşmanın yoludur.

24 Nisan 1915, Ermeni katliamının Anadolu uygarlıklarına bir hançer gibi saplandığı gündür. Uygarlığın ilk ışıkları, Anadolu’dan tüm insanlığa yayıldı. Uygarlık öncüleri, bunun bedelini ise “kılıç hakkı” adı altında, akıllara ziyan zorbalık, kıyım ve yıkımla ödedi.

İnsan topluluklarının kimyalarını bozan, binlerce yıllık dengeleri alt üst eden kanlı süreç, barbarlığın uygarlığa saldırısı olarak belirdi; Toprakları ve zenginlikleri gasp etmek isteyen talancı, istilacı güçler uygar yerli toplumları acımasızca ezip durdu. Yerli halkın bitip tükenmeyen tarihsel çileleri böylece başlamış oldu.

Bu acımasız çarklar, Anadolu’da hükümranlık altında yaşayan her farklılığı hedef alarak sürdü; Ermeniler, Kürtler, Araplar, Süryaniler ve diğeri, ortaçağın acımasız ölüm denklemlerinde kıvranıp durdu.

Tarihin, perdelerini çağdaş uygarlığa açtığı bir kesitte, aklın yaşama cesurca müdahalesinde yarattığı aydınlanmadan nasibini alamamış Osmanlı, tarihin derinliklerinden çıkıp gelen ortaçağ aklıyla hüküm sürdüğü toprakları ezip durdu. İnanç asimilasyonlarıyla tek boyutlu yapılan bu coğrafya mozaik dokusunun zenginliğini yitirdi, karanlıklara gömüldü. Adı kıyımlarla, darbelerle katliamla özdeşleyen İttihatçılık bu aklın rahminden doğdu. 

Ermeni milletini toplu bir kıyım

İttihatçılık, ortaçağ talan ve gasp olanaklarının tükenip tıkandığı bir koşulda, aynı akılla içe dönük kıyımın adıdır; darbecilik, silahşorluk, teşkilat-ı mahsus-iye gibi kirliliğin, ölüm sentezleri budur. Bu ise, hükümranlık alanlarını yeniden, bir kez daha fethetmek için toplu kıyım demektir. Ermeni kıyımı bu aklın ürünüydü.

II. Viyana kuşatmasıyla (14 Temmuz 1683) tıkanan barbarlık, batıya gidiş umutlarının yıkıldığı, Anadolu’dan başka sığınacak mekanı kalmadığı bir koşulda, içe dönük kıyımı tüm acımasızlığıyla Anadolu halklarına dayatmıştır. İslam’ı insan merkezli bir önerme olarak ele almak yerine, cihat çağrısı olarak hükümranlık altındaki halkları doğrayan bir araç haline getirmek, bu süreçle birlikte öne çıkmıştır. Bu süreç, 20.yy başlarında ittihatçıların eliyle Anadolu’nun en kadim toplumuna, toplu kıyımı dayatmıştır.

Ortaçağ akılları, Anadolu tarihini, demografisini yeniden yapılandırma anlamına gelen akıl almaz girişimleri, isim isim, aile aile, köy, ilçe şehir, şehir siciller tutularak ve her adımda takip edilerek Ermeni milletini toplu bir kıyıma maruz bırakılmıştır (Talat Paşa’nın ünlü not defteri). Ortaya konan tüm belgeler bu girişimin vahşi bir ırk temizliği, jenosid olduğunu göstermiştir. Bu kıyım Osmanlı’nın bir geleneğidir, Türkmen aşiretlerinin Osmanlı eliyle tasfiyesi gibi Kürtlerin 20’den fazla toplu kıyıma maruz kalması ardından, 20. yüzyılın ilk etnik temizliği de Ermenilere dayatılmıştır. Hepimizin sırtında kambur gibi duran bu insanlık dışı katliam, geleceğimiz karartmaya devam eden kara bir delik gibi, insani tüm değerlerimizi yutmaya devam ediyor.

Vicdani benliğimizin mihenk taşı…

Osmanlı aklı, tarihinin her döneminde sorunlarını kıyımla çözdü; “katli vaciptir “dedi. Cumhuriyet de bu iz üzerinde yürüdü. Leopold Gaszczyk, “Die Sancak Episode” başlığı altında Danimarka krallık dairesine sunduğu rapor bu gerçeği çıplak olarak gözler önüne serer. Cumhuriyet onlarca kez Kürtleri katlettiği gibi Ermenileri de bir kez daha kıyımdan geçirir. Kürtlerin çekmeye devam ettiği acılar, Cumhuriyetin, Ermenileri Kilikya sürgünlerinde, 1938’lere kadar konak konak katli, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı adına Hatay’dan Halep’e, Beyrut’a, sürgün yollarında katledişinin devamı olarak gündeme geldi. Buna, Mersin, Adana ve Hatay’daki Arap halkına dayatılan göçü ve kültür katliamını da eklemek yanlış olmayacaktır. 1000 yıldır bölgemizin tüm halkları, Türk-Türkmen halkı da dahil, bu barbarlardan ölüm ve yıkım görmüştür. Bölgemizin temel sorun, bu barbarların yerli olmamalarından kaynaklanan kaygı korkularının esir olarak, bitip tükenmeyen yayılmacı, talancı eğilimleri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır..

Bu yüzden, yüz yıl öncesi geçmişimizin, yüz yıl sonrası geleceğimizin önüne koyduğu barikatla yüzleşmemiz, insani, hukuku, vicdani benliğimizin mihenk taşı olacaktır.

Tarihle yüzleşmek, tarihi hareket halindeki geçmiş haline getirmek değildir. Tarihle yüzleşmek tarihçi olmayı da gerektirmiyor.

Gelecek kaygısı taşımak, gelecek nesilleri adil ve eşit toplumsal bir yaşamda buluşturmak, bu yüzleşmenin ana temasıdır. İnsani olandır ve gelecek kuşaklar için bırakacağımız en uygar mirastır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.