Demokrasi yerelin özerkliğinden geçer

Dosya Haberleri —

Mehmet Rüştü Tiryaki

Mehmet Rüştü Tiryaki

  • DEM Parti Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, yerel yönetimlerin sadece hizmet değil, demokrasi üreten yapılar olduğunu belirtti ve ekledi: “Türkiye’nin demokratikleşmesine giden yol yerel yönetimlerin özerkliğinden geçiyor.”

ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin 1985’te kabul ettiği Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 1988’de imzaladı, 1992’de yürürlüğe koydu. Ancak özerkliğe dair en kritik maddelere koyduğu çekinceler hâlâ yürürlükte. Yerel meclislerin karar alma yetkisini, mali özerkliği ve demokratik işleyişi sınırlayan bu şerhler, Türkiye’de yerinden yönetimin önündeki en büyük engellerden biri olarak görülüyor.

DEM Parti Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, bu çekincelerin sadece Kürt illerinde değil, Türkiye genelinde halk iradesini baskılayan bir yönetime zemin hazırladığını belirtiyor. Özellikle seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyum atanmasını “demokrasinin tasfiyesi” olarak niteliyor. “Demokrasi yerelde başlar” diyen Tiryaki, Avrupa Şartı’na şerhler, kayyum uygulamaları ve demokratik özerklik tartışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Öncelikle, Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na şerh koyduğu maddeler nelerdir? Bu maddeler neden sorun olarak görülüyor?

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 1985’te kabul edilmiş ve imzaya açılmıştır. Türkiye de şartı 1988 tarihinde imzalamış, TBMM 5 Mayıs 1991 tarihinde, 3723 sayılı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’la şartın imzalanmasını uygun bulmuş, 1992’de bir Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe koymuştur. Türkiye şartı imzalarken bazı maddelere çekince koymuştur. Şarta çekince koyan tek ülke Türkiye değildir. Şartı 47 ülke imzalamış ama çeşitli gerekçelerle 34 ülke şartın bazı maddelerine çekince koymuştur.

Çekince koyan ülkelerden biri de Türkiye’dir. 3723 sayılı Kanunun 2. maddesi uyarınca, şarta konulan çekincelerin daha sonra kaldırılabilmesi yönünde Bakanlar Kuruluna yetki verilmiş ancak Bakanlar Kurulu bugüne kadar bu yetkisini kullanmamış, hiçbir maddeye konulan çekince bugüne kadar kaldırılmamıştır. 

Türkiye yerel özerklik, idari özerklik, mali özerklik ve yerel yönetimlerin denetlenmesi başta olmak üzere sözleşmenin neredeyse her maddesinin bir kısmına çekince koymuştur.

 

 

Bu maddeleri kısaca sizlerle paylaşmak isterim:

* Türkiye Şartın ‘özerk yerel yönetim’ konusunu düzenleyen 4. maddesinin 6. paragrafına çekince koymuştur. Bu; yerel makamları doğrudan ilgilendiren tüm konulara ilişkin planlama ve karar alma süreçleri için zamanında ve uygun biçimde kendilerine danışılmasını düzenlemektedir. Bu madde esasen merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki mutlak vesayetini kısıtlayan kurallar içermektedir. Türkiye, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin görüşünü almakla sorumlu tutulmadan her türlü planlamayı yapmayı ve karar alma süreçlerini işletmeyi savunmaktadır.

* Türkiye şartın, yerel makamların görevleri için gereken uygun idari örgütlenme ve kaynaklar konusunu düzenleyen 6. maddesinin birinci paragrafına çekince koymuştur. Bu paragraf kanunla düzenlenmiş genel kurallara zarar vermemek koşuluyla, yerel yönetimlerin kendi iç idari örgütlenmelerini kendilerinin düzenleyebileceklerini kurala bağlamaktadır.

* Türkiye’nin çekince koyduğu bir diğer madde 7. maddenin 3. paragrafıdır. Bu paragraf yerel makamların çalışmalarının merkezi idare tarafından denetlenmesini düzenlemektedir. Buna göre merkezi idarenin denetimi, bu denetim ile korunması amaçlanan çıkarların önemi ile orantılı olarak sınırlandırılmalıdır. Maalesef Türkiye’de siyasi iktidarlar, bırakın bu denetimlerin orantılı bir biçimde sınırlandırılmasını, muhalif olan belediyelerin günlük olağan işlerini yürütmelerini engelleyecek biçimde mülkiye müfettişleri ile kesintisiz biçimde denetimler yapmaktadır.

* Türkiye şartın yerel yönetimlerin mali kaynaklarını düzenleyen 9. maddesinin 4. paragrafına da çekince koymuştur. Bu paragraf; yerel yönetimlere sağlanan kaynakların dayandığı mali sistemlerin, yerel hizmetlerin yürütülmesi için gereken harcamalardaki artışları mümkün olduğunca karşılamalarına olanak tanıyacak biçimde çeşitlilik arz etmesini ve esneklik taşımasını kurala bağlamaktadır.

* Türkiye yine yerel yönetimlerin finansmanı ile ilgili 9. maddenin 6. paragrafına çekince koymuştur. Bu paragraf, yerel yönetimlere aktarılacak kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda kendilerine uygun biçimde danışılmasını kurala bağlamaktadır.

* Türkiye, şartın yerel yönetimlere yapılacak hileleri düzenleyen 9. maddenin 7. paragrafında da çekince koymuştur. Bu paragraf; mümkün olduğu ölçüde yerel makamlara yapılacak hibelerin yalnızca belli projelerin finansmanına tahsis edilmesi koşuluna bağlanmamasını, yine hibe verilmesinin yerel makamların kendi yetki alanları içinde ve kendi politikalarına ilişkin olarak takdir hakkını kullanmadaki temel özgürlüklerine halel getirilmemesini kurala bağlamaktadır.

* Türkiye, şartın birlik kurma ve birliklere katılma hakkını düzenleyen 10. maddesinin 2. paragrafı ile uluslararası iş birliği yapma hakkını düzenleyen 3. paragrafına da çekince koymuştur.

* Türkiye, şartın özerk yerel yönetimlerin yasal olarak koruması konusunu düzenleyen 11. maddesine de çekince koymuştur. Bu madde yerel yönetimlerin kendi yetkilerini serbestçe kullanmaları ile anayasa veya ulusal mevzuat tarafından belirlenmiş olan özerk yönetim ilkelerine riayet edilmesini sağlamak amacıyla yargı yoluna başvurma haklarını düzenlemektedir. Anlaşılmaz biçimde Türkiye bu maddeye de çekince koymuştur.

 

 

Sizce Türkiye’nin koyduğu bu şerhler, yerel yönetimlerin demokratik işleyişini ve özerkliğini nasıl etkiliyor?

Türkiye esasen 1988’den bu yana yerel yönetimler konusunda çok önemli düzenlemeler yapmış, Büyükşehir Belediye Kanunu, Belediyeler Kanunu, Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu gibi yeni kanunlar yürürlüğe konulmuştur. Bu kanunlar ve yapılan pek çok düzenleme ile esasen şarta konulan çekincelerin bir kısmının kaldırılmasını mümkün hale gelmiştir. Ama hiçbir hükümet bu çekincelerinin kaldırılması konusunda bir adım atmamıştır. Bunun temel nedeni merkezi yönetimin yerel yönetimlerin özerkliklerine sıcak bakmaması ve yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkilerinden vazgeçmek istememesidir.

Şarta konulan çekinceler devam ettikçe ve Türkiye’nin yerel yönetimlere dair mevzuatı şarta uyumlu hale getirilmedikçe yerel yerel yönetimler de özerk hale gelememektedir. Yerel yönetimler idari olarak özerk değildir, mali olarak özerk değildir ve yerel yönetimler idari örgütlenmelerini kendileri yapamamaktadır. Bütün bunlar yerel yönetimleri merkezi idarenin bir taşra teşkilatı haline getirmektedir. Bu durum yerel demokrasinin gelişmesi önündeki en büyük engeldir.

Örneğin belediye meclisleri gelirlerini ve giderlerini kendilerinin belirlediği bir bütçe yapmıyor. Sadece merkezi idarenin belediyeye ayırdığı payın nerelere harcanacağına karar veriyor. Aslında yasalar tam olarak bunu yapmasına bile izin vermiyor. Personel giderlerinin genel bütçenin yüzde kaçı kadar olacağına, belediyenin norm kadro ilkeleri uyarınca hangi kadro ve unvanla kaç personel çalıştırabileceğine bile yasalar ve yönetmelikler karar veriyor. Yerel yönetimlerde demokratik ve katılımcı bir bütçe yapmanın maalesef Türkiye’de koşulları yok.

 

 

Özerklikten ne anlıyorsunuz ve bu talebin demokratikleşmeyle bağını nasıl anlatıyorsunuz?

DEM Parti ve mirasını devraldığımız bütün siyasi partilerin yerel yönetimler konusundaki temel taleplerinden birisi de Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılmasıydı. Türkiye’nin demokratikleşmesine giden yolun yerel yönetimlerin özerkliğinden ve demokratikleştirilmesinden geçtiğine inanıyoruz. Bu o kadar önemli ki askeri vesayetin sona erdiği söylenen Türkiye’de maalesef yerel yönetimler üzerindeki merkezi vesayet sona erdirilmiyor. Bütün dünyada yerel yönetimler artık yalnızca çöp toplayan, su şebekesi kuran, park ve bahçe yapan, itfaiye hizmeti veren, kaldırım yapan ve imar planı yapan kurumlar olmaktan çıktı. Belediyeler aynı yerleşim yerinde birlikte yaşayan insanların neredeyse her sorununa çözüm üreten, sorumluluk üstlendiği alanlar her geçen gün gelişen büyüyen ve karmaşık hale gelen kurumlar haline geldi. Dünyanın pek çok ülkesinde sağlık ve eğitim hizmetlerini belediyeler sunuyor. Bazı ülkelerde polis teşkilatı ve hatta bölge savcıları doğrudan belediye başkanına bağlı.

Türkiye’de de yerel yönetimlerin sunduğu hizmetler, merkezi yönetimin bütün o vesayet sistemine rağmen esasen çeşitleniyor ve artıyor. Demokratik toplumcu halkçı belediyecilik örnekleri artıyor. Öncülüğünü bizim çektiğimiz belediyelerde çok dilli belediyecilik hizmetleri veriliyor. Yönetiminde olduğumuz bütün belediyelerde fiili olarak eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet modelleri uygulanıyor. Kadın daire başkanlıkları, kadın şube müdürlükleri kuruluyor. Kadın bakışı her geçen gün çok daha fazla belediyede görünür hale geliyor.

Özetle yerel yönetimlere biçilen elbise, artık dar geliyor. Türkiye’de güçlü ve özerk yerel yönetimlerin istenmemesinin en büyük nedeni maalesef Kürtlerin yaşadıkları coğrafyada bu yetkiyi kullanmalarına izin verilmek istenmemesi. Oysa Kürtlerin yerel yönetimlere dair hiçbir talebi sadece kendileri için değildi. Kürtler her zaman özerk yerel yönetimlerin yerel demokrasiyi, yerel demokrasinin de ülkenin demokratikleşmesini sağlayacağına inandı.

Özellikle Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak yerine kayyum atanması ciddi bir tartışma konusu. Bu uygulamanın sadece bölgesel değil, artık Türkiye geneline yayıldığı görülüyor. Kayyum pratiği Türkiye’nin yerel yönetim modeline ne söylüyor?

Kayyum politikası Türkiye’nin o çok kısıtlı ve sınırlı olan demokrasisinin belki de bugünkü en büyük sorunu. Bir ülkede milyonlarca insanın oyunu almış seçilmiş belediye başkanları/eşbaşkanları salt bir soruşturma başlatılması gerekçe gösterilerek görevden uzaklaştırılabiliyor ve yerlerine atanmış memurlar kayyum olarak görevlendiriliyorsa ve kayyum görevlendirildikten sonra belediyelerin yasama organı olan belediye meclisleri bir daha toplanamıyorsa artık orada demokrasiden de söz edilemez. Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya kayyum atandığında “vardır devletimizin bir bildiği”, “terörle mücadeledir ve normaldir” diyenler, muhtemelen bu hukuksuzluğun bir gün kendi başlarına gelmeyeceğini düşünüyordu. Maalesef öyle olmadı. Kayyum artık yalnız Kürt şehirlerinin değil İstanbul’un da en büyük sorunudur. Kayyum politikası yerel yönetimlerdeki seçimleri adeta anlamsız hale getirmiştir. Bu sorun çözülmedikçe Türkiye’de oy kullanma hakkından, seçme ve seçilme hakkından ve bir bütün olarak demokrasiden söz edilemez.

 

 

Merkezi yapının aşırı müdahale alanına karşı gerçek bir yerinden yönetim modeli kurulabilir mi?

Kuşkusuz bu konudaki ilk adım Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin ortadan kaldırılması olacaktır. Yine koşulsuz biçimde kayyum politikasından vazgeçilmeli, görevden uzaklaştırılan belediye başkanları görevlerine iade edilmelidir. Anayasaya aykırı olan ama 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nda yer alan ve kayyum görevlendirilmesine olanak tanıyan düzenleme derhal yürürlükten kaldırılmalıdır.

Bunlardan sonra yerel yönetimlerin idari ve mali açıdan özerkliklerini güvence altına alacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu konuda dünya ölçeğinde sayısız iyi uygulama örneği vardır. Bu örneklerin ülkemiz için en uygun olanları parlamentoda bir konsensusla yasal güvenceye kavuşturulabilir.

DEM Parti olarak bu konuda yürüttüğünüz veya planladığınız somut çalışmalar var mı?

DEM Parti ve mirasını devraldığımız siyasi partiler Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin yürürlükten kaldırılması için uzunca bir süre mücadele verdi. Bu konuda kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Bugün de en önemli gündem maddelerimizden birisi bu çekincelerin ortadan kaldırılmasıdır. Ülkemizin en önemli gündemi şu an için barış ve demokratik toplum projesinin hayata geçirilmesidir. Emin olun demokratik ve özerk yerel yönetimler bir yandan yerelden başlayarak bütün ülkenin demokratikleşmesine hizmet edecek, diğer yandan barış ve demokratik toplum projesinin yaşama geçirilmesini büyük bir katkı sunacaktır. Biz yerel yönetimlerin özerkliği ve demokratikleşmesine bu nedenle büyük bir önem ve anlam biçiyoruz. Bunu yaşama geçirebilmek ve hükümetin bu konuda adım atmasını sağlamak için kısa ve orta vadede önemli çalışmalarımız olacak.

 

 

Son olarak, yerel yönetimlerin demokratik dönüşümü sizce sadece Kürt sorunuyla sınırlı bir mesele mi?

Bu sorunun elbette Kürt meselesi ile ilgili bir yanı var. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na çekince konulmasının temel nedeni hiç kuşkusuz Kürt meselesidir. Yine kayyum siyasetinin bugün bu ülkede bu yaygınlıkta yaşanıyor olmasının nedeni de Kürtlerin belediyeleri yönetmesine yönelik tahammülsüzlüktür.

Ama emin olun yerel yönetimlere dair öneri ve bakışımızın yalnızca Kürt coğrafyası ile ilgisi yok. Yerel yönetimlere dair önerilerimizin tamamı Türkiye’nin en kuzeyinden en güneyine, en doğusundan en batısına ülkenin her bir parçası içindir. Bugün Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu yerel yönetimlerin demokratikleşmesinden geçiyor. Yerel yönetimlerin demokratikleşmesi Türkiye’nin de demokrasi ile buluşması anlamına gelecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.