Çay verelim!

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Ölüyoruz. Yangınla, selle, ırkçılığın ve kadın düşmanlığının vücut bulmuş halleriyle, bilimden uzak komplo teorilerinin yaydığı yalanlarla, hakikatten uzaklaşanların saldırılarıyla, bizzat devletin şiddet kullanma tekelini elinde tutanların sömürgeci hesaplarıyla, ölüyoruz.

Gallup uluslararası araştırma şirketi, küresel duygular araştırması 2021 raporunu yayınladı. Rapora göre, 2007’den bu yana küresel olarak insanlar kendini daha öfkeli, stresli ve mutsuz hissediyorlar. 2021 yılında ise pandeminin yarattığı sonuçlar olan ekonomik güvencesizlik, sosyal hizmetlerden daha az yararlanma, sağlık sistemine güvensizlik, yalnızlaşma ve benzeri pek çok konu herkesi bir şekilde etkiledi. Rapora göre pandemi nedeniyle küresel ölçekte insanların yüzde 50’si daha az para kazanır hale gelmiş, insanların yüzde 32’si işlerini kaybetmiş. Bir şekilde pandemiden olumsuz etkilenenlerin sayısı küresel ölçekte kişilerin yüzde 80’ine tekabül ediyor. Dahası, gıda güvencesizliğinden payını alanların sayısı da artmış görünüyor. 2020 yılına göre belirgin şekilde artarak insanların olumsuz duygular hissetmesinin nedeni hale gelen diğer durum ise yolsuzluk.

Dünya üzerindeki her 10 insandan 7’si hükümetlerin içine karıştığı ve göz yumduğu yolsuzluk nedeniyle güvencesizlik deneyimi yaşamışlar. Dünyadaki 101 ülkenin 67’sinin hükümetinin yolsuzlukla, 110 ülkeden 85’i ise işletmelerin suçları nedeniyle güvensizler. Dünyanın en mutsuz ülkeleri sıralamasının başında ise bakın kimler var: Türkiye, Lübnan ve Nepal.

Duygular bugün geçmişe göre daha fazla bakılan bir olgu haline geldi. Zira duyguları yönetip maniple edebilen sağ iktidarların, siyasi ve ekonomik başarısızlıklarının sorumluluğundan nasıl da kolayca kurtulabildiklerini, neoliberal politikalara teslim edilen insan hayatlarının yaşadıkları kayıp deneyimlerine rağmen öfkelerini kendinden daha ezilenlere yönlendirerek rejime koşulsuz biat edebildiklerini görüyoruz. Irkçılığın ve cinsiyetçiliğin, hakikat körlüğünün ve başkasının hayatını hiçe sayan bencilliklerin dayanışmacı ve politik bir tutum yerine, yaygın bir davranış modeli olarak gündelik hayatımızı zindan ettiğini deneyimliyoruz.

İktidarın politik salvolarının bir anda komşumuzla ilişkimizi belirleyen ve kendimizi ifade etmemizi bile cesarete bağlı kılan bir “hakikat sonrası” dönem yaşıyoruz. Bu dönemde iktidarların, hayatımızın ve bedenlerimizin üzerinde hissettiğimiz her saldırısına rağmen, isyan hatta serzeniş bile duymamasını garantileyen neredeyse tek şey, öfkeyi ve umudu kolayca yönlendirebilecek araçlara sahip olmasından geçiyor. Bu açıdan istatistikler, bilimsel bilgiler, çevremizdeki kişilerin deneyimleri ile toplumsal olanı birleştirerek karara varmak, sınıfsal bakmak ve toplumsal cinsiyeti dikkate almak perspektif önemli hale geliyor.

Gündemde yangın, sel, deprem ve pandemi var. Hayatımızı etkileyen afetlerin ardı ardına gelmesinin tanrının bir cezası olduğunu düşünenler gibi, sabotaj olabileceği ihtimalini ortaya atanlar da kafalarındaki tek olağan yaşam biçimine bu afetleri çağrı olarak görüyorlar. İster Hıristiyan ister Müslüman fark etmediği gibi Türk veya Alman da önemsizleşiyor. Zira dünyanın küresel sağı aynı inancı paylaşıyor. Halbuki küresel ısınma, kentlerin giderek doğal döngüleri hesaba katmayan gelişimi, insanların doğa üzerinde ekolojik müdahalelerin sonuçlarını dikkate almaksızın sadece kar-maliyet fikri ile hareket etmesi, politikacıların yolsuzluk çarkları içinde bilim insanlarının uyarıları ile koruyucu yönetmelikleri devre dışı bırakması konusunda yazılmış ve yazılacak tonlarca uyarı, öfke tonu yüksek seslerin arasında kayboluyor gidiyor.

Ölüyoruz. Yangınla, selle, ırkçılığın ve kadın düşmanlığının vücut bulmuş halleriyle, bilimden uzak komplo teorilerinin yaydığı yalanlarla, hakikatten uzaklaşanların saldırılarıyla, bizzat devletin şiddet kullanma tekelini elinde tutanların sömürgeci hesaplarıyla, ölüyoruz. Daha ötesi var mı? Bu her şeyin iç içe olduğu korkunç zamanlarda en azından normal bir hayat sürüp, normal ölebileceğimiz bir yaşamı elde etmek dünya üzerinde belirli coğrafyalarda ve belirli sınıfsal geri plandan gelen insanlar için mümkün olabiliyor, asla tesadüf olmayacak şekilde.

Yangın, sel, deprem gibi doğal afetler ve patlama, bombalama, iş cinayeti, ırkçı saldırı, katliam gibi felaketlerin ardından, yaşayanların yaralarını sarma yöntemi olarak borçlandırma, sömürü ve politik dışlama geliyor. Tüm bu yaşananlar dünyanın pek çok ülkesinde farklı biçimlerde yaşanıyorken, bir ülkede, afet bölgelerinin hayatta kalanlarının tepesine çay atılıyor, hakkını arayanlarının kafasına cop iniyor. Ya siz, bir çay alır mıydınız?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.