Denklemleri değiştirmek
Zozan SİMA yazdı —
- Kadın kimliğinin varoluş biçimini tartışmaya insanın birinci doğanın yetkinleşen evrim halkası, farkına varan evren olduğu tespiti ile başlamak yerinde olur.
Kadın özgürlüğüne dönük eylem, direniş ve tartışmaların özelleşmiş tarih ve günlere takılı kalmadan, her günün 8 Mart’mışçasına, her günün 25 Kasım’mışçasına karşılandığı zamanlardan geçiyoruz.
Çağın karakteri ve kadın özgürlük sorunun ağırlığı bunu zorunlu hale getiriyor.
Kadına yönelik şiddetin engellenmesi kadar, kadın kimliğinin şiddetin mağduru olacak biçimde kurgulanması sorunun temelini oluşturuyor.
İlk iktidar ideolojisi olarak da tanımlanabilecek cinsiyetçilik, binlerce yıldır kadını erkeğin ezileni konumunda tutan mitoloji, din, felsefe ve bilimlere damgasını vuruyor.
Cinsiyetçi düşünce kurumlara, yasalara, toplumsal düzenlenişlere dönüşerek Rêber Apo’nun tanımı ile ‘kadını yitik kılan uygarlık gerçeği’ni açığa çıkarıyor.
Bu yitik kılınmışlık kadınların yaşam öykülerinde, günlüklerinde ve kadın edebiyatçıların çalışmalarında oldukça çarpıcı biçimde dile gelir.
Zeynep Kaçar, “Yalnız” isimli romanında, varlığı dört duvar arasında yiten bir kadının dilinden şöyle der: "Bir ev hayvanıydım. Perdenin kıvrımıydım. Halının püskülü, banyonun sabunu, en çok mutfağın çaydanlığıydım. Hep senin bir şeyindim ben, hangi odadaysam, o odanın süsüydüm. Öldüğünde ardından hikâyesi anlatılmayacak, adı anılmayacak, sesi duyulmayacaktım. Bir ev hayvanıydım. Senin hayvanın. Şahsi malın. Ne yapsan canım acımazdı benim, türlü türlü numaralarım vardı. Havada uçabilen, suda yüzebilen, halıda sürünebilendim."
Irk ve sınıf sömürüsünün, kaynağını cinsel sömürüden aldığını tarihsel ve güncel birçok örnek ortaya koymaktadır.
Ezilen sınıf ve ırklara dönük yaklaşımlar, sözler ve uygulamalar kadının egemen erkek tarafından nesneleştirilmesini taklit eder.
Tüm ezen-ezilen ilişkilerinde ezen egemen bir koca, ezilen, boyun, eğen çaresiz bir karı biçiminde nesneleşir.
Bir başka kadın yazar Suzanna Brogger, karı-kocalık ilişkisinde 1+1=1 formülünün işlediğini dile getirir.
Kadın, sıfır olmayı kabul ettikçe ataerkil kurumlar ve ilişkiler yürüyebilmektedir. Kriz kadınların varolmak istedikleri anda başlamaktadır. Evlilik, flört ya da birçok ilişkide kadın katliamlarıyla sonuçlanan krizin başladığı nokta burası olmaktadır.
Sadece evlilik, cinsellik, aşk ilişkilerinde değil, kadınların sıfırlanacağı ya da benzeşerek varolacağı ilişkiler bir örümcek ağı gibi yaşamın her alanını kaplar. Mücadelesiz her alan yeniden bu ilişkilere bulanmaya neden olur.
Kadının yok olduğu, yok edildiği tüm kurumları ve ilişkilere karşı mücadelenin diğer önemli bir ayağı nasıl ilişkiler ve varolma biçimlerinin geliştirileceğidir.
Post-modernizmin mevcut tanımları, ilişki kalıplarını, egemenlik sistemlerini dönüştürme iddiasıyla dile gelen tartışmalar, ne yazık ki bir kesim tarafından kadının başka bir biçimde yitik kılınmasına yola açan liberal bir güzergahta ilerliyor.
Nesneleştirilen kadın kimliğinin yıkıma ya da dönüşüme uğratılması değil, bir bütünen cinsiyet olarak kadınlığın yıkımını salık veren tartışmalar, kadın özgürlük mücadelesinin ideolojik, politik dayanaklarına saldırıyor. Bu saldırılara karşı da ideolojik bir mücadele zorunlu hale gelmektedir.
Kadın kimliğinin varoluş biçimini tartışmaya insanın birinci doğanın yetkinleşen evrim halkası, farkına varan evren olduğu tespiti ile başlamak yerinde olur.
Varoluşumuzu doğum tarihimiz, aile tarihimiz, ulus tarihimizin sınırlarını aşan evrenin tarihi ile bağ içinde ele almalıyız.
Ekolojik yıkıma yol açan insan merkezci düşünce, doğa ile olan bağımızın inkarına dayanır.
Doğayı canlı gören animist ve doğal inançlar, insanı mikro kozmos gören felsefeler bu gerçekliği en fazla da kadın bedeni ile özdeşletirmiş, insan-doğa bağı kadın eksenli bir tanıma kavuşmuştur.
İnsanın ikinci doğa, yani toplumsallaşma ile var olabilme şansını yakalamasının farkındalığı da ikinci halkayı oluşturur.
İktidar ideolojileri, doğadan kopmayı ve ardından toplumsallıktan kopmayı insanlaşmanın temel adımları belleterek bu yıkımları meşru kılmışlardır.
Toplumsallık ise bir kadın devrimi olarak şekillenen neolitik toplumda zirve yaparak, kadının ilişki evreninin toplumsallığın kök hücresi olduğunu ortaya koymuştur.
Bu iki doğa dengesi kadın üzerindeki egemenlikle bozunuma uğradığında, bu dengenin kadın doğası üzerinden kurulmasına ihtiyaç vardır.
Önderliğimizin jîneolojî kapsamında “kadının özne-nesne toplamı olarak araştırılması” belirlemesi bu gerçekliği dile getirir.
Kadını yitik kılan uygarlıktan hesap sordukça ekolojik yıkımı, toplum kırımı önleyebilme imkanlarını yaratmış oluruz.