Antik çağlarda kadının toplumsal rolü

Doğan Barış ABBASOĞLU yazdı —

  • Antik döneme ait mezarlarda yapılan arkeolojik çalışmalar kadınların toplumsal düzen içerisinde düşünülenden daha etkin rollere sahip olduğunu gösteriyor. 

Arkeoloji alanında son yıllarda yapılan çalışmalarda tarih öncesi dönemde kadınların toplum içindeki rollerine dair yeni birçok bilgi ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra mülkiyet ilişkisinin oturduğu antik çağları toplumlarda da kadın merkezli bir yapıya işaret eden bulgular var. 

New Scientist dergisinin bu haftaki sayısında Laura Spinney imzasıyla yayınlanan bir makalede arkeologların kayıtlı tarih öncesi ve antik çağlardaki toplumlarda merkezi rol oynadığına yönelik yeni bulguları değerlendirdi. 

Friedrich Engels’e göre, yerleşik hayata geçişle birlikte mülkiyetin babadan oğula aktarılması toplumsal eşitsizliği ve ataerkil sistemleri doğurmuştu. Ancak bu teori, arkeolojik kanıtlara değil, ideolojik varsayımlara dayanıyordu. York Üniversitesi’nden Penny Bickle, bu anlatının modern siyasi sistemleri desteklediğini, fakat gerçek verilerle örtüşmediğini savunuyor. Gelişmiş analiz teknikleri, toplumların toplumsal cinsiyet düzenlerini zamanla değiştirdiğini ve ekonomik/tarihsel bağlamlara göre şekillendiğini gösteriyor. 

Yeni arkeolojik yöntemler ve toplumsal cinsiyet

Modern arkeolojide kullanılan gelişmiş antik DNA (aDNA), protein ve izotop analizleri, toplulukların yapısı, bireylerin yaşam biçimleri ve toplumsal rollerine dair daha derinlemesine bilgiler sunuyor. Bu yöntemler sayesinde, örneğin mezar yerleşimi ile biyolojik kökenlerin örtüşmediği durumlar ortaya çıkabiliyor. Bu da bize, kişilerin doğdukları yerden farklı bölgelerde öldüklerini ve yaşadıkları toplumda ne tür roller üstlendiklerini gösterebiliyor. Ancak arkeolog Rachel Pope’un da belirttiği gibi, zengin mezar eşyalarının her zaman doğrudan güçle ilişkili olmadığını unutmamak gerekiyor. Gücün ifadesi, sembollerin ve ritüellerin ötesinde daha karmaşık sosyal dinamiklerle şekilleniyor olabilir. 

Fildişi kadın

2008 yılında İspanya’nın Sevilla kenti yakınlarında, 5000 yıllık bir mezarda çok zengin mezar eşyalarıyla birlikte gömülmüş genç bir bireyin kalıntıları bulundu. Bir fil dişiyle gömüldüğü için “Fildişi Adam” olarak adlandırılan bu kişinin dönemin en önemli şahsiyetlerinden biri olduğu düşünülüyordu. Ancak 13 yıl sonra yapılan diş minesi protein analizleri, bu bireyin kadın olduğunu ortaya çıkardı. “Fildişi Kadın”ın yeniden tanımlanması, benzer mezar buluntularının cinsiyete dair yorumlarını da kökten değiştirdi. Bu bulgu, arkeolojik yorumların toplumsal varsayımlardan, önkabuller ve dogmalardan ne kadar etkilenmiş olabileceğini gösterdi.

Matrilokalite ve patrilokalite

Antik toplumlarda genellikle patrilokalite (kadının erkeğin ailesine taşınması) yaygındı. Ancak matrilokal yapıların da yer yer ortaya çıktığı görülüyor. Bilim insanlarına göre özellikle kadınların ekonomik üretimde temel rol oynadığı, savaş tehdidinin düşük olduğu ve çocukların babasının belirsiz olduğu durumlarda matrilokalite daha olasıdır. Veriler bu tür yapıların kadınların toplumsal yaşamdaki görünürlüğünü arttırdığını ortaya koyuyor. Bazı toplumlarda görülen toprak gibi önemli kaynakların kadın soyundan aktarılması da bu yapıyı güçlendirmiştir. Ayrıca göçlerin ve sosyal hareketliliğin fazla olduğu bölgelerde kadın merkezli sistemlerin daha uzun süre varlık gösterebildiği anlaşılmaktadır. 

Çatalhöyük kadın merkezli bir toplum mu?

Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Eren Yüncü’nün liderliğinde yürütülen çalışmalarda, Çatalhöyük’te yaşayan topluluğun matrilokal özellikle taşıdığı ortaya çıkarıldı. Kadınların daha zengin mezar eşyalarına sahip olması, onların toplumda önemli bir yere sahip olduğunu düşündürüyor. Ancak bu, doğrudan bir egemenlik anlamına gelmeyebilir; bazı arkeologlara göre mezar hediyeleri, genç yaşta ölen kadınların mezarları doğurganlık potansiyelinin yitimiyle ilişkilendirilmiş olabilir. Yine de bu tür bulgular, eşitlikçi yapıların tarih öncesinde sanılandan daha yaygın olabileceğini gösteriyor.

Küresel matrilokal yapılar

Kadın merkezli yapılar sadece Anadolu’ya özgü değil. Avustralya’daki ilk yerleşimciler, Tayland’daki ilk çiftçiler ve Amerika’daki Chaco Kanyonu’nda yaşayan yüksek statülü kadın soyları buna örnektir. 2017 yılında, bu bölgede 300 yıldan uzun süre hüküm süren bir matrilineal soy hattı tespit edildi. Modern Zuni ve Hopi halkları bu soyun devamıdır. Bu örnekler, kadınların sadece biyolojik değil, toplumsal ve siyasal süreklilik açısından da merkezi bir rol oynayabileceğini ortaya koyuyor.

Gücün tanımı: Sert ve yumuşak güç

Bilim insanı Carol Ember’a göre, antik çağlarda matrilokal toplumlarda bile kadınlar doğrudan siyasi liderlik üstlenmemiş olabilir. Ancak bu durum, kadınların etkisiz olduğu anlamına gelmiyor. Paula Sabloff’un sekiz farklı eski devlet üzerine yaptığı araştırmalar, kadınların genellikle danışmanlık, aracılık, politika yönlendirme ve hamilik gibi yollarla toplumsal yönetim anlamında etkinlik gösterdiğini ortaya koyuyor. Çin’den Fu Hao, Suriye’den Zimri-Lim’in eşleri gibi örnekler, kadınların stratejik nüfuzuna işaret etmekte. Bu kadınlar, bazen eşleri adına devlet işlerini yürütmüş, bazen de arabulucu, müttefik ya da dini temsilci olarak doğrudan etkide bulunmuşlardır.

Savaşçı kadınlar ve askeri güç

Bu dönemlerde kadınlar zaman zaman doğrudan askeri gücü de temsil etmiştir. Hatşepsut, Lady K’awiil Ajaw gibi liderler, hem diplomatik hem askeri otoriteye sahipti. Britanya’da Durotriges halkı arasında yapılan genetik analizler, kadınların dışarıdan gelen erkeklerle evlendiğini, kadınların daha zengin mezar eşyalarıyla gömüldüğünü ve Roma’ya karşı silahlandıklarını gösteriyor. Boudica’nın isyanı bunun sembolik örneklerinden biridir. Bu tür örnekler, kadının savaşta da merkezi roller üstlenebileceğini göstermektedir.

Ayna ve kılıç

Sicilya Adaları’nda 1999’da keşfedilen bir mezarda, bir kadın hem ayna hem de kılıçla gömülmüştü. Bu tür nesneler, geleneksel olarak farklı cinsiyetlere atfedilirken, bu mezarda ikisinin bir arada bulunması dikkat çekti. 25 yıl sonra yapılan analiz, bireyin kadın olduğunu kanıtladı. Bu durum, söz konusu bireyin yüksek rütbeli bir kadın savaşçı ihtimalini güçlendirdi. Bu bulgu aynı zamanda genel olarak toplumsal rollerdeki esnekliğin tarih boyunca mevcut olabileceğine işaret ediyor.

Vikingler ve Amazonlar

İsveç’in Birka bölgesinde 100 yıldan fazla süre erkek olduğu sanılan bir savaşçı, 2017 yılında kadına ait olduğu anlaşılınca büyük yankı uyandırdı. Aynı şekilde, Ukrayna’daki Scythian mezarlarında altın, gümüş, at ve oklarla gömülmüş kadın savaşçılar bulundu. Bu bulgular, Amazon efsanelerinin tamamen hayal ürünü olmadığını düşündürüyor. Bu kadınların mezarları sadece statü göstergesi değil, aynı zamanda birer kültürel anlatı taşıyıcısı olarak da değerlendiriliyor.

Şamanlar ve avlanan kadınlar

Sibirya’da Altay Dağları’nda bulunan ve dövmeli bedenine bakılarak şaman olduğu düşünülen “Buz Bakiresi” de kadınların ruhani liderlikteki rolünü ortaya koyuyor. Dünyanın diğer bölgelerinde de birçok örnek bulunuyor. Erken Meksika tarım köylerinde kadınlar, atalarla iletişim kurulan ayinleri yönetiyordu. Kuzey Amerika’daki bazı kadınlar, Avrupa’dan gelen kürk tüccarlarına rehberlik yapmıştı. 

Genel olarak yerleşik topluma geçişin ardından kadınların rolünün belli bir dönem sonra dramatik bir şekilde özel ev içine indirgendiği yönündeki bilgiler, bu bulguların geneline baktığımız zaman çok da geçerli gözükmüyor. Aksine bu veriler ışığında egalitaryan komünal özellikleri ağır basan kayıtlı tarih öncesi toplumların izlerinin uzun süre toplumsal yapılar içinde diri kaldığı sonucuna ulaşabiliyoruz. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.