8 yaşından beri babasını arıyor

Dosya Haberleri —

  • 1992 yılında gözaltında kaybedilen Hasan Gülünay’ın kızı Deniz Gülünay: 8 yaşından beri Galatasaray Meydanı’nda babamı arıyorum. Bir asır da geçse babamı aramaktan, katillerinden hesap sormaktan asla vazgeçmeyeceğim. Kayıplarımızı arama mekanımız olan Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmedik/vazgeçmeyeceğiz.

ZABEL MİRKAN

Hasan Gülünay, 20 Temmuz 1992’de Tarabya’daki evinden işe gitmek üzere çıktı. Ailesi bir işi çıktığını, o yüzden eve dönmediğini düşündü, ardından ise gelen isimsiz bir telefonla gözaltında olduğunu öğrendiler. Hasan Gülünay’ın tutulduğu Gayrettepe Terörle Mücadele Merkezi’nde işkenceye uğrarken isim ve soyismini söyleyerek “Beni gözaltında kaybetmeye çalışıyorlar” diye bağırışına biri tanıklık etti. O kişi, tanıklığını açıklamasının ardından ölümle tehdit edildi.

Dönemin emniyet müdürü yardımcısı Hüseyin Kocadağ, kendisini telefonla arayan kardeşine “Yaraları iyileştikten sonra basına çıkaracağız” dedi. Kocadağ, sonrasında böyle bir şey söylemediğini iddia etti. Gebze’de bir fotoğrafçı tarafından vücudunda işkence izleri bulunan cansız beden, Hasan Gülünay’a benziyor olsa da aile o cenazeye asla ulaşamadı.

Hasan Gülünay gözaltında kaybedildiğinde Başbakan Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Emniyet Genel Müdürü Yılmaz Ergün, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu’ydu.

Hasan Gülünay’ın kızı Deniz Gülünay, babasının gözaltına alınma sürecini, ailesi olarak verdikleri mücadeleyi ve davanın seyrini anlattı.

Sabah işe gitmek için çıktı…

“Babamın dolaylı olarak bağlı olduğu bir örgüt vardı. O örgüte bir operasyon düzenlendi. Babam o zaman kimliğini başka bir arkadaşına vermişti, Mayıs ayında. Mayıs ayında o arkadaşı işkencede öldürüldü, ondan sonra da babamın kimliği orada olduğu için kimliği açığa çıkmış oldu. Temmuz ayına kadar sürekli takip edildi babam. Sürekli ev değiştirdik biz. Oturduğumuz evlerden gece vakitlerinde apar topar taşınıyorduk. O ara Tarabya’ya taşınmıştık. Bayağı gizli kapaklı bir şekilde taşınabilmiştik yine. O süreçte babam anneme ‘Ben polis tarafından takip ediliyorum,’ demiş zaten.

Bir gün sabah işe gitmek evden çıktı babam, akşam eve gelmedi. Annem iki-üç gün bekledi, işi vardır, gelir diye düşündü çünkü. Ama o arada hep gazete aldı. Bir haber var mıdır diye. İkinci gün TKP-ML/TİKKO’ya bir operasyon yapıldığını ve orada üç kişinin öldüğünü, bir kişinin yaralı olarak kaçtığını öğrendik. Annem öldürülen kişileri tanıdığı ve babamın arkadaşları olduğunu bildiği için kaçan kişinin babam olduğunu düşünmüş. Sonra bir hafta kadar bekledik biz, evde durduk. Geldiğinde evde olalım dedi annem. Kısa bir süre sonra da bizi biri aradı, isim filan vermeden acele bir şekilde ‘Hasan Gülünay gözaltına alındı, onu gerçek kimliğiyle her yerde arayıp sorun,’ dedi. Telefondan sonra annem harekete geçti. Dayımı aradı, oraya geçtik. Ertesi gün İHD’ye gittik. Avukatlar hemen işlem başlattılar. O günden sonra başka bir mücadelenin içine girdik zaten.”

Beş tanığımız olmasına rağmen kimse dinlenmedi

“Babamla birlikte gözaltına alınan beş kişi daha var aynı operasyon kapsamında. Babamla aynı dönemde, başka bir kurumdan gözaltında olan bir kişi babamın sesini duymuş. ‘Ben Hasan Gülünay, beni öldürmeye çalışıyorlar,’ demiş babam. O kişi serbest bırakıldıktan sonra İHD’ye geliyor ve diyor ki ‘Ben görmedim ama ses duydum, adını soyadını söyledi’. İHD haliyle hemen annemi aradı, bu doğrultuda başvurular gerçekleştirdik. Ertesi gün bilgiyi veren adamla karakola gidilecekti. Böyle bir çaba var, dava açılacak çünkü. Adamın evine gidiyorlar. Ev boşaltılmış. Komşulara sormuş annemler sonra, böyle bir adam varmış burada diye. Varmış işte ama polis adamın evini basmış, adam da ölüm korkusundan dolayı kaçmış. Biz bu tanığa hiç ulaşamadık sonra. İddiamız da çürümüş oldu. Anneme dava bile açıldı, emniyeti karalamaktan, ceza aldı annem. Tanık olan beş kişi mahkemeye çıktıklarında babamın fotoğraflarını filan da gösterdiler, tanıyoruz dediler ısrarla. Ama onların tanıkları kabul edilmedi. Halbuki biri askıda işkencede, biri gözü bağlıyken yerde gördüğünü söyledi. Gözaltında olduğu kesindi yani babamın.”

Dersim dağlarına bakın dediler

“Hüseyin Kocadağ amcamın köylüsü, aynı memleketliler. Amcam Hüseyin Kocadağ’ın yanına gidiyor. Benim kardeşim kayıp, diyor. Hüseyin Kocadağ da diyor ki ‘Burada, ama ağır işkence yaraları var. Şu an tedavi ediyoruz. Sonrasında zaten basına çıkartacağız.’ Amcam bunu bize anlatınca annem yine İHD’ye gidiyor. Devamında amcam Erzincan’a dönüyor. Hüseyin Kocadağ resmi ağızdan kabul etmiş olduğu için gidip köyü basıyorlar ve amcamı alıyorlar. ‘Seni müdürün karşısına çıkartacağız, sen de yalan söyledim diyeceksin’ diyor amcama. Amcam da korktuğu için yapıyor bunu. Böyle bir şey ortaya çıktığı için muhtemelen babamı öldürmek zorunda kaldılar. Ondan sonra inkârlar devam etti tabii. Dersim dağlarına bakın filan dediler bize.”

Gebze’de bir fotoğrafçının bulduğu ceset

“Babamın kaybolmasının üzerinden 55 gün geçmişti, tam 55. günde bir ceset bulundu Gebze tarafında. Bir fotoğrafçı buluyor cesedi. Suratı yanmış, vücudunda işkence izleri varmış ve ayakkabı bağcığı yokmuş. Fotoğrafçı bunların gözaltında olmuş olabileceğini düşünüp direkt İHD’yi arıyor, ben böyle bir şey gördüm, fotoğraflarını çektim ve karakola haber verdim polisler gelsin alsın, diye diyor.

Fotoğrafları çeken kişinin dükkânına fotoğrafları almak üzere gittiğimizde ise jandarma fotoğrafçıyı basarak hem kişiyi darp etmiş hem de çektiği bütün fotoğrafların negatiflerine de el koymuştu. Bu da gösteriyor ki o ölen kişi babamdı. O cesedi Gebze Kimsesizler Mezarlığı’na ya da başka bir yere gömmüş olabilirler diye düşünüyoruz biz. İşte sonra İHD annemle beraber Gebze Karakolu’na gitmek üzere yola çıkmadan babamın dış görüşüne dair tarif istiyorlar. Komutan diyor, sizin söylediğinize uyuyor gelin alın. Ertesi gün avukatlar, İHD ve annem cesedi almaya gittiklerinde komutan şey diyor; ‘Bize Hasan Gülünay’ın terörist olduğunu söylememiştiniz. Ben size yanlış tarif vermişim, biz de zaten onu arıyoruz. O cenazenin sahibi Ankara’daydı gelip aldılar.’ O cenazeyi vermediler yani bize, ki o yüzde doksan babamdı. O dönem muhalefet daha güçlü olsa belki o cenazeyi alabilirdik. Ondan sonrasında da elimizde hiçbir şey kalmadı. Devamında sadece şu oldu: Savcılık, emniyete babamın akıbetini sordu her ay, her sene. Yani zaten onu kaybedenlere.”

Zaman aşımına uğradı, 4 yıldır AİHM bekleniyor

“Eylemler yapmaya, çağrıda bulunmaya devam ediyoruz ama 2012 yılında davamız zaman aşımına uğradı bizim, 20 yıl dolduğu için. O zaman da işgal eylemi yaptık annem, ben, kardeşim ve gözaltına alındık. Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Anayasa Mahkemesi, bir ilkti aslında bu, yeteri kadar soruşturma yapılmadığına karar verdi. Ama böylelikle de yeniden dava açmamızı engellediler. Yeniden dava açılmamasına dair karar aldı mahkeme. Bizim oradaki dosyamız öylece kapanmış oldu. Sonrasında da, dört sene önce, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunduk, tanıklıklarımızla beraber. Dört sene oldu ama hâlâ bir haber yok oradan da. Biz kan parası talep etmiyoruz ama, genelde öyle bağlanıyor davalar orada da. Bizim talebimiz şu: Beş tanığımız var, onlar da konuşmaya gönüllüler. Davanın yeniden açılıp tanıkların dinlenmesini istiyoruz.”

O meydan bir lütuf değil

Bizim Cumartesi Anneleri/İnsanları olarak taleplerimiz var bir de. Galatasaray Meydanı’nın yeniden ailelere, kayıp yakınlarına açılmasını istiyoruz. Bu yönde büyük bir mücadele yürütüyoruz. Ama bu mücadele sadece kayıp yakınları ya da Cumartesi İnsanları’yla sınırlı olmamalı. Demokrat, sol-sosyalist çevrelerin de yanımızda durmasıyla o meydanı yeniden kazanabiliriz. Biz o meydanı direnerek, dayak yiyerek elde ettik. Bize verilmiş bir lütuf değildi o meydan. Orada her Cumartesi eyleme giden anneler, babalar o kadar yaşlandı ki artık, zaten orada doğanlar bile yaşlandı neredeyse. Her hafta dayaklı, gözaltılı bir şekilde onları oraya göndermeyi göze alamıyoruz. O meydana dışarıdan bakıldığında söylemler sıradan geliyor; bazı insanlara ama orada fotoğrafları tutulan insanların hepsi bir örgüte mensuptu, örgütlü bir yapı içerisinde yıllarca mücadele vermişlerdi ve zaten devlet tarafından tehlikeli görüldükleri için katledildiler. Bütün kurumların o meydana sahip çıkması gerekiyor diye düşünüyorum o yüzden. Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın sayfaları dışında Kayıplar Haftası’nı gündemine alan bir tane kurum, gazete, sendika bile göremiyoruz artık. Bu sadece kayıp yakınlarının meselesi değil ki. Herkesin, hepimizin meselesi.”

Barolar destek verebilir

“Şu an kayıp yakınlarının önü kesilmiş durumda. Bizim mezar açtırma gibi bir hakkımız yok. Şunu da yapıyor devlet, kişiyi öldüren polis ya da her kimse, öldüren kişinin itirafını istiyor bizden. Yani böyle bir şeyi kim itiraf eder ki? Ayhan Çarkın gibi bir adam çıkacak diyecek ki ‘Ben Hasan Gülünay’ı öldürdüm, şuraya gömdüm.’ Bu beyanı istiyorlar. Kimse çıkıp ben bunu öldürdüm demez. Biz babamın kaybolduğu dönemi anlattığı için İHD üzerinden Ayhan Çarkın’a da sorduk babamı. Ama katil o kadar çok insan öldürmüş ki, hatırlamıyor kimi öldürdüğünü, nereye gömdüğünü. Biliyor ama hatırlamıyor. Bununla ilgili de bir şey yapabilir avukatlar, barolar. Bu sonuçta bizim önümüzü kapatan bir durum. İHD yapıyor ama tek başına ne kadar mücadele verebilir ki İHD?”


Dedesi 1 Mayıs’ta katledildi

Deniz Gülünay’ın dedesi, annesi Birsen Gülünay’ın babası, Bayram Eyi de 1 Mayıs 1977 katliamında Taksim’de ölenler arasındaydı. Bayram Eyi inşaat işçisiydi. 1 Mayıs’a gitmek için evinden çıktı ve bir daha geri dönmedi. Katliamın üzerinden 43 yıl geçmesine rağmen katilleri yargılanmadı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.