Denisova insanı bir yüze kavuştu
Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —
- 1933 yılında Çin’de bulunan ve arkaik bir insan türüne ait olduğu düşünülen kafatası üzerinde yapılan incelemeler bunun Denisova insanına ait bir kalıntı olduğunu ortaya çıkardı. Böylece en yakın akrabalarımızdan biri nihayet bir yüze kavuştu.
En son bireyi 50 bin sene kadar önce Dünya üzerinde görülen gizemli insan türü Denisovalılara ait olduğu belirlenen ilk neredeyse tam kafatası, Çin’in kuzeydoğusundaki Harbin kentinde bulundu – ya da daha doğrusu, bulunduğu 1933 yılından neredeyse bir asır sonra kimliği nihayet açığa çıktı.
Kafatası, Harbin’de bir köprü inşaatı sırasında keşfedilmiş, o dönemde “ilkel Homo sapiens” ya da “bilinmeyen bir tür” olarak değerlendirilmiş, 2021 yılında “Ejderha Adam” anlamına gelen Homo longi ismi verilmişti. Ancak 2025’te Cell dergisinde yayımlanan ve Qiaomei Fu, antik DNA konusunda uzman olan Svante Pääbo ve ekibi tarafından yürütülen bir çalışmaya göre bu kafatası aslında Denisova insanına ait.
Bu keşif, Denisova insanının morfolojik özelliklerini anlamak açısından bir dönüm noktası. Çünkü bugüne kadar bu türle ilgili elimizde yalnızca birkaç çene kemiği, bir kaburga ve parmak kemiği vardı; bir kafatası hiç bulunamamıştı. Harbin kafatası, türün fiziksel özelliklerini ayrıntılı şekilde incelemeye olanak tanıyan ilk örnek olarak kayda geçti.
DNA incelemeleriyle keşfedilmişti
Denisova insanı ilk kez 2010 yılında, Sibirya’daki Denisova Mağarası’nda bulunan bir parmak kemiğinin DNA analizleriyle keşfedildi. Neandertallerle akraba olan bu insan türü, Asya’nın çeşitli bölgelerine yayılarak dağlık alanlarda ve ormanlık tropikal bölgelerde hayatta kalmayı başarmıştı. Ancak şimdiye kadar fiziksel görünümleri bilinmiyordu.
Harbin kafatası, bilim insanlarına bu konuda nihayet somut veriler sağladı. Yaklaşık 146.000 yıl öncesine tarihlenen bu fosilin incelenmesinde doğrudan kemik DNA’sı elde edilemese de, diş taşlarından mitokondriyal DNA ayrıştırıldı ve Denisova insanı bir anneden geldiği tespit edildi.
Ekip ayrıca Harbin bireyinin genetik olarak, Denisova Mağarası’nda yaşamış erken dönem Denisova insanılarla daha yakın akraba olduğunu ortaya koydu. Bu da, Sibirya’dan Harbin’e 3 bin 104 kilometrelik bir göç sürecinin varlığını destekliyor.
Beyni modern insan ve Neanderthallerle aynı büyüklükte
Harbin bireyi, şimdiye kadar keşfedilen en uzun kafatasına sahip. Alın kemiği düşük, kaş çıkıntıları belirgin, göz çukurları geniş ve ağız yapısı oldukça büyük. Yüzü bizimki gibi düz, ancak burnu daha büyük. Beyin hacmi yaklaşık 1.420 cm³ ile Neandertaller ve modern insanla aynı düzeyde.
Harbin kafatasının keşfi, Denisova insanının Asya genelindeki varlığına dair genetik verilere doğrudan bir fiziksel bağlantı sağladı. Bugüne kadar Çin’in Dali, Jinniushan ve Hualongdong bölgelerinde bulunan kafataslarının da Denisova insanına ait olabileceği düşünülüyordu. Harbin kafatası, bu görüşleri destekler nitelikte.
Ayrıca 2015 yılında Tayvan ile Çin arasındaki deniz yatağından balıkçılar tarafından çıkarılan devasa bir çene kemiği ile Tibet Platosu’ndaki Xiahe bölgesinden bulunan bir çene de protein analizleriyle Denisova insanına atfedilmişti.
Araştırmacılar, Laos’taki bazı kalıntıların ve Çin’in kuzeyindeki Nihewan Havzası’nda bulunan diğer bazı fosillerin de Denisova insanına ait olabileceğini düşünüyor. Hatta Güneydoğu Asya’daki adalarda Denisova insanının 15.000 yıl öncesine kadar yaşamış olabileceği tahmin ediliyor. Bu görüş, Okyanusya halklarında bugün bile %5 oranında Denisova insanı DNA’sı bulunmasına dayanıyor.
Zambiya’ya kadar uzanabilir
En ilgi çekici hipotezlerden biri ise Orta Afrika’dan geliyor. 300.000 yıl önce bugünkü Zambiya’da bulunan ve “Broken Hill Adamı” ya da “Kabwe Adamı” olarak bilinen kafatasının Denisova insanına ait olabileceği ileri sürülüyor. Bu fosilin morfolojik olarak Harbin kafatasıyla büyük benzerlik taşıdığı bildiriliyor.
Weizmann Enstitüsü’nden Gokhman ve ekibi, 2019 yılında Denisova insanının fiziksel görünümüne dair ilk tahminleri genetik tabanlı morfolojik modelleme ile yapmışlardı. Harbin kafatasının bu tahminlerle örtüşmesi, metodolojilerinin doğruluğunu kanıtladı. Gokhman ayrıca, Neandertaller ve Denisova insanının Asya’da değil, Afrika’da ortak bir atadan evrimleşmiş olabileceğini öne sürüyor. Bu durumda, Afrika’da bulunan Kabwe fosili, Denisova insanının evrimsel geçmişine dair önemli bir halka olabilir.
Modern insandaki Denisova izleri
Denisova insanı yalnızca tarih öncesi bir tür değil; aynı zamanda bugünkü insanların DNA’sında yaşayan bir varlık.
Okyanusya halkları (özellikle Papua Yeni Gine, Avustralya Aborjinleri, Filipinler Ayta Magbukon halkı): %3 ila %5 oranında Denisova insanı DNA taşıyorlar. Asya kıtasındaki bazı gruplar (Çin, Tibet, Güneydoğu Asya): %1 ila %2 arası Denisova insanı mirasa sahip. Tibetliler: Yüksek rakımda yaşamaya olan genetik adaptasyonlarının Denisova insanı bir genden geldiği gösterildi (EPAS1 geni).
Genetik etkiler ise şu şekilde özetlenebilir: Yüksek rakımlarda daha az oksijenle yaşama becerisi, bağışıklık sistemiyle ilgili bazı genetik varyantlar ve cilt ile saç yapısı üzerinde adaptif özellikler.
Bu yeni bulgular, Denisova insanının yalnızca genetik bir iz olmadığını, somut fiziksel kalıntılarının da analiz edilebileceğini gösteriyor. Çin’de Orta Pleistosen dönemine (300.000–78.000 yıl öncesi) ait 20’den fazla arkeolojik alanda bulunan insan kalıntıları, Denisova insanının çok daha yaygın ve çeşitli bir geçmişe sahip olduklarını düşündürüyor.
Araştırmacılar, Denisova insanının sadece genetik olarak değil, morfolojik olarak da tanımlanabilmesi için Harbin kafatasının bir dönüm noktası olduğunu belirtiyor. Harbin kafatası artık yalnızca bir fosil değil; Denisova insanının uzun süreli sessizliğini bozan ilk “yüz” olarak tarihe geçti.
* * *
İnsan ve narenciyenin evrimi
İnsan türünün evrimiyle narenciye meyvelerinin tarihsel yolculuğu, düşündüğümüzden çok daha derin bir ilişki barındırıyor.
Yaklaşık 61 ila 74 milyon yıl önce, primat atalarımız vücudun kendi kendine C vitamini üretmesini sağlayan geni kaybetti. Bu gen kaybı, C vitamini açısından zengin meyvelere olan yönelimi beraberinde getirdi. Zamanla bu tercih, limon, portakal ve mandalina gibi narenciye türlerinin evcilleştirilmesiyle sonuçlandı.
Botanik anlamda narenciye, Citrus cinsine ait ağaç ve çalı türlerinden oluşuyor. Bugün sofralarımızda yer bulan tatlı portakal gibi meyveler aslında doğal türler değil; pomelo ve mandalinanın melezlenmesiyle oluşmuş hibrit ürünler. Genetik analizlere göre, dünyadaki tüm modern turunçgillerin 10 ata türden evrimleştiği düşünülüyor.
Narenciye bitkilerinin kökeni Güneydoğu Asya’ya, özellikle Çin ve Himalaya bölgesine dayanıyor. Çin’de M.Ö. 2000 yılına tarihlenen bir belgede portakal ve pomelo tarımından söz ediliyor. Zamanla bu meyveler doğuya Japonya’ya, batıya ise Mezopotamya’ya ulaştı. Avrupa’ya ise büyük olasılıkla İskender’in Asya seferleriyle geldi.
Evcilleştirilmiş turunçgiller, daha az asidik olmaları ve iri meyve vermeleriyle dikkat çekiyor. Ancak yaban türleri de yenilebilir özellikte. Maymunlar, kuşlar ve hatta yaban domuzları bu meyvelerle besleniyor ve tohumlarının yayılmasına katkı sağlıyor. Bu durum, erken hominin türlerinin de bu meyveleri tüketmiş olabileceğini düşündürüyor.