90’lardan beter bir dönem

Dosya Haberleri —

  • Avukat Şevket Epözdemir, 25 Kasım 1993 tarihinde Tatvan’da kaçırılarak katledildi. Cansız bedeni diğer gün Tatvan-Norşin yolu kenarında bulundu. Dönemin Tatvan Tugay Komutanı Tuğgeneral Korkmaz Tağma, cinayetin arkasındaki isimdi. İfadeye bile çağrılmadı.
  •  
  •  90’lı yıllarda “faili meçhul cinayetler” varken bile bu döneme oranla yargılamalar en azından daha ‘hukuki’. O dönemki yargılamaların hukuki yapıldığını kesinlikle söylemiyorum. Bu döneme kıstasla, iki dönem arasındaki vahim durumu anlatıyorum.

BARIŞ BALSEÇER

Avukat Şevket Epözdemir, 25 Kasım 1993 tarihinde Tatvan’da kaçırılarak katledildi. Cansız bedeni diğer gün Tatvan-Norşin yolu kenarında bulundu. Katledildiği yer Jandarma Karakolu’nun hemen yanıydı. Şevket Epözdemir, o dönem DEP Tatvan İlçe Başkanı ve İnsan Hakları Derneği Tatvan Bölge Temsilcisi’ydi. DEP binalarının bombalı saldırıya uğradığı, yönetici ve üyelerinin öldürüldüğü bir dönemdi. Tatvan Tugay Komutanı Tuğgeneral Korkmaz Tağma’nın ölümle tehdit ettiği Şevket Epözdemir evinin önünden kaçırılmıştı. 90’lı yıllardaki birçok faili belli cinayet gibi Epözdemir’in katledilmesinin de üzeri örtüldü, katledenlere dokunulmadı.

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği üyesi Avukat Fırat Epözdemir ile dayısı Şevket Epözdemir’i, 90’lı yıllardaki faili belli cinayetleri, verilen hukuk mücadelesini ve  geçmişten günümüze avukatlar üzerindeki baskıları konuştuk.

Öncelikle Şevket Epözdemir’in yaşamını sizden öğrenebilir miyiz? Eğitmen ve hukukçu kimliğinin yanı sıra bir siyasetçi, insan hakları savunucusu kimliği de var…

Şevket Epözdemir benim öz dayımdır. Aynı zamanda babam ile amca çocuklarıdırlar. Şevket Epözdemir, 1943 yılında Siirt Baykan ilçesinin Mınar (Dilektepe) köyünde doğdu. Uzun yıllar önce ailemizden Tatvan’a yerleşenler oldu. Tatvan ailemizin ikinci memleketi sayılır. Dayım, iki-üç yaşına gelmeden dedemin Diyarbakır’da yeni iş kurması dolayısıyla ailece Diyarbakır’a taşınmışlar. Çocukluk yıllarını Bitlis-Siirt ve Diyarbakır’da yaşamış. İlkokuldan sonra Ergani Öğretmen Okulu’na gitmiş. İlk görev yaptığı yer ise Baykan’mış. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü açıldıktan sonra orayı da bitirdikten sonra, 1962-63’de Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaya başlamış.

Dayım, Kürt gençlik hareketinin ikinci kuşağında yer alır.  Genç yaşında siyaset ile ilgilenen biri. 1965’deki Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin kuruluş ve faaliyet süreci içinde yer alıyor. 1966 yılında Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Faik Bucak’ın bir suikast ile katledilmesi sonrasında, partinin diğer üyeleri hakkında davalar açıldı. O dava da bugünkü siyasi davalardaki gibi Diyarbakır’dan Antalya’ya taşınmış. Antalya’daki bu davada büyük dayım M. Şakir Epözdemir yargılanmıştı. Şevket dayım ise o dönem Yozgat Sorgun’a sürgün edilmiş. Sorgun sürgününden sonra ise Kırıkkale ve Ankara’ya edebiyat öğretmeni olarak atanmış. 1972 yılında katledilen Türkiye devrimci hareketinin iki önemli ismi Ömer Ayna ve Niyazi Yıldızhan da dayımın öğrencileridir.

Dava ve soruşturmalar onun hukuk ve yargı konularına ilgilenmesinin nedeni olarak gösterilir. Bu durum dayımın 1970 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’de öğrenime başlamasına neden olmuş. Mezun olduktan sonra Tatvan’a yerleşmiş ve 1976 yılında avukatlık görevine başlamış.

Dayım bir avukat olduğu kadar bir siyasetçiydi. Aynı zamanda kendi halkının sorunları ile birebir ilgilenen, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele eden bir simaydı. Kürt mücadelesini seçtiği ilk günden itibaren, 1980 darbe döneminden 1990’ların JİTEM ortamına kadar hep göz önünde olan, tehditler alan ve baskı ile karşılaşan ama buna rağmen davasının peşini bırakmayan biriydi.

Avukat Şevket Epözdemir’in katledildiği güne dair neler anlatacaksınız?

25 Kasım 1993’te akşam saatlerinde dayım yazıhaneden evine aracıyla giderken kaçırıldı. Ailemizin yaptığı yoğun arama ve görüşmelere rağmen bulunamadı. Ertesi gün Tatvan-Norşin yolu üzerinde bulunan bir yerde maalesef cansız bedenini buldular. Gerekli teşhis ve otopsi işlemlerinden sonra akşam üzeri Tatvan’da camiye getirildi. O dönemin emniyet mensuplarının aile büyüklerine yaptığı baskılar neticesinde defnedilmek zorunda kalındı. Defin anında ben yoktum ama o anları dayım M. Şakir Epözdemir ve orada bulunan diğer aile bireylerinden öğrendim. Emniyet mensupları cenazenin bir an önce defnedilmesi yönünde baskı uyguladıkları için maalesef aile bireylerimizin bir çoğu cenazenin defnedilmesi esnasında mezarlığa bile gidemediler. Aynı zamanda Tatvan halkı da bu baskıdan dolayı cenaze merasimine katılamadı. Defin sonrası taziyeye ise binlerce insan geldi.

Av. Epözdemir’in “gözaltında kayıplar” ile ilgili davaları da takip ettiğini biliyoruz. Bu cinayetleri açığa çıkarma çabası mı onu hedef haline getirdi?

O dönem gözaltında kaybedilenlerden biri de rahmetli Ferhat Tepe’dir. Kendisi Av. Şevket Epözdemir’den yaklaşık 4 ay önce kaçırılmış ve katledilmişti. Ferhat Tepe’nin cenazesinin getirilmesi ve defnedilmesinde elbetteki dayım da bulundu. Aynı zamanda dayım, Tepe ailesinin de avukatlarından biriydi.  Ancak şunun altını özellikle çizmek istiyorum: Sıkça bahsedildiği gibi Av. Şevket Epözdemir sadece rahmetli Ferhat Tepe’nin veya Ferhat Tepe’nin ailesinin avukatı olduğu için katledilmedi. Genelde böyle bir kanı var ama bu yanlıştır. Evet, Ferhat Tepe’nin katledilmesi olayıyla ilgili de avukatlık yaptı. Bu durum elbette birilerini rahatsız etti. Ama Avukat Şevket Epözdemir sadece bundan dolayı katledilmedi. Av. Şevket Epözdemir yaşamını kendi halkına, mazlum Kürt halkının hak ve özgürlük davasına adamıştı. Dolayısıyla o dönemin zorlu koşullarında sadece Ferhat Tepe’nin değil binlerce siyasinin avukatlığını da üstlenmişti.

90’lı yıllarda gençtim ama o dönemleri çok iyi hatırlıyorum. Diyarbakır’dan Elazığ’a, Malatya’ya, Van’a giderek birçok siyasinin davasını takip ediyordu. Dolayısıyla sadece rahmetli Ferhat Tepe’nin katledilme davasını takip ettiği için kaçırıldı, katledildi denilemez. Bu doğru bir değerlendirme olmaz. Katledilmesini salt bir davaya bağlarsak Av. Şevket Epözdemir’in halkı için verdiği mücadeleye ve de kendisine haksızlık yapmış oluruz.

Şunu da önemle belirtmek istiyorum: Av. Şevket Epözdemir iyi bir beyindi, güçlü aydınlardan biriydi. Etki alanı sadece Kürtlerin temek hak ve özgürlükleriyle mücadele eden kişilerle sınırlı değildi. Çok geniş bir etki alanı vardı. Her kesimden insanı etkileyen ve yine her kesimden insanın saygı duyduğu bir isimdi. Tüm bu özellikleri de birilerini rahatsız etmişti.

90’lı yıllar koşullarında Av. Epözdemir’in katledilmesiyle ilgili etkili bir soruşturma yürütülebildi mi? Nasıl bir hukuki süreç işledi?

Her ne kadar da, “faili meçhul cinayetler” olarak isimlendiriliyor olsalar bile, gerçekte bu cinayetlere “faili belli” cinayetler diyebiliriz. Birçok faili belli cinayette olduğu gibi Avukat Şevket Epözdemir’in katledilmesi olayında da çok etkisiz bir soruşturma, dolayısıyla etkisiz bir yargı süreci yaşandı. Türkiye’de faili meçhul cinayetler ve gözaltında kayıplar açısından görev yapması gereken savcılar başta olmak üzere tüm yetkililer, Avukat Şevket Epözdemir cinayetinde olduğu gibi maalesef görevlerini yapmadılar. Aslında failler bilinmelerine rağmen etkili soruşturmalar yürütülmedi.

Bahsedilen faili meçhul cinayetlerde, sadece avukatlar olarak bizim bildiklerimiz değil, tüm toplumun bildiği birçok delil bulunuyor. 90’lı yıllar, devlet içerisinde olan yapılanmalar tarafından “faili meçhul cinayetlerin” işlendiği yıllardı. Bu başlı başına konuşulan en önemli delildir. Bu cinayetlerin kim veya kimler tarafından yaptırıldığı çok nettir. O dönemin yöneticileri, özellikle İçişleri Bakanlığı yapmış kişiler ve çevresindekiler araştırılsa, bu cinayetlerin aydınlatılması çok rahat ve basit olur.

Av. Şevket Epözdemir’in evi Tatvan Ordu Evi’ne 300 metre mesafedeydi. Gözlüğü, kaybolduğu gece ordu evinin önünde bulundu. Bu durum Av. Şevket Epözdemir’in kaçırıldıktan sonra nereye götürüldüğüne dair çok önemli bir delildi.

Dönemin Tatvan 6. Zırlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Korkmaz Tağma’nın ismi de sıkça dile geldi…

Bu cinayetin arkasındaki isimlerden birisinin hatta baş faili ama buna rağmen ifadeye dahi çağrılmadı. Soruşturmalar etkisiz bırakıldı. Dönemin Tatvan Tugay Komutanı Tuğgeneral Korkmaz Tağma’nın ismi başka olaylarda da sıkça geçmişti. Ancak bugüne kadar ifadesi dahi alınmayan Tağma’nın, birçok toplantıda çok sayıda kişiyi tehdit ettiği de, tehdit ettiği kişiler arasında o dönem Tatvan DEP İlçe Başkanı Av. Şevket Epözdemir’in olduğu da açık ve netti. Nitekim bu konuda rahmetli Ferhat Tepe’nin babası -ki o zaman DEP Bitlis İl Başkanı- Sayın İshak Tepe’nin de tanıklığı var. Özetle, halk nezdinde 1 numaralı şüpheli olan Korkmaz Tağma’nın ifadesi bile alınmadı.

Türkiye’de “gözaltında kayıplarla” ilgili açılan davaların bir sonuca bağlanamamasının temel nedenleri nelerdir?

Hepimizin de bildiği gibi maalesef Türkiye’de “Faili Meçhul Cinayetler’in” ve de “Gözaltında Kayıpların” aileleri tarafından yapılan başvurular özellikle “iç hukuk” yolları açısından inanılmaz derecede etkisiz yürütülüyor. Soruşturmalar neredeyse hiç yürütülmüyor da diyebiliriz. Dosyalar sümen altı edilip, zaman aşımına bırakılıyor. Avukat Şevket Epözdemir dosyasında da durum maalesef böyledir. Epözdemir’in katledilmesiyle ilgili başlatılan ceza soruşturması etkin şekilde yürütülmediği için sonuçsuz kaldı. Davaların sonuçlanmamasının en temel nedeni devletin siyasi arenada zor durumda bırakılmak istenmemesi ve Kürt sorununun mümkünse hiçbir şekilde tartışma konusu yapmaktan uzak tutulmasıdır.

Etkisiz yürütülen veya zamanaşımına uğrayan davalara ilişkin çözüm öneriniz nedir?

Şu an itibariyle özellikle 90’lı yıllara ait birçok dosya maalesef zaman aşımına uğramış durumda. Çözümü düşündüğümüzde bence en önemli formül, çözüm sürecinde de çokça tartışılan “Geçmişle yüzleşmedir”. Tüm tarafların geçmişle net şekilde yüzleşmesi gerekiyor. Geçmişle yüzleşilip, bütün tarafların hatalarını ortaya döküp, geleceğe daha iyi bir ülke ve dünya bırakabilmeleri gerekiyor.

Büyüklerimiz maalesef bize miras olarak sorunları bıraktılar. Biz fiziki olarak yaşıyor olabiliriz. “Yaşam” kavramına nereden baktığımıza bağlı olarak şunu düşünüyorum, “Biz yaşamı yaşayamadık”. Çocuklarımıza, torunlarımıza bu kötü mirası devretmemeliyiz. Sorunun çözümünde “geçmişle yüzleşmek” hala en iyi formül. Bir yüzleşme olmadan her şeyin üstüne çizgi çekemeyiz. Kim ne yapmışsa hepsini ortaya koymalıyız. Çözüm konusunda fikirler üretmeliyiz. Netice itibariyle kucaklaşıp en azından çocuklarımıza, torunlarımıza daha iyi bir ülke, dünya bırakabilmeliyiz.

Elbette ki işlenen bütün faili meçhul cinayetlerin failleri tespit edilip yargı önüne çıkarılmalıdır. Ve bu kişiler cezalandırılmalıdır. İnsanların çektiği sıkıntıları bir nebze de olsa hafifletecektir. Ama bu ülke “Demokratik bir hukuk devleti” olmadığı sürece, istediğimiz kadar failleri tespit edip, yargılayıp, cezalandıralım. Faili meçhul cinayetlerin önünü maalesef yine alamayacağız.


Avukat olmama vesile oldu

Sizin avukatlık mesleğinizi seçmenizde dayınızın rolü oldu mu?

Benim avukat olmamdaki en önemli etken de dayımdır. Duruşuyla, kişiliğiyle, insanlara yaklaşımıyla, sanata yaklaşımıyla, mesleğe yaklaşımıyla… Her yönüyle kendisine hayran bıraktıran biri olduğu için dayıma özenerek avukat oldum. Yine Av. Şevket Epözdemir’e özenerek iyi bir hukukçu olmaya çabalıyorum. Meslek dışında da kendisinden öğrendiğim çok şey oldu: Örneğin, Ahmed Arif’i ilk dayımdan öğrendim. Ahmed Arif’in şiirlerini ilk olarak dayım sayesinde okudum. Dayım her yönüyle örnek bir kişilikti.


Adaletsizlik

90’lı yıllardan bugüne özellikle avukatlar üzerindeki baskıları karşılaştırdığımızda nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Bu ülkede birçok faili bilinen cinayet işlendi. İşlenen bu cinayetlerle bu ülkenin adaletine, bu ülkede birlikte yaşama  büyük darbe vuruldu. 90’lı yıllarda Av. Şevket Epözdemir’in yanı sıra birçok avukat katledildi. Av. Medet Serhat, Av. Faik Candan, Av. Fuat Erdoğan, Av. Metin Can, Av. Yusuf Ekinci katledilen avukatlardandı. Yaşam hakkının ihlali bağlamında bugün avukatlara dönük Av. Tahir Elçi dışında böyle bir uygulama elbette yok.

Ama asıl bizi düşündüren durum şudur. O dönem avukatlık yapan yakınlarım ve tanıdıklarımın aktardığı kadarıyla  90’lı yıllarda “faili meçhul cinayetler” varken bile bu döneme oranla yargılamalar en azından daha hukuki şekilde yürütülüyormuş. O dönem ki yargılamaların hukuki yapıldığını kesinlikle söylemiyorum. Bu döneme kıstasla, iki dönem arasındaki vahim durumu anlatıyorum. Örneğin bu dönem çok sayıda insan, hakkında hiçbir delil yok iken tutuklanmış durumda ve cezalandırılıyorlar. Örgüt üyeliği suçu açısından çok basit değerlendirmeler yapılıyor.

Açık örnekler verirsek; örneğin avukatlığını yaptığım Bitlis Belediye Eski Eşbaşkanı Sayın Hüseyin Olan hakkında hazırlanan dava dosyasında, hiçbir şey yok. Maalesef cezalandırıldı ve cezası kesinleşti. Bitlis’in Ovakışla Belde Belediye Eski Eşbaşkanı Sayın Ahmet Demir’in de avukatlığını yaptım. Dosyasında hiçbir şey yok ve cezalandırıldı. Bunun gibi örnek göstereceğim yüzlerce dava dosyası var. Uydurma gizli tanık beyanlarıyla cezalandırılan çok sayıda kişi var.

Geçen hafta bile bunun örneğini yaşadık. HDP’nin bazı belediyelerine tekrardan kayyumlar atandı. Eşbaşkanlar gözaltına alındı. Kurtalan Belediye Eşbaşkanı Baran Akgül ile ilgili “evinde bomba düzeneği yapımını anlatan ajanda bulundu” diye haberler servis edildi. Oysa sonrasında ortaya çıktı ki, bahsedilen ajandadaki notlar yeğeninin askerde iken yazdığı askeri eğitim notlarıydı. Bu yalan haberler üzerinden bir algı operasyonu yapıldı.

Suça dönük delil üretmenin en bariz örneğini burada gördük. Birincisi hukuki olarak gizlilik kararı olan bir dosya söz konusu. Gizlilik kararı olan bir dosyadan, bu ajanda kim tarafından servis edildi? İkinci husus olarak, o ajandanın belediye eşbaşkanına ait olup olmadığı tespit edilmeden, “Masumiyet karinesi” de ayaklar altına alınmak suretiyle nasıl basına servis edildi!

Vahim olan başka bir durumu da söyleyeyim. Sadece “ceza hukuku” değil, hukuk yargılamaları açısından da kötü bir dönem geçiriyoruz. Adliyelere gönül rahatlığıyla gidemiyoruz. Geçtiğimiz günlerde basına yansıdı. Sayın Selahattin Demirtaş’ın İstanbul dosyalarını yürüten avukatlarından biri de benim. İstanbul 26’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi “örgüt propagandası” nedeniyle 4 yıl 8 ay hapis cezası vermişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20.11.2018 tarihinde AİHM’in Selahattin Demirtaş’ın “serbest bırakılmalı” kararı sonrası “Hamlemizi yapar, işi bitiririz” söyleminden sonra bu ceza kesinleştirilmişti. Ama gelin görün ki yargılamalar “Adil yargılanma hakkına” uygun yapılmadığı için, siyasi yürütüldüğü için, Demirtaş’ın cezası o dönem kesinleştiği için, Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen tahliye kararı boşa çıkarıldı.

Maalesef bu dönemde de tutuklama açısından bu baskılar halen devam ediyor. Ama bizim avukatların içini yakan en önemli sorunlardan biri, “Adaletsizliktir”. Hukukun olmamasıdır. Dolayısıyla avukatların şu an önemsediği en önemli şey, bu ülkede adaleti tesis etmektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.