Akademilerde 'öteki' kadınlar!

Dosya Haberleri —

Akademi/Çizim: Burcu MAYIS

Akademi/Çizim: Burcu MAYIS

  • "Gerek maddi gerekse duygusal emeğinizin sömürülmesinden başlayıp taciz ve mobbinge, oradan Ceren Damar örneğinde olduğu gibi öğrenciniz tarafından öldürülmeye uzanabilen bir hikaye akademide kadın olmanın hikayesi. Fakat yaşamın her alanında olduğu gibi akademide de canını dişine takıp direnen, hatta militan yöntemler benimseyen kadınlarız."

  • Akademiden mektuplar serimizin bu bölümünde, kadınlar akademilerde neler yaşıyor? Bu sorunun cevabını bir kadın akademisyenden okuyacağız. 

MİHEME PORGEBOL

Kadının yaşamın her alanında karşılaştığı eşitsizlikler, ötelenmeler; yaşamın her alanında kadına dönük görünmezleştirme çabaları, yok etme pratikleri, susturmalar malum. Türkiye, en çok kadın cinayeti yaşanan ülkelerden biri. Kadınların sadece varlıklarından ötürü sahip oldukları hakların ihlali konusunda da Türkiye üst sıralarda. Üstelik cinayet ve ihlallerinin biçimine baktığımızda çoğunun nefret saikiyle tasarlanıp vahşice gerçekleştiğini söylemek mümkün. Parçalara ayırıp çöpe atmak, tuvalete kilitleyip ölmesini beklemek, çöp bidonlarına koyup üzerine beton dökmek, yakmak, kesici ve delici silahlarla tecavüz ederek katletmek... Bunlar artık neredeyse her gün duyulabilen kadın cinayetlerinden bazıları. Son zamanlarda ise balkondan, camdan veya çatıdan atarak öldürmek yaygın bir kadın cinayeti biçimine dönüştü. Cinayetlerin bu denli sistematik, yoğun ve 'zevkle' işlendiği bir yerde yaşamanın ne anlama geldiğini elbette ki kadınlardan başka hiç kimsenin tam olarak anlayamayacağı ortada. 

Mizojini kültürleşmiş durumda

Mizojini dilde, algıda, günlük yaşama içkin devinimlerde, örgütlü ve politik mücadelelerde; daha doğrusu akla, hayale sığmayacak bir yelpazede örülüyor. Diyebiliriz ki tüm dünyada mizojini kültürleşmiş durumda. Ancak bunu değiştirip hesap sormaya kararlı yapılar olduğunu da unutmamak gerek. Kuşkusuz Türkiye'de her şeye sinmiş ve her alanda kendini gösteren mizojini ve kadın sömürüsü akademilerde de azımsanamayacak ölçüde. Nefret ve güvencesizliğin boyutları özellikle 2019 yılında Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde araştırma görevlisiyken öldürülen Ceren Damar Şenel cinayetiyle iyice açığa çıkmıştı. Katilin cinayeti işleme gerekçesinden tutun da yargı sürecindeki ifadelere, bu cinayete ilişkin sanal medyada toplumun her kesiminden insanın yaptığı yorumlara baktığımızda durumun vehameti anlaşılıyordu. Peki kadınlar akademilerde neler yaşıyor? İşte serinin bu mektubunda bu sorunun cevabını bir kadın akademisyenden okuyacağız. Hocamız, bir kadının akademide yaşadıkları ve yaşayabileceklerini kişisel tecrübe, gözlem ve yorumlarına ek olarak istatistiksel verilere dayanarak bir bir anlatıyor. 

 

Değerli Yeni Özgür Politika okuyucuları!

“Bundan sonra Orhan’la nasıl konuşuyorsanız, ona nasıl hitap ediyorsanız, benimle de öyle konuşun.”

Sadece o sırada araştırma görevlisi olan benimle değil, eşiti olan kadın meslektaşlarıyla da bir bebekle konuşur ses tonu ve mimiklerle konuşan erkek hocaya bu isyanı dile getirmem, bölümde çalıştığım üçüncü yılın sonunda mümkün olmuştu sanırım. Daha mı önce, daha mı sonra yoksa? Bu, akademide (de) karşılaştığınız cinsiyetçiliğin öyle küçük bir veçhesi ki, tam zamanını hatırlamak zor. Ama ilki ve sonuncusu olmadığını hatırlamak pek kolay. 

Kısa bir diyalog

Pek prestijli bir üniversitede taşradan gelmiş bir lisans öğrencisiyken, yüksek lisans için referans mektubu almak istediğim hocayla yaşadığım, sonradan üzerine çok düşüneceğim diyalog geliyor mesela aklıma:

+ Neden yüksek lisans yapmak istiyorsun? 

+ Akademide devam etmek istiyorum hocam.

+ Bir kadın olarak kolay olacağını sanma.

+ Aaa, evet biliyorum, asılmalar, tacizler falan akademide de…

+ O da var da… Yani bir de çoluk çocuk falan. Doktorayı yapabilecek misin?

Hep sonradan gelir aklım başıma!

Ah, kem küm edip cevap veremeyişim... O zamanlar şöyle göğsümü gere gere “yılların feministiyim” dediğim demler değil ki, cevabı yapıştırayım şu çocuk doğuracağımdan, doğursam benim bakacağımdan, baksam doktorayı beceremeyeceğimden emin adama! Gerçi böyle diyorum diye, bu anlattığım sıralamanın bir gerçekliği yok sanılmasın. Yıllar geçecek, ikisi de akademisyen olan çift arkadaşlarımdan kadının bir yandan evin bakım yükü (buna evli olduğu adamın bakımı da dahil elbet) bir yandan akademinin maddi ve manevi ağırlığı derken, adam kendisininkini rahatça sürdürebilsin diye, adamınkinden çok daha parlak akademik kariyerini bırakışına da şahit olacağım. İkinci çocuğuna hamile asistan arkadaşımla bölüm toplantısında “e sen böyle iki yılda bir doğum iznine mi ayrılacaksın yahu?” diye dalga geçilip, herkesin bu “şaka”ya gülmesine de. Ah, şaka dedim de aklıma geldi, belki de bu mektuba en başta “Akademide kadın olmak ciddiye alınabilmek için her an mücadele vermek demektir” diye aforizmavari bir cümleyle başlamalıydım (hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan). Eh, akademiyle ilgili bir yazıda, bir mektup bile olsa bu, ciddiye alınmak için de sayılardan, istatistiklerden, somut verilerden bahsetmek gerekiyor herhalde. 

Bir deneyelim bakalım:

YÖK’ün her yıl açıkladığı istatistikler, Türkiye’de üniversitelerin akademik kadrolarındaki kadın sayısının hiç de az olmadığını, akademideki kadın erkek oranının da neredeyse eşit olduğunu gösteriyor. Hatta bu oranın kimi zaman gazetelere “Avrupa ülkelerini geride bıraktık” diye başlık olmuşluğu da vardır. Türkiye’nin birinci kuşak feminist akademisyenleri, bu sayısal yüksekliği sağlamakta erken cumhuriyetin başarısına işaret eder. Ancak sormadıkları soru, bu nispeten yüksek kadın sayısının akademinin basamakları yükseldikçe giderek azalmasıdır. Daha açık ve 2021 verilerine bakarak ifade edecek olursam, kadın araştırma görevlilerin sayısı 26.900 gibi bir sayıyla erkek araştırma görevlilerinden fazlayken, doçent ve profesör kadrolarına baktığımızda erkeklerin sayısının kadınların neredeyse iki katı olması durumundan bahsediyorum. Yahu nereye kayboluyor bu kadınlar? Cevabı bulmak o kadar zor değil ama işte şimdi sayıların ardına bakmak gerekiyor. Kadınların bir kısmı yukarıdaki satırlarda anlattığım arkadaşım gibi, kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerinin altında kalarak akademide var olamıyor. Bazıları tıpkı başka hemcinslerinin başka sektörlerde olduğu gibi kadınların iş hayatında yükselmelerini engelleyen cam tavana başlarını vuruyor. Kimisinin onca emeği, ayırdığı vakit ne yapsa ne etse görünmez oluyor. "Allah aşkına, akademik kariyerinin başında yani araştırma görevlisiyken sayıları bu kadar fazla olan kadınların basamaklar yükseldikçe birden yok olmalarının sebebini kadınların kendisine, doğasına, şuyuna buyuna mâl ederek açıklamak mümkün mü hiç?" Diyorum ve bir gülme geliyor, zira bunu yapan o kadar çok insan var ki… 

Öncelik erkekler...

O zaman bir istatistik daha gelsin, hem de bu sefer “orada da olmuyordur herhalde öyle şeyler”in mekanı the Batı’dan gelsin: Doğa bilimlerinin uzunca tarihinde, bir araştırma projesinin değerlendirilme süreci ilk kez anonim olarak ta 2018 tarihinde Hubble teleskopunu kullanmaya dair verilen teklifler için gerçekleştirilmiş. Ve ne olmuş biliyor musunuz? Önceki senelerin istatistiklerinde, erkek adaylardan gelen proje tekliflerinin kabul edilme oranı, kadın adaylardan gelenlerin iki katıyken, ancak o sene, yani süreç ilk kez anonim olarak yürütüldüğünde, oranlar eşit, hatta kıl payı da olsa kadın bilim insanlarının lehine, çıkmış.

Taciz, mobbing sonuç depresyon

Bu okuduğumdan beri çok etkilendiğim için aklımda kalan örneği verme nedenim akademinin cinsiyetli halinin ne kadar evrensel olduğunu anlatmaktı elbette. Ancak bu evrensellik, bazen bu cinsiyetli ve cinsiyetçi hallerin de onlara katlanmanın zorluğunun da katmerlenmediği anlamına gelmiyor. Yazdıklarım, Yeni Özgür Politika’nın okuyucularına samimi bir mektup olduğu için önce tanıklıkla başlamak istemiştim mektubuma. Ancak biliyorum ki bu tanıklıklar akademinin içinde var olma mücadelesi veren kimi kadın arkadaşlarım için belki kıyl-ü kal, belki devede kulak. Zira daha taciz veya mobbing gibi insanı yıllarca sürebilecek depresyona belki ölüme götürebilecek şiddetin akademinin içinde nasıl katmerli halde yaşandığından bahsedemedim bile.

Böyle şiddetlerin akademide vuku buluşundan bahsetmek kolay da değil aslında. Zira akademi çoğu zaman bunlardan muafmış gibi gösterilen ya da öyle algılanan bir “steril alan.” 

Asistanlıkta neler yaşanıyor

Üzerine, akademinin çok küçük ve birbirini tanıyan insanların dünyası, daha kestirmeden söylersek bir “network” dünyası olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda taciz veya mobbing türünden bir şiddetle karşılaşıp, belki önce konduramayıp sonra şikayetinizi dile getirme cesareti bulduğunuzda çoğu zaman size ilk söylenen “aman sus” olması gerçeğine çarpıyorsunuz. O “aman sus” un altında, “O namlı hocanın sözü karşısında senin sözüne kim inanır?” dan tutun “Yaşanmış olsa bile, adamın itibarını sarsmaya değer mi?” lere giden bir manipülasyonun yattığını bazen çok sonradan fark ediyorsunuz. Mobbingse, zaten akademinin şanından görülüyor neredeyse. “Biz asistanken neler çektik canım, o kadarcık şeye de sabredemeyeceksen yolun başından dön istersen.”

Kadınsanız sizi iki kere vuruyor

Söylediğim gibi akademide cinsiyetçilik evrensel ama türlü türlü hali var. Taşrada muhafazakâr (başka türlüsü var mı sahi?) bir devlet üniversitesinde kadın akademisyen olmak muhtemelen İstanbul’da nispeten liberal bir üniversite kampüsünde var olmaktan bin kat daha zor. Sosyal bilimler, temel bilimlere göre nefes alabileceğiniz bir alan gibi gösteriliyor. Ama sosyal bilimlerde devletinizin sevdiğiniz türden çalışma alanlarınız yoksa ya da eleştirel düşüncenin peşinde bir akademisyen kadınsanız hayatınız kesinlikle daha zor. Fakat tüm bu türlü türlü hallerde günümüz dünyasında akademisyenlik yapmaya çalışmaya mutlaka ve her yerde, her kademede eşlik eden bir mesele daha var: Güvencesizlik. Akademi, sınırları bu yazının konusunu çok aşan korkunç bir güvencesizlik alanı. Neoliberal yıkım sadece vakıf üniversiteleri için değil, bir şirketmiş gibi yönetilmeye çalışılan devlet üniversiteleri için de artık çok yakın, gerçek ve sarsıcı. Söz konusu olan, işinizi her an kaybedebileceğiniz gerçeğindeki güvencesizlik değil yalnızca, çalıştığınız konuda, attığınız imzada “dikkatli” olmanız gerektiğini Barış İmzacısı olduğu için kamu görevinden ihraç edilen 406 akademisyenden biliyoruz. Bu güvencesizlik, kadınsanız sizi iki kere vuruyor. Bir sabah uyandığınızda yaşadığınız taşra şehrinde gazetede hedef gösterilmek de, bekar bir ebeveynken işsiz kalmak da kadınken daha zor. 

Göz yummadığı için öldürüldü

Yeniden en başa, kendi hikayeme döneyim. Galiba ben akademiyi en çok da o sunduğu “güvenli alan” illüzyonuna inandığım için seçmiştim. Yıllar içinde bu illüzyon yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi birçok kez parçalandı. Ama başka hiçbir yerin olmadığı gibi akademinin de kadınlar için asla tamamen güvenli bir alan olmayacağını kati suretle anlayışım maalesef 2 Ocak 2019 günü oldu. O gün meslektaşımız, araştırma görevlisi Ceren Damar, kopya çekmesine izin vermediği öğrencisi Hasan İsmail Hikmet tarafından odasında öldürüldü. Bir kadın hocanın kopya çekmesine izin vermemesinin katilin ağrına gitmiş olabileceğini içimiz yanarak tahmin ettik ama dava sırasında savunma avukatının Ceren Damar’ın genç bir kadın olmasından cesaret alan, onu öğrencisiyle ilişki yaşamakla suçlayan sözleri maalesef bir tahmin değildi. 

Biz kadınlar buradayız, iyi ki varız!

Gerek maddi gerekse duygusal emeğinizin sömürülmesinden başlayıp taciz ve mobbinge, oradan Ceren Damar örneğinde olduğu gibi öğrenciniz tarafından öldürülmeye uzanabilen bir hikaye akademide kadın olmanın hikayesi. Fakat yaşamın her alanında olduğu gibi akademide de canını dişine takıp direnen, seçtiği çalışma konusundan araştırma yöntemine feminist, eleştirel hatta militan yöntemler benimseyen, bazen kendinden deneyimlilerden bazen genç kadınlardan, öğrencilerden ilham ve güç alıp karşılaştığı cinsiyetçiliğe “hadi oradan” diyen kadınlar var. Buradayız, iyi ki varız!

* * *

Not1: Bu seriye mektup yazan akademisyenlerin mevcut durumları göz önünde bulundurularak güvenlikleri öncelenmiştir. Kendilerine ve kimliklerine dair herhangi bir ipucuya dahi yer verilmemeye özen gösterilmiştir.

Not2: Akademiden Mektuplar serimizin her bölümü için çizimleri Burcu Mayıs, ayrı ayrı özel olarak hazırlamıştır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.