Bir özyönetim direnişi: Koçgirî

Dosya Haberleri —

.

.

  • Koçgirî direnişinin üzerinden 102 yıl; Sur, Nusaybin direnişlerinin üzerinden 6 yıl geçti. Kürdistan 100 yıldır Türk sömürgeciliğinin her türlü vahşeti karşısında sonu gelmez bir direniş içerisinde...

"İntikam!

Kürdistan denilen harabezar Anayurdun istihlasi için.

İntikam!

Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının mülevves vücutlarından Kürt vatanını tathir için.

İntikam!

(Nuri Dersimi)

DOĞAN AMED

Birinci dünya savaşı sırasında ve sonrasında dünyanın jeopolitik dengelerinde "yeni" addedilen bir düzen gerçekleşti. Rus, Alman, Avusturya-Macaristan ve "Avrupa’nın hasta adamı" olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu bu savaş sonucu ortadan kalktı. Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşti. Dünyanın pek çok bölgesinde halklar özgürlüklerine kavuşurken, Kürdistan Sykes-Picot Antlaşması ile 4 parçaya bölündü.

Osmanlı’nın bakiyesi üzerinde kurdurulan Türkiye Cumhuriyeti, hegemonik güçlerin desteği ile Anadolu ve Kürdistan’ı katliamlar ve soykırımlar coğrafyası haline getirdi…

Koçgirî katliamına geleceğiz ancak öncesinde, vurgu düzeyinde de olsa değinmek istediğimiz bir yön var: Gerek Osmanlı ve gerek sonrasındaki Türkiye Cumhuriyeti döneminde yaşanan soykırımları diğer ülkelerde ve coğrafyalarda gerçekleşen katliamlardan ayıran önemli bir fark var. Bu fark, Türk egemenlerinin gerçekleştirdiği soykırımlara yığınları dâhil etmiş olmasıdır; Türk egemenleri, egemen kimlikle tanımladığı ve ırkçılıkla donattığı kesimleri, diğer halklara, kültürlere ve inançlara öylesine bir nefret ile doldurmaktaydı ki devlet olarak gerçekleştireceği katliamlarda, sadece işaret fişeğini çakması yeterli olabiliyordu. Ermeni Soykırımı buna örnektir, Koçgirî Soykırımı buna örnektir, 6-7 Eylül buna örnektir, Maraş Katliamı buna örnektir ve bugün de Kürt halkına yönelik olarak hemen her gün Türk şehirlerinde gerçekleşen saldırılar buna örnektir. Gün geçmiyor ki Türkiye’nin bir kentinde Kürtlere saldırı haberi gelmesin, en son yaşanan Konya Katliamı ve bir hafta önce Ankara’da 3 Kürt gencine saldıran güruhlar bu durumu çok net verilerle ortaya çıkarmaktadır.

Bu konuda Fransız gezgin ve etnolog Jean Jacques Élisée Reclus’nün Orta-Doğu ve Asya’ya yaptığı geziler sırasında edindiği gözlemler söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Türkiye olarak adlandırılan sınırlar içinde yer alan Arnavutlar, Lazlar, Kürtler ve Arapların, büyük bir ulusal canlılığa sahip olduğunu ve Osmanlı devleti’nin bu canlılığın birbirleri arasındaki farklılıklarını nasıl kullandığını analiz eden Jacques Élisée Reclus şöyle diyor:  "…Türk hükümeti baskı ve istismarın tüm görevlerini mağlup edilenler arasından seçilenlere emanet etti…" (Latinler ve Almanlar. H&T, kitap IV, Bölüm III : T. II, 1982, s.53)

Peki, bu ne demektir? Çokça söz edilen "Türklük sözleşmesi" deyimi var ya işte bu, Türklük sözleşmesinin, salt Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile ortaya çıkmadığını ve fikri temellerinin daha Osmanlı dönemlerinde atıldığını ortaya koyuyor.

Bir diğer yön ise dillere pelesenk olan ‘Ulusal kurtuluş savaşı’ yalanıdır; zira Türkiye devleti bir 'ulusal kurtuluş savaşı’ ile kurulmadı, İngiliz projesi olarak ve Rus-Bolşevik desteği ile kurduruldu. ‘Kurtuluş savaşının başlangıcı’ olarak lanse edilen ‘19 Mayıs’ ve ‘Samsun’a çıkış’ esasında soykırımlar silsilesinin başlangıcından öte bir şey değildi: Dönemin İttihatçı hükümeti, savaş koşullarında bir güvenlik tehdidi olarak gördüğü Pontus Rumlarını, 1916’da Batı Karadeniz’den iç bölgelere sürmüştü. Pontus Rumları savaşın sonunda binlerce yıldır yaşadıkları bölgelerine geri dönmüşlerdi. Ancak geri dönenleri katliam bekliyordu. Mayıs 1919’da bölgeye ordu müfettişi olarak gönderilen M. Kemal, İstanbul’a esas sorunun silahlı Rum grupları ve güttükleri siyasi gayelerinden kaynaklandığını raporlayacaktı. Nitekim M. Kemal, bölgedeki başta Topal Osman olmak üzere çetelerin liderleri ile görüşerek, Rumlara uyguladıkları şiddeti teşvik edecek ve günün sonunda şöyle diyecekti: "Şimalde Karadeniz’in en güzel ve en zengin sahilleri üzerinde tesis edilmek istenilen Pontus Hükümeti, taraftarları ile beraber tamamen bertaraf edilmiştir." (Nutuk) Ardından ise Koçgirî Soykırımı gerçekleştirilmişti. Hikayesi uzundur bu katliamın. Dileyenler tarih kitaplarında ve halen canlı olan kimi tanıklardan araştırabilir.

Koçgirî

Tarihi Dersim Sancağı’nın batısında yer alan Hafik, Zara, İmranlı, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Kuruçay ve Ovacık coğrafyasında yaşayan Koçgirîliler, Dersim ve Kürdistan’ın birçok bölgesi gibi 20. yüzyılın başlarına kadar devletle sıcak ilişkiler içinde olmamışlardı.

Tıpkı Êzidîler gibi, Koçgirî de ulusal ve mezhepsel kimlikleri nedeniyle çifte baskıya maruz kalmış ve sürekli olarak Osmanlı’nın gadrine uğramışlardı. Bu nedenle Osmanlı ile barışık değillerdir. Bu durum, Osmanlı devamı olan Türk devletinin kuruluş sürecinin daha ilk başlarında da kendisini gösterir. M. Kemal ve arkadaşları, Pontus Soykırımı’ndan sonra gözlerini Koçgirî’ye çevirmişlerdi. Koçgirî halkı bunu görmekte ve hissetmekteydi.

Bu gerçeğin farkında olan ve Koçgirî hareketine önderlik eden Nuri Dersimi (Baytar Nuri), Alîşan ve Haydar Beyler yine Alîşêr gibi önde gelen Kürt liderler, Kürtlerin Osmanlı’dan ayrılması ve kendi kendilerini yönetmesi fikrini, örgütlemeye çalışırlar. Zira bilmektedirler ki, kurulmaya çalışılan "yeni" Türk devleti, eskisinden farklı olmayacaktır.

Bu bilinç, Koçgirî Kürtlerini daha savaş döneminde ittihatçıların tüm çabalarına rağmen Osmanlı’ya istedikleri desteği vermemeye, asker göndermemeye, vergi ödememeye; Kaybettiği toprakları geri kazanma uğruna giriştiği gerici işgalci, soykırım siyasetlerinde Osmanlı’nın tarafında olmamaya sevk etmiş, Kendilerini ve bölgelerini korumayı esas alma yönlü tutum içerisine sevk etmiştir.

Alişan Beg

Kürdistan Teali Cemiyeti ve Koçgirî

1918 paylaşım savaşının sona erdiği yıl olmuştur ve bu tarih, Koçgirî’deki ulusal hareketin gelişimi bakımından yeni bir etap olmuştur. Koçgirî direnişçileri, İstanbul’da bulunan ve Kürt siyasetinin ağırlık merkezini oluşturan Kürt Teali Cemiyeti (KTC) ile ilişki kurmuş, Sivas-İmranlı (o devirdeki adı Ümraniye) ile Elazığ’da KTC’nin şubelerini açmış, Koçgirî ve havalisinde siyasal propaganda ve örgütlenmeye hız vermişlerdir.

KTC ile ilişkiler onlara ulusal mücadelenin geleneksel kanalıyla buluşma yolunu açmış, KTC içerisinde süregiden otonomi-bağımsızlık tartışmalarında bağımsızlık çizgisine yakın durmuşlardır. Bu ilişki, Koçgirî’deki hareketi hem Kürdistan’ın bağımsızlığını savunan çizginin diğer dinamikleriyle hem de mücadelenin uluslararası fikri ve siyasi dayanaklarıyla buluşturmuş, bu çizgide yayın yapan Jîn Dergisi, Koçgiri’deki ulusal propagandanın ve politik örgütlenmenin etkin organı olmuştur.

Bu dönemde, Ekim Devrimi ve Wilson Prensipleri Ocak 1919’da başlayan Paris Konferansı’nda etkin biçimde tartışılmaktadır. Kürdistan’ın statüsünün tartışılması ve tanınmasının yolunu açan Wilson Deklarasyonu’nu siyasal bir dayanak olarak değerlendirme eğilimi Koçgirî’de karşılığını bulur.

Yol ayrımı

Bu bağımsızlıkçı çizgi, ilişkide olunan KTC önderliği ve geleneksel Kürt siyasetiyle yan yana yürümeye çalışır. Ne ki çok sürmeden yollar ayrılır.

Koçgirî hareketinin bağımsızlık fikri ve yönelimi, KTC’deki otonomi-bağımsızlık tartışmaları ve ayrışmalarından önceye dayanmakla birlikte bu ayrışmayı besler, derinleştirir.

Geleneksel Kürt siyaseti içindeki bağımsızlık yanlılarının siyasi iradelerinin kırıldığı ve geri adım attıkları koşullarda yalnız kalma pahasına bu çizgiyi sürdürür. Bağımsız örgütlenmeyi esas alır. Ne Osmanlı’ya ne de Ankara hükümetine tabi olmayı kabul eder.

Sivas ve Erzurum Kongreleri

M. Kemal, Sivas Kongresi’nde Koçgirî ve Dersimli Kürtlerin desteğini almayı umar. Bu amaçla Koçgirî’deki hareketin liderlerinden Alîşan Bey ile görüşür. Ona vekillik önerir. Alîşan Bey, Kürdistan’ın bağımsızlığına gidişte bir aşama olarak gördükleri özerkliğin ilan edilmesini ister. Hareketin bağımsız örgütlenmesinden ödün vermez. Karşılık bulamayınca Ankara’da kurulacak mecliste yer almayı açıkça reddeder ve 1919 yazında ve güzünde gerçekleştirilen Erzurum ve Sivas Kongrelerine çağrılı olmalarına rağmen temsilci göndermezler.

23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi’nin sonuç beyannamesinde ABD Başkanı W. Wilson’un "Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı" prensibinin geçerliliği vurgulanarak, konunun toplanacak "Milli Meclis"te ele alınacağı vaat edilmiş, deyim yerindeyse Kürtlere ‘havuç’ uzatılmıştı. Ancak, 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan Sivas Kongresi’nde Wilson’dan ve "kendi kaderini tayin hakkından" söz edilmemişti bile. (Ayşe Hür. Türkler söz verir ama tutmaz (mı?). 16. 10. 2016. Taraf gazetesi)

Koçgirî direniş önderleri, bu kadar açık verilere rağmen vekillik önerisini geri çevirmeyerek M. Kemal’in siyasi inisiyatifini kabul edenlere karşı çıkarlar. Kongrelere mesafeli durur, Kürt halkının kendi siyasal gücüyle kendi yönetimini kurmasının gerekli ve mümkün olduğunu savunarak Kürtlerin bu iradesinin ve Kürdistan’ın statüsünün tanınmadığı durumda M. Kemal ve Ankara hükümetiyle siyasal ilişkiler kurulmasını doğru bulmazlar. Bunu, çeşitli yol ve vesilelerle dile getirir, örgütlerler. Bu zeminde hem M. Kemal ve ileride kurulacak olan Ankara hükümetiyle temsil olunan Türk egemen sınıflarına, hem de işbirliği ve uzlaşma eğilimindeki çizgiye karşı bağımsız bir hatta yürüme mücadelesi verirler.

Alişer

Paris konferansı  

1920 yılı, Kürtler için netleşme ve ayrışma dönemidir. Paris konferansında Kürdistan’ın statüsü üzerine yürütülen tartışmalar ve Şerif Paşa’nın manda yönetimi altında ya da Ermenilerle konfederasyon biçiminde bağımsız bir Kürdistan için görüşmeler yapması, siyasal gündemi ve gidişatı belirler. Tartışmalar saflaşmayı derinleştirir. Şubat-Mart 1920’de, çoğunluğu Osmanlı ile çıkar ilişkileri içinde olan, Osmanlı’ya bel bağlayan aşiret liderleri ve bey aileleri ile Osmanlı Meclis-i Mebus’da yer alan Kürt vekiller, İstanbul Fransız Yüksek Komiserliği’ne protesto telgrafları gönderirler. Şerif Paşa’nın Kürtleri temsil etmediğine dair bildiri yayınlarlar. M. Kemal de Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde desteğini aldığı Kürt aşiretlerini ve beyleri yönlendirir, benzer içerikli protesto telgrafları yollamalarını sağlar.

Koçgirî aşiretleri içinde ulusal örgütlenme hazırlıklarına önderlik eden hareket adına Alîşan Bey, M. Kemal ve onu destekleyen Kürt beylerinin girişimlerine tepki gösterir. Zira Koçgirîli Kürtler, Kürtlerin statü kazanması ve kendini yönetmesi mücadelesini Ermenilerin statü ve hak kazanımlarını engelleme bağlamında ele almazlar. Bu nedenle, Koçgirî adına ayrı bir rapor hazırlarlar; hem Ankara’ya hem de KTC vasıtasıyla Paris’teki görüşmelere gönderirler. Bu rapor ve bildirilerde Kürdistan’ın özyönetim talebi net biçimde vurgulanır.

Şubat-Mart döneminde yayınlanan karşılıklı bildiriler ve protesto açıklamaları, saflaşmayı ve alınan pozisyonları netleştirir. Koçgirî merkezli bağımsızlıkçı çizgi ile Türklerle birlik yanlısı kesimler arasında kopuş hızlanır.

İlk çatışmalar

Henüz Paris Konferansı sonuçlanmamış, Sevr Antlaşması imzalanmamışken, Koçgirî, Kürdistan’ın özyönetim ve örgütlenme iradesini kırmaya dönük girişimleri nedeniyle Ankara hükümetine bağlı kuvvetlerle çatışmaya başlar.

Temmuz 1920, bu çatışmaların başlangıç noktasıdır. Koçgirîli Kürt kuvvetleri, Çulfa Ali Türk karakolunu basar ve askerleri esir alırlar. 25 Temmuz’da, Refahiye’den Kuruçay’a gitmekte olan hükümet birliklerine baskın yapar, 26 sandık cephaneye el koyarlar. Bir gün sonra Refahiye’yi kuşatıp denetimlerine alırlar.

Ankara hükümeti, bu saldırılara karşı bir yandan bölgeye askeri kuvvet sevk ederken, diğer yandan zaman kazanmaya çalışır. Refahiye’ye giren Alîşan Bey oranın kaymakam vekili, kardeşi Haydar Bey ise İmralı bucak müdürü olarak atanır. Ancak isyan önderleri oynanmak istenen oyunların farkındadırlar. Oyunu bozmanın yolu ise Kürt birliğini sağlamaktır. Koçgirî önderleri, Kürdistan’ın tüm parçalarından (Amed, Botan Serhat Aşiret liderleri ve gerek Osmanlı Meclisi Mebusan gerekse de Ankara meclisinde yer alan Kürt vekiller ile görüşmeler gerçekleştirmeye çalışır. Amaç bu tarihsel dönemeçte, Kürt ulusal birliğini tesis edecek, ulusal mücadeleye önderlik edecek merkezi bir önderlik ve ortak siyasal program oluşturmaktır. Lakin yürütülen çabalar sonuçsuz kalır.

Sevr Antlaşması

Sevr Antlaşması, İstanbul hükümeti ile paylaşım savaşının galip devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanır. Sevr Antlaşması’yla Boğazlar için uluslararası statü öngörülür. Antlaşmaya göre Rodos hariç Ege adaları, Doğu Trakya ve iç bölgeleriyle İzmir Yunanistan’a; Suriye ve Kilikya Fransa’ya; Irak, Filistin, Mısır ve Kıbrıs İngiltere’ye; on iki ada, Rodos ve Antalya’ya kadar Akdeniz kıyıları İtalya’ya verilir. Arabistan, İngiltere bünyesine bırakılır. Ermenistan’a bağımsızlık, Kürdistan’a bir yıllık özerklikten sonra istenirse bağımsızlık tanınacağı söylenir. Türklere sadece Orta Anadolu kalır. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı dağıtıldığı için bu antlaşma mecliste onaylanmaz. Büyük Millet Meclisi ve Kemalist Hükümet ise bütünüyle karşı çıkar, reddeder.

Ankara hükümetinin Sevr’e karşı çıkarken Kürtlerin talepleri ve Kürdistan’ın statüsü konusundaki tutumunu net olarak açıklamaması, oyalayıcı söylemlerle geçiştirmesi üzerine "Koçgirîli Kürt aşiretler Kangal’a bağlı Yelice Köyü’nde bulunan Hüseyin Abdal Tekkesi’nde bir toplantı yaparlar. Toplantıda 'Sevr Antlaşması’nın tatbiki ve Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Dersim ve Koçgiri mıntıkalarını ihtiva eden bağımsız bir Kürdistan’ın teşkilini başarmak için silaha sarılmaya ve bu uğurda sonuna kadar savaşmaya' tam bir ittifakla karar verilir, and içilir." (Kasım Engin-Tarih şimdidir: Kürdistan tarihine özlü bir bakış)

Hozat Bildirgesi

Koçgirî aşiretlerini birleştiren bu toplantıdan sonra, Kasım 1920’de Koçgirî direniş önderlerinden Alîşan Bey ve Alîşer Dersim-Hozat’a geçerler. Burada Dersim aşiretleriyle yapılan toplantılar sonucunda 15 Kasım 1920 tarihli bir bildirge hazırlanır ve Ankara hükümetine iletilir. Koçgirî direnişinin dönüm noktası olan Hozat Bildirgesi’nde şu talepler yer alır:

"1-Kürdistan’a muhtariyet idaresine muvafakat eden İstanbul Saltanat idaresinin bu tablodaki kararını M. Kemal hükümetinin de resmen kabul edip etmeyeceğinin açıklanması,

2-Kürdistan muhtariyet idaresi hakkında M. Kemal hükümetinin görüş noktasının ne olduğu hususunda acilen cevap verilmesi,

3-Elazığ, Malatya, Sivas, Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde mevcut bütün mevkufların hemen serbest bırakılması,

4-Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalarda Türk hükümeti idare memurlarının geri çekilmesi,

5-Koçgiri mıntıkasına gönderildiği haber alınan müfrezelerinin derhal geri çekilmesi." (Kasım Engin-ANF-röportaj)

Ankara hükümeti, bu açık ve net ulusal talepleri kabul ettiğini ilan etmek yerine, bir yandan bölgeye asker yollamayı sürdürür, diğer yandan oyalayıcı adımlar atar. "Aralık ayında Elazığ’dan Dersim’e bir 'Nasihat heyeti' gönderir." (Ayşe Hür-10/03/2013-Radikal)

Elazığ valisinin M. Kemal adına Kürt taleplerini karşılamaya hazır olduğu iletilir. Ancak inandırıcı bulunmaz. 'Nasihat Heyeti' Diyap ve Meço ağaları ikna eder, Dersim mebusu olarak meclise katılmalarını sağlar. Ancak Dersim ve Koçgirî aşiretleri 25 Kasım 1920’de yeni bir açıklama yayınlar ve Elazığ valiliği vasıtasıyla Ankara’ya iletir. Açıklama şöyledir: "Sevr anlaşması mucibince Diyarbekir, Elazığ, Van ve Bitlis vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan teşekkül etmesi lazım geliyor. Binaenaleyh bu teşkil etmelidir, aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetleriyle almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz."

Bu açıklamanın yarattığı siyasi basıncın diğer Kürt aşiretlerini de etkileme ve harekete geçirme gücü vardır. Ankara hükümeti bunun önünü almak ister. Birkaç kişinin ikna edilerek Dersim mebusu olarak meclise katılması buna yetmez. Meclis’te bulunan Kürt vekillerin bu çizgiye ve iradeye karşı çıkması istenir. Bu vekiller ortak bir açıklama yaparak Ankara hükümetinin yanında olduklarını ilan ederler. Koçgirî ve Dersimli aşiretler Kürt vekillerin Ankara hükümetinin yanında saf tutmalarını şiddetle eleştirirler. "Meclisteki mebusların Koçgirî ve Dersim’i temsil hakkına sahip olmadıklarını, Koçgirî ve Dersim’in müstakil idare istediğini, ancak bu milli talebin Ankara hükümeti tarafından kabul ve resmen ilanından sonra Kürdistan’ın konfederasyon şeklinde hükümetle işbirliği yapabileceğini" belirtirler.

"Şimdi zamanı değil" diyenlerle buna cepheden karşı çıkanlara rağmen, bu bağımsızlık iradesi ve statü talebi siyasal bakımdan etkili olur. M. Kemal ve Ankara hükümeti üzerinde, Kürtlerin statüsü konusunda yaklaşımlarını açıklama baskısı yaratır. Bu konuda daha net ve bağlayıcı açıklamalara zorlar. 1921 yılı Ocak ayında, yani Hozat Bildirgesi’nden iki ay sonra kabul edilen Teşkilat-ı Esasi’de öz yönetime vurgu yapılmasında Koçgiri ve Dersim’in ayaklanmayı göze alan statü talep ve eyleminin de güçlü rolü vardır.

Koçgirî’ye işgal seferi

Koçgirî hareketinin önderleri tarafından 1921 baharı ayaklanma tarihi olarak belirlenmiştir. Ancak bu plan hayata geçmez. Ankara hükümeti asker sevkiyatıyla, Koçgiri’yi planlanandan önce harekete geçmeye kışkırtır.

13 Şubat 1921’de Ankara hükümeti, 6. Süvari Alayı’na, İmranlı’ya girmesi talimatı verir. Aşiretlere silahlarını teslim etmedikleri takdirde civar köylerin imha edileceği duyurulur. Bunun üzerine 6 Mart günü Koçgiri aşiretleri ayaklanarak İmranlı’yı kuşatıp ve ele geçirirler. Türk alayı esir alınıp alay Komutanı Miralay Halis yargılanarak kurşuna dizilir. 8 Mart’ta Ovacık aşiretlerinden oluşan Koçgirî kuvvetleri geçitlerin karla kaplı olmasına rağmen dağları aşar ve Kemah’ı ele geçirir. Bölgede belli başlı merkezlerde denetimi de ele alan Koçgirî kuvvetleri, BMM’ye bir telgraf çekerek, Zara ilçe merkezi hariç Koçgirî, Refahiye, Divriği ve Kuruçay ilçelerinin mümtaz bir vilayet haline getirilmesini, yerli halktan bir vali atanmasını isterler.

Talep Ankara hükümeti tarafından reddedilir. Bu andan itibaren çatışmalar şiddetlenir. Kış şartları ve bölgenin karla kaplı olmasına rağmen Koçgirî güçleri birçok bölgeyi ele geçirmeye devam ederler. Dersim-Hozat Aşiretleri Koçgirî’nin yardımına gitmek için yola çıkarlar fakat yollar kapanmış ve Türk ordusu yolları kesmiştir.

Topal Osman’ın katil alayları

Bu gelişmeler üzerine 10 Mart günü Ankara hükümeti (sıkıyönetim ilan eder. Merkez Ordusu 11 Nisan 1921’de Koçgirî’ye gönderilir. Komuta Sakallı Nurettin Paşa’dadır. Sakallı Nurettin Paşa ise 1902’de iç Bulgar komitesine yönelik ’gayri nizami’ harbin subaylarındandır. İttihatçıların ve Kemalistlerin Ermeni, Rum, Kürt tehcir ve tenkil hareketlerinde önemli görevler üstlenen, cumhuriyetin iç savaş dinamiklerine dayalı kuruluş ilkelerini belirleyen Özel Harpçi subaylar kuşağındandır. 1918’den itibaren Anadolu’da yayılan ve Balkan kurtuluş hareketlerini bastırmada görev yapmış bu subaylar kuşağı devletin ‘ebed-müddet’ şoven siyasetlerini belirlemede öncülük etmişlerdir.

M. Kemal bununla yetinmez; Topal Osman yönetiminde gönüllü Laz birlikleri oluşturulmuş ve Mart 1921 de Koçgirî’ye hareket etmişlerdir.

Topal Osman ve çeteleri, Karadeniz’de Rum ve Ermenileri nasıl katlettilerse Koçgirî’de de aynı vahşeti sergilerler. Diri diri yakılan çocuklar, tecavüze uğrayan kadınlar ve öldürülüp cesetleri sokaklara atılan binlerce insan…

Koçgirîli Kürtler, isyanın planlanandan önce başlamasına rağmen direnişlerini kararlıca sürdürürler. Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman çetelerinin kanlı, vahşi saldırılarına karşı 4 ay boyunca direnirler. Direniş, 17 Haziran tarihine kadar sürer. Direnişin kanla bastırılması sonucu, Baytar Nuri ile Alîşer ve eşi Zarife Hanım Dersim’e geçerler.

Alişan ve Haydar Beg

Meclis tutanaklarına yansıyan vahşet

Direnişin katliam ile bastırılmasından bir kaç ay sonra Meclisin görevlendirmesiyle bölgede inceleme yapan 'Koçgirî Tahkikat Heyeti' (KTH) bir rapor hazırlar. Bu rapor bile Koçgirî’de gerçekleştirilen kıyım ve yıkımın ne denli büyük olduğunu gösterir. Rapora göre, Sakallı Nurettin paşa ve Topal Osman çeteleri tarafından 1703 Kürt hanesi yakılmış ve tahrip edilmiştir. Zara’da 96, Refahiye’de 11 köy ortadan kaldırılmıştır. Bine yakın kişi öldürülmüştür. Sivil halkın da katledildiği kayıt altına alınmıştır. Köyler kuşatılmış, nüfus göçe zorlanmıştır. Bu esnada halkın mallarına zorla el konulmuş, yağmalanmıştır.

Bu rapor sonrası meclis "genel af" ilan eder, tutuklananları bırakır, köylere dönüşe izin verir. Ancak bu da Ankara hükümetinin siyasi ihtiyaçlarının ürünüdür. Zira Ankara hükümeti Batı Anadolu’da çeşitli direniş guruplarına karşı savaş yürütmektedir. Koçgirî bölgesinde aşırı güç bulundurmaya yol açacak bir harekat, kuvvetlerini parçalayacak, savaş cephesini genişletecektir. Üstelik dört aylık yıkım ve kıyım sonrasındaki tenkil saldırıları ile bölge tamamen yıkılmış, direnişçilerin iradesi kırılmıştır. Öte yandan, bölgedeki vahşi saldırı ve katliamların Kürt halkının genelinde infial yaratması, meclisteki vekilleri de rahatsız etmesi söz konusudur. Bu nedenle bir yandan saldırıları geri çeker, diğer yandan katliam ve saldırılardaki rolü nedeniyle Sakallı Nurettin Paşa hakkındaki şikayetleri inceler. Ancak ne Sakallı Nurettin Paşa, ne de Topal Osman için meclis soruşturması açılır. Bu soruşturmaların açılmasını bizzat M. Kemal engeller.

Nuri Dersimi

Koçgirî’nin açığa çıkardığı hakikat

Koçgirî direnişi, Kürdistan tarihi içerisinde oldukça önemli bir yerde durur. 20.yy başında Kürtlerin açık ve net ulusal taleplerle gerçekleştirdiği bir siyasal hareket olarak gelişmiş en özgün direnişlerdendir. Koçgirî direnişi için, Kürdistan’ın, Kürtlerin kendi kendisini yönetmesi fikrini dile getiren ilk özyönetim deneyimidir demek, yanlış olmayacaktır.

Başarılı olup olmaması ayrı bir konu fakat Kürtlerin statü talebini Türk egemenlerine dayatmış ve özgücüyle bunun inşasına girişmiştir.

İstanbul’a yerleşmiş olan Kürt üst sınıflarının beklentili duruşunu kabul etmemiş, Türk egemenlerinin boyunduruğu altına girmeyi kabul etmeyerek verili politik atmosferden en iyi biçimde yararlanmanın yollarını özgücüyle bütünleştirmeye çalışmış, gücü yetmemiş olsa da, Kürt halkına eylemiyle bağımsız bir yol açmaya yönelmiştir. Bu yönüyle de Koçgirî tarihsel, siyasal gelişimi, mücadele deneyimleri ve mirasıyla bugüne ışık tutmuş, o günden bu güne Kürt sorununun ve çözüm yolunun ne olduğunu, nasıl çözülmesi gerektiğinin güçlüce kavranmasını sağlamıştır.

Koçgirî’nin ortaya çıkarmış olduğu bir diğer gerçek ise şudur; daha o zamanlarda, Türk egemen sınıflarının Kürt ulusal taleplerine yaklaşımlarının ipliğini pazara çıkarmış, 1921 Anayasası ve M. Kemal dahil yetkili ağızlardan dile getirilenlerle yaratılan yanılsamayı deşifre etmiştir.

 

Sonuç yerine

Koçgirî direnişinin üzerinden 102 yıl; Sur, Nusaybin direnişlerinin üzerinden 6 yıl geçti. Gerek Koçgirî ve gerekse de Sur, Cizre, Nusaybin merkezli özyönetim direnişleri üzerine çok şey söylendi, çok şey yazıldı bu güne dek, daha da söylenecek ve yazılacak; zira Kürdistan tarihi açısından ilkler barındıran bir olaydı ve bitmemiş bir süreç olarak devam ediyor. Bu direnişlerin hikayesi ve romanı bir gün mutlaka yazılacak, yazılmalı da. Bu yazı, edebiyatçılara, romancılara ve Kürt yazarlarına bir çağrıdır aynı zamanda; bir toplumun her türlü acısı, sevinci, yaşadığı zulüm, yaşanan kahramanlık devam ediyor; değil mi ki, aydın olmak, edip olmak bunları görmek ve yazmaktır, yarına aktarmaktır, o halde bu yapılmalı. Zira Kürdistan 100 yıldır Türk sömürgeciliğinin her türlü vahşeti karşısında sonu gelmez bir direniş içerisinde. Son 50 yıl ise kelimelere dökülemeyecek kahramanlıklar ile yüklü bir destan… Kuşkusuz ki her bir kahramanı birbirinden ayıran özelikler olmakla birlikte hepsi tarihin kendilerine yüklediği misyonu bilerek ve bu misyonu üstlenerek hareket ediyorlardı. Tıpkı nerde "Hawar" varsa oraya koşan ve yanarak toplumunu aydınlatan Şêx Abdürrahim gibi, tıpkı "şêr şêr e, çi jine çi mêr e" diyen Zarife gibi ve tıpkı "Sonuç ne olursa olsun, son muhteşem olacak" diyen, Nuri Dersimi’nin "İntikam" sözünü son anına kadar kendisine rehber edinen Çiyager gibi…

Anılarına saygıyla…

Koçgiri direnişinin önderleri 

Nuri Dersimi: (Baytar Nuri)1890 yılında Ağzunik (Akpınar) köyünde doğdu. Baba tarafı Milan, anne tarafı Ağuşanlı’dır. Sırasıyla, Xarpêt (Harput) askeri rüştiyesi, (ortaokul) ve Xarpêt yatılı idadi (lise) kaydolur. Lise sonrası İstanbul'a gelir ve Ekim 1911'de İstanbul’da Veterinerlik okumaya başlar. İstanbul'da Kürt Talebe Hevî Cemiyeti ile ilişki kurar. 1912'de kurulan Kürdistan Muhiban Cemiyeti'nin genel sekreterliğini yapar. Ardından Kürdistan Teali Cemiyeti'ne katılır. 1.Dünya Savaşının başlamasıyla baytar olarak askere alınır. Görevi gereği birçok bölgeyi dolaşır. Özellikle Dersim aşiretleri ile bu süreçte yakın ilişkiler kurar. 1916 yılında İstanbul’a dönerek okula devam eder ve 1918 yılında mezun olduktan sonra "Baytar Nuri" olarak anılmaya başlanır. Savaş bittiğinde Kürdistan Teali Cemiyeti hakkında yapılan bir ihbar üzerine Divan-ı Harb'e verilir.  Ancak ceza almadan serbest bırakılır. Seyid Abdülkadir’in devreye girmesiyle, Koçgirî bölgesine Baytar olarak atanır. 1919'da Koçgirî aşiretlerinin reislerinden Mustafa Paşazade Haydar ile birlikte uzun bir yolculuk sonrası Koçgirî’ye varır. Daha önceden tanışıp ilişki geliştirdiği Dersim ve Koçgirî aşiret liderleri ile sıklıkla görüşmeler gerçekleştirir ve ulusal fikirler doğrultusunda örgütlenme sağlamaya çalışır. Burada KTC’nin bir şubesini kurar. 20 Aralık 1920'de faaliyetleri nedeniyle tutuklanır fakat Hasan Hayri'nin araya girmesiyle serbest bırakılır.

Koçgirî Katliamı sonrası Dersim’e geçer, burada aynı faaliyetlerini devam ettirir. Daha sonra İstanbul’a geçer. Buradan Hatay’a Hatay’da bir süre kaldıktan sonra Rojava ’ya geçer. 22 Ağustos 1973 yılında Efrîn’de hayata veda eder. Ardından yığınla direniş öyküleri bırakan Nuri Dersimi, tüm yaşamı boyunca Kürt ulusunun özgürlüğü için çalışmış, yazmış ve konuşmuştur. Yazmış olduğu "İntikam" şiir bugün dahi Dersim ve Koçgirî’de doğan her çocuğun ezberindedir.

Koçgirî direnişinin diğer önderleri Alişan ve Haydar beylerdir. Koçgirîli Mustafa beyin oğullarıdır. Her iki kardeş de KTC üyesi iken, Alîşan bey aynı zamanda İmranlı nahiye müdürlüğü ve Divriği kaymakamlığı yapmıştır. Her iki kardeş çok erken yaşlarda ulusal düşüncelere sahip olmuş ve Kürdistan’ın bağımsızlığı için harekete geçmişlerdir. Direnişin bastırılması sonucu, Alîşan ve Haydar beyler tutsak düşerler. 1923 yılında ilan edilen "af" ile serbest bırakılırlar. Alîşan Bey ve Haydar Bey, bir süre Erzincan’da kaldıktan sonra Koçgirî’ye dönerler. Ancak 1923’ten sonra İstanbul’a sürgün edilirler. 1931’de tekrar Koçgirî’ye dönen Alîşan ve Haydar bey, 1933’te Zara Kaymakamı Şükrü Bey’in Alîşer Bey’in karısı Zarife’nin kardeşi Gaxur aracılığıyla düzenlediği bombalı suikastta Alîşan Bey parçalanarak ölürken Haydar Bey yaralı kurtuldu.

İsmi kitaplara, öykülere konu olan bir diğer direniş öncüsü ise Alîşer’dir. 1865 doğumlu olan Alîşer, askeri kişiliği, yiğitliği tavrı ve Kürdistan’ın bağımsızlığı uğruna Başeğmez tavrı ile bilinir. Bugün dahi Koçgirî denince Alîşer, Alîşer denince Koçgirî akıllara gelir. Koçgirî direnişinin ilk gününden son güne dek kahramanca duruşunu sürdürür, Koçgirî’nin düşmesi sonrası Dersim’e geçer ve burada da aynı mücadelesini sürdürür. 9 Temmuz 1937 yılında Ovacık’a bağlı Kafat köyünde bir ihanet sonucu şehit düşer. İhanetçiler kafasını kesip, Dersim soykırımının sorumlularından general Abdullah Alpdoğan’a götürür.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.