Babalık ne zaman önem kazandı?

Doğan Barış ABBASOĞLU yazdı —

  • Eski insanlar için biyolojik babalığın önemli olmadığı yönünde birçok etnografik ve antropolojik veri bulunuyor. Babalığın toplumsal düzende gücü ifade eden bir yapıyı oluşturması ve bunun güvenceye alınması mülkiyet kavramının gelişmesiyle ilişkilendiriliyor. 

20’inci yüzyılın başlarında antropolog Bronislav Malinowski’nin, Papua Yeni Gine açıklarındaki Trobriand Adalarında yaşayan yerliler üzerinde yaptığı araştırmalar kayıtlı tarih öncesi toplumların ne kadar çeşitli yapılar oluşturabileceğine dair önemli bir örnek. 

Kayıtlı tarih öncesi çağlardaki toplumsal yapı konusunda verilerimiz çok fazla gibi görünse de kesinlik addetmesi açısından bilgimiz oldukça sınırlı. Arkeolojik veriler, mitoloji, dinlerin sunduğu ipuçları, gözlü geleneklerin yanı sıra Dünyada izole toplumlar üzerinde yapılan araştırmalar da bu konuda önemli bir perspektif sunuyor. 

20. yüzyılın başlarında Leh bilim insanı Bronisław Malinowski, Trobriand Adaları’nda yaşayan yerliler üzerinde bir araştırma yaptı. Trobriand yerlilerinin soyun anne üzerinden belirlendiği bir yapıya sahip olması onları son derece ilginç bir örnek kılıyordu. Ancak yapılan araştırmada kadınların toplumsal olarak baskın olmadığı görüldü. Toplumsal yapıda güç erkekteydi ancak bu gücü baba değil dayı taşıyordu. Malinowski’nin bulguları, batı antropolojisinde yaygın kabul gören “baba merkezli” aile modelinin evrensel olmadığını gösterdi.

Trobriandlıların hamileliğe dair inancı, babalık konusundaki bu farklı algıyı pekiştiriyordu. Onlara göre hamileliğin nedeni, erkekle cinsel ilişki değil, ataların ruhlarının kadın bedenine girmesiydi. Bu inanç, doğumun biyolojik değil, ruhsal bir kökeni olduğu fikrini toplumsal hafızada canlı tutuyor, böylece babalık ile biyolojik üreme arasındaki bağ zayıflıyordu. Buna rağmen erkeklik, cesaret ve toplumsal saygınlık, Kula Ticareti gibi ritüellerle güçlendiriliyor; erkekler, özellikle kız kardeşlerinin çocukları üzerinde etkin bir otorite kuruyorlardı.

Eski insanlar babalık kurumunun farkında mıydı?

Arkeolojik, antropolojik ve etnografik veriler, avcı-toplayıcı toplumlarda “baba” figürünün bugünkü anlamıyla tanımlanmadığını, ancak erkeğin çocukların biyolojik babası olduğunun tamamen bilinmediği ya da toplumsal açıdan önem taşımadığı durumların yaygın olduğunu gösteriyor.

İnsan türünde üreme sürecinin biyolojik mantığı evrimsel açıdan biliniyor olsa da, pek çok erken dönem toplumda bunun net bir nedensellik ilişkisi olarak kavranmadığına dair antropolojik gözlemler var.

Bazı avcı-toplayıcı topluluklarda kadınların hamileliğinin tek bir erkeğe atfedilmediği, hatta hamileliğin “birden fazla erkeğin katkısıyla” gerçekleştiğine dair inançlar bulunuyordu. Buna “partible paternity” (paylaşımlı babalık) denir. Amazon’daki Bari ve bazı Trobriand Adaları topluluklarında bu inanç yakın tarihe kadar yaşamaya devam etti.

Bazı topluluklarda doğumdan sonra baba rolü, biyolojik bağdan çok ritüel ve topluluk onayı ile tanımlanıyordu. Örneğin, çocuğun adını veren, avlanmayı öğreten ya da ilk avına götüren erkek “baba” kabul edilebiliyordu. Yani babalık, biyolojik farkındalıktan ziyade toplumsal işlev üzerinden tanımlanıyordu.

Babalık ne zaman önem kazandı?

Yaklaşık 12 bin yıl önce başlayan Neolitik Devrim, insanlık tarihinin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve siyasal örgütlenme açısından da en köklü dönüşümlerinden birini getirdi. Avcı-toplayıcı yaşam biçiminden tarıma geçiş, insan topluluklarının mekansal hareketliliğini azalttı; insanlar yıl boyunca aynı bölgede kalmaya ve tarıma elverişli toprakları işletmeye başladılar. Bu değişim, yalnızca üretim tekniklerini değil, insanın doğayla, zamanla ve birbirleriyle olan ilişkilerini de köklü biçimde dönüştürdü.

Tarım sayesinde üretim fazlası ortaya çıktı. Fazla ürün, depolamayı, saklamayı ve korumayı zorunlu hale getirdi. Bu birikim, ilk kez mülkiyet fikrinin toplumsal hayatın merkezine yerleşmesine yol açtı. Toprak, hayvanlar ve depolanan tahıl artık bir kişinin ya da ailenin malı olarak tanımlanıyor, buna bağlı olarak mülkiyetin kuşaktan kuşağa aktarımı konusu toplumsal düzenin ana unsurlarından biri haline geliyordu.

Ancak mülkiyetin devri için soyun kesin biçimde belirlenmesi gerekiyordu. Avcı-toplayıcı toplumlarda soyun takibi çoğunlukla anne üzerinden yürütülse de, Neolitik’le birlikte tarımsal üretim yapan hanelerin merkezine erkeğin sahiplik ve aktarım rolü yerleşti. Böylece babalık, yalnızca biyolojik bir durum olmaktan çıkarak hukuki, ekonomik ve toplumsal bir kurum haline geldi.

Bu dönemde baba, ailenin yalnızca geçimini sağlayan kişi değil, aynı zamanda mülkün sahibi, koruyucusu ve devredicisi olarak tanımlandı. Soyun devamı, toprağın ve üretim araçlarının korunması, mirasın güvence altına alınması gibi nedenler babalık statüsünü güçlendirdi. Babalık artık yalnızca çocuğun biyolojik kökeniyle ilgili bir kavram değil; toplumsal düzenin merkez direği haline gelen bir otoriteydi.

Mezopotamya uygarlıkları öncesinde ataerkilliğin kökleşmesi

Neolitik’ten itibaren erkek otoritesinin güçlenmesi, Mezopotamya uygarlıklarının öncesinde bile belirginleşmişti. Yerleşik tarım toplumları büyüdükçe, toprak mülkiyeti ve üretim kontrolü erkeklerin elinde yoğunlaştı. 

Bu süreçte ataerkil hiyerarşi yavaş yavaş kurumsallaşmaya başladı. Kadınların tarımın erken aşamalarındaki etkin rolü (örneğin bitki evcilleştirme, tohum seçimi, ilk tarım teknikleri) zamanla geri planda kaldı; erkekler mülkiyet, savunma ve miras mekanizmaları üzerinden toplumsal yapıpı güç noktalarının başına geçti.

Aynı dönemde akrabalık sistemleri de dönüşüme uğradı. Dayı figürü hala önemini korumakla birlikte, mülkün babadan oğula geçişi giderek baskın hale geldi. Böylece soyun tanımı ve mülkiyetin devri, baba soyundan gelen bir yapıya oturmaya başladı.

Arkeolojik kanıtlar: Ataerkilliğin yükselişinin izleri

Neolitik dönemde ataerkil düzenin yerleştiğine dair ipuçları hem yerleşim mimarisinde hem de mezar buluntularında görülebilir. Örneğin Çatalhöyük’te 9 bin yıl öncesindeki kalıntılar incelendiğinde evlerin özel depolama alanlarının olması, tahıl ambarlarının hane içinde korunması, bu ambarların kontrolünün genellikle erkek figürlerle ilişkilendirilmesi gibi önemli veriler gözlemlenebiliyor. Bu anlamda ataerkilliğin yükselişine dair hemen hemen aynı dönemlerde Eriha’dan Verimli Hilal’in kuzeyine kadar birçok kazı bölgesinde erkeklerin statüsünün ayrıştığını gösteren birçok kalıntı bulunuyor. 

Babalığın devlet otoritesiyle pekiştirilmesi

Mezopotamya uygarlıklarıyla birlikte babalık artık yazılı hukukla tanımlanan, devlet otoritesiyle pekiştirilen bir kurum haline geldi.  M.Ö. 4. binyıldan itibaren Sümer kent devletleri, yalnızca tarımsal üretimi değil, aynı zamanda aile yapısını da hukuki kurallarla tanımlamaya başladı. Sümerlerde aile, ataerkil bir çekirdek yapı olarak örgütlenmişti. Baba, evin reisi ve tüm hane halkının nihai otoritesiydi. Sümer hukuk metinlerinde babanın görevleri ve hakları açıkça belirtilmişti. Toprak, hayvan ve üretim araçları babanın denetimindeydi; bunların devri ve mirası onun kararına bağlıydı. Çocuklar babanın soyuna dahildi; evlat edinme veya evlatlıktan çıkarma işlemleri yine babanın yetkisi altındaydı. Baba, ailesinin dini ritüellerdeki temsilcisi olarak kabul edilir, tanrılara adak ve kurbanları aile adına sunardı.

Sümer mitolojisinde de baba figürü, kozmik düzenin kurucu unsuru olarak yer alırdı. Enlil gibi baş tanrılar, “göklerin ve yerin babası” olarak anılır; dünyevi babaların otoritesine ilahi bir model sağlardı. Bu sayede babalık yalnızca aile içinde değil, toplumun kozmolojik anlayışında da merkezi bir yere sahipti.

Babil’de hukuki Ataerkillik: Hammurabi Kanunları

Babil İmparatorluğu’nda babalık kurumu, Hammurabi Kanunları (yaklaşık M.Ö. 1754) ile hem güçlendi hem de yasal çerçeveye oturdu. Bu kanunlar, babanın çocuklar üzerindeki yetkisini hem tanıdı hem de belirli kurallara bağladı. Baba, çocuklarını cezalandırma, evlendirme ya da evlatlıktan çıkarma yetkisine sahipti. Miras hakkı: Mülkün devri öncelikle erkek çocuklar üzerinden yapılır; oğul yoksa en yakın erkek akraba (kardeş, yeğen) devralırdı. Baba, borçlarını ödeyemediğinde çocuklarını belirli bir süreliğine “rehin” olarak verebilirdi.

Mezopotamya’da babalık yalnızca hukuki değil, aynı zamanda dini ritüellerle de meşrulaştırılmıştı. Aile reisinin evdeki küçük tapınak alanı ve ocak başı, ailenin hem manevi hem maddi koruyucusu olarak babanın sorumluluğundaydı. Babil’de Marduk gibi büyük tanrılar, “ulusun babası” olarak anılır ve krallar da bu ilahi baba figürünün yeryüzündeki temsilcisi sayılırdı.

Neolitik’te ortaya çıkan mülkiyetin korunması – soyun belirlenmesi – mirasın güvence altına alınması üçlüsü, Mezopotamya’da hem yazılı hukuk hem de dini ritüeller aracılığıyla kalıcı ve zorlayıcı bir yapıya kavuştu. Baba figürü, artık yalnızca aile içi lider değil; devlet düzeninin küçük bir kopyası haline gelmişti. Böylece babalık kurumu, binlerce yıl boyunca sürecek olan ataerkil toplumsal sistemin hem ekonomik hem hukuki hem de kutsal dayanağına dönüştü.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.